Devlet sırrı vicdanda saklanır mı?

Bir Başbakan ile Genelkurmay Başkanı ülke çıkarlarını gözeterek, bazı konuları kamuoyu ile paylaşmayabilirler. Ama hangi konuda, hangi koşullarla mutabakata vardıklarını, devletin arşivlerinden ve tarihten saklayamazlar


Tayyip Erdoğan, atv’de Okan Müderrisoğlu yönetimindeki Başbakan’la Gündem programında yalaka gazetecisi Mehmet Barlas ve ‘liberal solcu’ Hasan Bülent Kahraman’ın sorularını yanıtladı. Güvenli bölgede, ‘çanak sorular’la yönlendirilen bu tür programlar birer propaganda etkinliğinden öte gidemediği için arkasında bıraktığı yegane tartışma başlığı ‘gazetecilik bitmiş’ olur ki bu da cevaplar değil sorular kısmını kapsar.
Spontone gelişmeler karşısında tarihe geçecek söz ve tavırlar sergileyebilen Erdoğan, inanması güç ama, bu denli ‘planlı’ bir ortamda dahi tartışılır olabildi.
“Ebediyete gidecek”
Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt’la, gazete arşivlerine “Dolmabahçe mutabakatı” olarak kaydolunan görüşmelerine dair, -illaki baştan üzerinde uzlaşılmış olan- soruya, “Aramızda gizliliği olan bir görüşmeyi hiçbir zaman ifşa etmem. Sayın Büyükanıt ile baş başa yaptığım bir görüşme. Baş başa yaptığım bu görüşme benimle ebediyete gidecek. Ta ki Sayın Büyükanıt bunu açıklayana kadar!” cevabını verdi.
Vay be! Bu ne sadakat, bu ne tavizsiz duruş, bu ne erdem!
Erdoğan ‘ebediyete kadar gidecek’ dediğine göre demek ki bu bir ‘sır’.
İyi de Erdoğan kim?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Başbakanı (Eminim yazının en sevdiği satırı bu olacaktır).
Bir ülkenin Başbakanı ile Genelkurmay Başkanı arasında “sır” olabilir mi?
Tayyip Erdoğan ile Yaşar Büyükanıt’ın kişisel sırları olabilir ama Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ile Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanı arasında, sadece ikisinin vicdanlarında saklı tutulacak olan bir sır/görüşme olamaz.
Dudağını mühürledi
Başbakan Erdoğan, “Bu görüşme Türkiye’de asker-siyasi ilişkilerinde bir dönüm noktası olabilir mi?” sorusuna “Olabilir” cevabını verdiğine göre aralarındaki sır kişisel de değil. Yani devleti ve kurumlarını ilgilendiriyor. Bu halde, gizliliğine böylesine riayet edildiğine göre, bu bir “devlet sırrı” olmalı.
Eğer böyleyse, aralarındaki “açıklanması devletin dış ilişkilerine, milli savunmasına ve milli güvenliğine zarar verebilecek; anayasal düzen ve dış ilişkilerde tehlike yaratabilecek” nitelikte bir devlet sırrı ise, bu tür bilgi ve belgeler dudakların mühürlemesi suretiyle korunmaz.
Yaşar Büyükanıt bir süre önce katıldığı 32. Gün programında, Rıdvan Akar’ın sorusu üzerine Dolmabahçe’deki görüşme ile ilgili herhangi bir tutanak tutulmadığını, Başbakan’ın da not almadığını söylemişti.
Oysa bu tür görüşmelerin “tanıklı” yapılması ve tarihe kayıt düşülecek birer ‘veri’ haline getirilmesi gerekmez mi?
Bugün bile bu görüşmeyle ilgili sayısız şayia yayılmışken, bir de gelecekte, ‘bugünün tarihi’ yazılırken ortaya nelerin atılabileceğini düşünün bir kere...
Nihayetinde herşey fani, hak baki değil mi?
Kara lekeye dönüşebilir
Gün geldiğinde kuşkusuz Erdoğan da, Büyükanıt da ebediyete intikal edecektir.. O gün geldiğinde, belki sahte tanıklar, belki dedikodular, belki iftiralar vesilesiyle bir ‘muamma’ya dönüşecek Dolmabahçe mirasının, siyasi tarihimiz üzerinde kara bir ‘leke’ye dönüşmesine nasıl engel olunabilir?
Bir Başbakan’ın veya bir Genelkurmay Başkanının bunu öngörmesi bu kadar zor mu?
İşte sadece güvenliği değil tarih yazımını da etkileyen nedenlerle devlet sırları kişilerle ebediyete değil, belgelerle geleceğe intikal ettirilir. Böyle bir aktarımın sakıncalı olacağı düşünülüyorsa, bir ‘sır’ olduğu dahi ifşa edilmez ki, buna da Başbakan kendi başına karar veremez.
Bilgi kirliliği üretmeye çok uygun olan bu haliyle, Dolmabahçe görüşmesinin gizliliği devletin çıkarlarına yarardan çok zarar sağlayacağa benzer.
Erdoğan’ın, ‘Büyükanıt açıklayana kadar’ vurgusuna bakılırsa da, şimdiden, konuşulanların ‘devlet’i ilgilendirmekle beraber, ‘devletin ali menfaatleri’nden ziyade, ‘kişilerin ali menfaatleri’ düşünülerek gizli tutulduğu kanısı oluşmaya başlamıştır. Tarihin, Türkiye’nin bir döneminde, bir Başbakan ile Genelkurmay Başkanı’nın şahsi çıkarları gözetilerek yapılan pazarlıklar doğrultusunda yönetildiğini yazmasını istemiyorlarsa, her iki makamın sahibi de acilen devlet sırlarının tanımları, hangi sürelerle ve yollarla korundukları konusunda düzenlenmiş olan kanun maddelerini ve devletin işleyişine dair ilkeleri gözden geçirmelidirler.
Aksi halde hem kendileri, hem de medya ‘devlet sırlarına karşı işlenen suçlar’ konusunda ciddi bir tecrübe yaşamak durumunda kalabilir.

Söz sırası Büyükanıt’ta
Bir “sır” ancak, taraflardan birine zarar verebilecek nitelikteyse, diğer taraf, “Ben açıklamam, o açıklasın” der!
Dolmabahçe görüşmesi için “Ben açıklamam” diyen Başbakan olduğuna göre, aralarındaki sır ondan daha çok eski Genelkurmay Başkanı’nı ilgilendiriyor demektir!
Başbakan’ın bu açıklamasından sonra, gözlerimiz artık Yaşar Büyükanıt’ta:
* Bu görüşmede nasıl bir sır paylaşıldı ki; Başbakan, “size zarar vermemek” adına, bunu mezara kadar götürmeye niyetli?
* Bu sır neden “asker-siyaset ilişkilerinde dönüm noktası” sayılıyor?
* Ve en önemli soru: Eski Genelkurmay Başkanı o sırrı Başbakan’la konuştuğu andan itibaren, neden “şahin” liği terk edip, “kuzu” oldu?
Haydi; Sayın Büyükanıt, söz sırası sizde:
Bu “sır”rı artık bizimle de paylaşmalısınız.
Yoksa bu “sır”, bu siyasi süreçte yuvarlanıp “çığ” olur...
Altında kalan da...
Ne yazık ki siz olursunuz!
* Mustafa Mutlu / Vatan


++++++


Akman’a ‘erkek papatya’ benzetmesi
Kaç kişi hatırlar, “papatyalar” deniliyordu, kocalarına ise “erkek papatyalar” adı verilmişti. Ne hikmetse erkek papatyalar kısa zamanda devlet nimetlerinden biberonlanıyor, banka sahibi, holding sahibi, çok hızlı mal mülk sahibi, TV ve gazete sahibi oluyorlardı. Özal’ı papatyalar yıktı. Halkın gözünden sildi. Tarihten çağrışım yaptırarak; Zahid Akman da bugünkü Başbakan Erdoğan’ın “erkek papatyası olabilir mi?” sorusu cevap bekler.
Akman da Tayyip Erdoğan Büyükşehir Belediye Başkanı ve parti başkanı olmadan önce “yoksulun” biriydi. Maaşlı gazeteciydi. Her ikisi de Necip Fazıl’ın “Hazreti Ali” adlı kitabında sözünü ettiği Hazreti Muhammed’in akrabası Ebû Zerr-i Gifârî gibi düşünüyor; “aile nafakasından fazla mal sahibi olmanın haram olduğunu” söylüyor ve “zaruri ihtiyaçlar dışı mal ve para hırsına düşenleri” ayıplıyorlardı. Akman’ın Ankara’nın göbeğinde 450 milyon dolar değerinde 125 bin metrekare kapalı alanlı, 21 katlı, 156 mağazası ile 11 salonlu sineması olan alışveriş merkezinden kendine düşen payı yoksula dağıtması gerekir. Yakışan budur! Ancak asla yapamaz. Çünkü Akman, alışveriş merkezinin ortaklarından biri haline nasıl geldiğini açıklarken bile NTV’de canlı yayında “yanlış tapu gösterip yalan beyanda” bulunmuştu. Başbakan’ın çok yakını Zahid Akman ile Zekeriya Karaman ve diğer 16 kişinin mal varlıklarına; iyi yürekli insanlardan sadaka olarak toplanan paradan önemli bölümünü Türkiye’ye getirip buharlaştırdıkları şüphesiyle el konuldu. Akman da “parayı bavullara doldurup kurye olarak taşımak” iddialarına hedef oldu.
Özal’ı halk çok sevmişti. Papatyacılık Özal’ı bitirdi. Erdoğan’ı halk çok beğenmişti. Erdoğan’ı Akman yıkacak. Ebû Zerr’in ahı onları tutacak.
* Necati Doğru / Vatan


++++++


Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal Paşa’ya İngiliz işgalcileri ve Damat Ferit terörist dememiş miydi?

Ne mutlu ki işbirlikçilerin kahramanı olmadın
Terörle mücadele ederken bir gözünü yitiren ve üsteğmen rütbesinden malulen emekliye ayrılan, daha sonra avukat olup bu kez de her yere konan teröristlerden olduğu iddiasıyla tutuklanan onur madalyalı gazi Serdar Öztürk için Hilmi Kayıhan’ın bir çift sözü var:
“Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal Paşa’ya İngiliz işgalcileri ve Damat Ferit ne demişti? Tabii ki kahraman dememişti! Bir ülkenin kahramanları intihar etmeye, terörist muamelesi görmeye başlamışsa; emperyalist işgal çıplak gözle görünür olmaya başlamış demektir. Okur-yazar olmaya gerek yok. Kahraman ve terörist; bu iki sözcüğün bir kişide yan yana gelmesi hayra alamet değil.
Kahramanlar terörist sayılmaya başlamışsa bir ülkede eyvah ki eyvah!
Gazi üsteğmenim; öfkelenmene gerek yok. Sen bizim kahramanımızsın. 1919’dan bu yana doksan yıl geçti sanmayın, dokuz ay geçti sayın. Atatürk hâlâ terörist değil mi onların gözünde? Sevinmelisin sana terörist demelerine. Ne mutlu ki işbirlikçilerin kahramanı değilsin. Zaten onların kahramanı olmaz ki, uşağı olur. ABD’nin teröristi bizim kahramanımız sayılır.”
* Deniz Som / Cumhuriyet


++++++


TRT Genel Müdürü de talimatsız mı seçildi!
RTÜK Başkanı Akman, bırakmam kardeşim dedi.. Hakkımda ne tür iddia olursa olsun bırakmam.. Mal varlığıma tedbir koysanız bile..
Baykal da dedi ki, Başbakan
istese AKP’nin seçtiği RTÜK üyelerine talimat verir, ilk toplantıda
indirirler..
RTÜK hemen açıklamayı patlattı.. Biz talimatla karar almayız..
Yok ya..
Gel de gülme..
TRT Genel Müdürü’nü nasıl seçtiniz? Yüzlerce kişi özgeçmişi ile başvurdu, RTÜK üyeleri hepsini inceledi.. Gizli oylama yaptılar, bir de baktık ki hepsi İbrahim Şahin demiş!
Tesadüfün bu kadarı olur..
Oylamadan Başbakan’ın genel müdür yapmak istediği kişi çıkmaz mı!
Talimatla değil tabii..
Sağır Sultan duymuştu
Oylama yapılmadan önce sağır sultan bile İbrahim Şahin’in Genel Müdür olacağını duymuştu..
Çünkü Başbakan onu istiyordu..
RTÜK üyelerinin başvurulara bakarak seçmesi, komedi! RTÜK üyelerinin Başbakan’ın istediği kişiyi özgeçmişine bakarak seçmesi de!
Kimi kandırıyorsunuz.. Talimatla karar almazlarmış!
* Mehmet Tezkan / Vatan


++++++

MİNİ YORUM
Beşyol’dan yaya geçememek

Florya’dan Cengiz Topayan da bıkmadan usanmadan aynı soruyu soranlardan: İnsan hayatı bu kadar ucuz mu?
Önceki gün akşam saatlerinde Beşyol kavşağında şahit olduğu bir trafik kazasını anlatmış. Yine ‘geliyorum’ diyen kazalardan. Üst geçiti olmayan, bir kısmı ‘servis bekleme alanı’ diye bir icad ile gasp edilmiş yoldan karşıya geçmeye çalışanlar, gerekli düzenleme yapılmazsa bir ‘savaş’ çıkmasının an meselesi olduğunu haber veriyorlar....

Yazarın Diğer Yazıları