Devlet malı halkın mı, Başbakanın mı?

İstanbul Üniversitesine ait bir vakfın Sosyal Sigortalara Kurumundan alacağı vardı. Geciken bu alacağın gönderilmesini hatırlatmak için bakana gittik. Bakan genel müdürü aradı ve “Kasada ne kadar param var” diye sordu. Bu soruda kötü bir niyet yoktu. Bakan da hiç şaibesi olmayan ve düzgün bir bakandı... Ancak Maliye bölümünde bir hoca ve İktisat Fakültesinin dekanı olarak, bir Bakanın bir özel sektör patronunun sorabileceği şekilde soru sorması çok garibime gitmişti.
Demirel’in 1990 sonrası Başbakanlığı sırasında bir gazete sahibine verilen arsa ile ilgili tartışmalar vardı. Demirel, “verdimse ben verdim’’dedi ve tartışma kesildi. Kimse Demirel’in bu arsa için bir çıkar sağladığını düşünmez. Ancak devlete ait olan bir arsanın tasarrufu ile ilgili yaklaşım, siyasilerin devlet malına hangi gözle baktığını göstermektedir.
Başbakanın Türk Telekom Arena stadında ışıklı protestoya olan tepkisi de, Türkiye’de siyasilerin devlet kaynaklarını, kendi kasaları gibi görmesinin daha açık bir örneğidir. Başbakan bu protestoya ” Oraya yaptığımız yatırım 600 milyonTL’yi bulmuştur. Böyle bir yatırımın karşılığı bu olmamalıydı. Tamamı TOKİ tarafından yapılmıştır. “ şeklinde tepki gösterdi.
Başbakanın bu sözüne karşı halkın ilk tepkisi, “kendi cebinden mi yaptı?” ve “TOKİ başbakanın şirketi mi” şeklinde oldu. Ayrıca, Başbakanın “At denize, balık bilmezse Halik bilir” demesi de işin tuzu biberi oldu.
Başbakana halkın vergisiyle iş yapmak için ve kamu kaynaklarını geçici olarak kullanmak için vekalet verilmiştir. Kamu kaynaklarını kullanırken, doğru ve basiretli bir tüccar gibi hareket etmek zorundadır. Birilerine iyilik yapmak için kamu imkânlarını kullanmak, kamu kaynaklarını keyfî kullanmak halkın verdiği yetkiyi kötüye kullanmaktır. Daha da önemlisi bu kamu kaynaklarında tüyü bitmemiş yetimin hakkı var. Bu kaynakları keyfî kullanmak, kul hakkı yemektir. Osmanlıya özenenler, Osmanlının kul hakkı yemediğini bilmiyor mu? Kaldı ki Hükümet ve Başbakan kamu kaynaklarını kullanırken, geri kalmış yörelere ve işsiz kalmış insanlara öncelik vermek zorundadır. Bu 600 milyonla Türkiye’nin geri kalmış illerinden birisine, örneğin Ardahan’a, örneğin Ağrı’ya yatırım yapılsaydı, bu iller âbat olurdu.
Bu parayı devlet Ardahan halkına dağıtsaydı, adam başı 5.000 lira düşerdi. Her aileye ortalama 20.000 lira düşerdi. Ardahan halkı hiçbir geliri olmasa bile bu parayla iki yıl yaşardı.
Başbakanın “aksırıncaya, tıksırıncaya kadar içiyorlar...” demesi de Türkiye’nin hak etmediği bir ayıptır. Başbakanın bu sözü zımnî olarak “ben izin vermezsem kimse içemez anlamına”gelir. Bu sözler siyasette dengenin ne kadar bozulduğunu göstermektedir.
Dünya ve doğa denge üstüne kuruludur. Doğada denge bozulursa deprem olur. İnsan bünyesinde denge bozulursa, hastalık olur. Ekonomide denge bozulunca, kriz oluyor. İşletmelerde denge bozulursa iflâslar olur.
Siyasette dengenin bozulmasının en taze örneği Tunus’tur. Tunus’ta siyasette denge bozuldu “yasemin devrimi” oldu.

Yazarın Diğer Yazıları