Devlet Bey ne kadar haklı?
“Açılım” konusunda “dört taraf” oluştu:
1. Kürtçe eğitim dili olacak, yerel yönetimleri güçlendiriyoruz diye eyalet sistemine geçilecekse, yalnızca bu kadarı bile yeter, Türkiye erinde geçinde bölünür, bu gidişin sonu bir iç savaştır, kan gövdeyi götürür. Yani, “Açılımın sonu parçalanmaktır” diyenler.
2. Asıl “Açılımdan vazgeçmek Türkiye’nin bölünmesine yol açar” noktasına gelmiş, getirilmiş samimi insanlar. Kimi aydınları, bazı kalemleri ve son MGK toplantısından sonra “Açılıma devam” diyen Genelkurmay’ı da ben bunlar arasında görüyorum.
3. “İster bölünsün, ister bölünmesin, bana ne, ben çıkarıma bakarım” diyen kalemler, müteahhitler, tüccarlar, bürokratlar, iş takipçileri. “Onlar kim?” diyorsanız, dün devletin askeri, polisi, özel timi, korucusu ile birlikte hareket eden ama bugün, “AKP ne diyorsa o” diyenler.
4. Türkiye’nin bölünmesini isteyenler: Bu gurup da kendi arasında ikiye ayrılıyor. a) Ayrı eğitim, ayrı güvenlik gücü, ayrı futbol takımı, ayrı vali, ayrı bütçe ve “Anayasa’da kurucu ırk hakkı” isteyen PKK gibi bölücü olduğunu açıkça söyleyenler. b) Bir de bunu açıkça söylemeyen amma öteden beri Türk Devleti ve Türk milleti ile kan uyuşmazlığı içerisinde olan “demokrasi ve insan hakları” maskeliler. Ve tabii Barzaniciler, Sorosçular, Türkiye’yi mevcut haliyle ortak görmeyi kâbus bilen AB’ciler.. Vatikancılar, İsrailciler, BOP’çular..
2, 3 ve 4’üncü gurup AKP’nin şemsiyesi altına girmiş, AKP’nin etkili olduğu gazete ve televizyonlarda mekân tutmuş durumda. 1’inci guruptakiler bu 3 gurup karşısında tek başınalar.
İşte böyle bir Türkiye fotoğrafında MGK, “Açılıma devam” deyince Sayın Devlet Bahçeli gidişatı “tarihi bir sapma” olarak değerlendiriyor, “Türkçe dışındaki anadillere resmiyet kazandırarak millet birliğinin devamı nasıl mümkün olacaktır? Bu gidişatın sonunda, vatanımıza Türkiye, al bayrağımıza Türk bayrağı, milletimize Türk milleti, dilimize Türkçe denilebilecek midir?” diye soruyor, “Bir konunun Cumhurbaşkanı ve Başbakan tarafından savunuluyor ve yüksek kurulda konuşuluyor olması o konuyu meşru hale getirmeyecektir” diyerek, Mondros hatırlatmasında bulunuyor.
Biliyorsunuz Mondros’ta İstanbul Hükümeti Türk Ordusu’nun dağıtılmasını, savaş gemilerinin düşmana telim edilmesini, tersanelerin, Toros tünellerinin işgalini, Trablus, Bingazi, Hicaz, Yemen, Asir, Irak ve Suriye’deki garnizonların düşmana teslimini, Doğu’da bir Kürdistan ve Ermenistan’ın Karadeniz’de bir Pontus devletinin kurulacağını kabul etmişti. İstanbul hükümeti bunları kabul etti diye Türk milleti de bunları kabul etmedi, Atatürk önderliğinde Kurtuluş savaşını gerçekleştirdi, Lozan’ı imzaladı. Bugün masada olan Lozan’dır istenmeyen de Atatürk.
“Devlet Bey abartıyor” diyenler olabilir. İyi de bugün sadece belediye başkanlığının DTP’ye geçtiği illerde PKK flaması bayrak gibi gönderde, Öcalan ismi dağlarda, resmi ise caddelerde olursa ve DTP’liler Türk ordusunu işgalci, bölgeyi de Kürdistan olarak nitelerse, bunlara kendi dili ile eğitim hakkı verilir, kendi bütçeni yap, kendi güvenlik güçlerini oluştur denildiğinde, işin sonu nereye varır; bunu tahmin etmek çok mu güç?
Türk ordusunun Mondros’ta belli bölgelerden çekilirken o noktaların yabancılara devri gibi “açılım” sonunda da Türkçe ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kanunları o bölgelerden çekilir, yerine PKK’nın ayrı bir devlete doğru giden zihniyeti ve silahlı güçleri gelir; Kandil’dekiler (silahlı-silahsız) bütün kritik noktalara yerleş(tiril)ir ve daha neler olur neler..
İşte böyle bir zeminde Devlet Bey’in söyledikleri bir gerçeğin dillendirilmesidir.
Hükümet, Cumhurbaşkanı ve onların şemsiyesi altındakiler akıbeti “saçılım” olacak olan “açılımın” eleştirilmesine tahammül edemiyor, “açıklamalar şık” değil türünden tepki gösteriyor.
Onlar “dikene” ille de “bitki” denilmesini istiyor olabilir ve dikenin bitki olduğuna masum halkı ikna da edebilirler.. Tarihi hakikatleri bilenler bu “bitki”nin bir “diken” olduğunu ve açacağı yaranın bu gidişle çok ağır bir cerrahi operasyon gerektireceğini söylemeye devam edeceklerdi