Devekuşu mu, kuş devesi mi?
Türkçe’yi çok güzel konuşan fakat deyimleri yerli yerinde kullanmayı tam öğrenememiş, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğu için, kendisini artık yabancı saymadığımız değerli bir dostumuz, bir gün, bizlerin gerçekleri görmezlikten gelen insanlar için kullandığımız “Devekuşu” nu, “Hani siz, ’kuş devesi’dersiniz ya” diye izaha çalışarak gülümsememize sebep olmuştu.
Türkiye bugün işte bütün meselelerine ya “Devekuşu” mantığı ile bakan ya da problemlerini “Kuş devesi” diye izah edenlerin ülkesi. PKK terörüne bakışımız da, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını okuyuşumuz da böyle. Atatürk’e bakışımızdan Osmanlı’yı değerlendirişimize, demokrasiyi algılayışımızdan laikliğe sarılışımıza kadar her şeyimiz “Devekuşu-kuş devesi” ikileminde yol alıyor.
Bu genelde böyle olduğu için Milli Mücadelede TBMM orduları Kütahya-Eskişehir savaşında Yunanlılara yenildiğinde Meclis’in Kayseri’ye taşınması tartışmaları gündeme gelince, Dersimli Diyap Ağa’nın ayağa kalkıp, “Biz buraya savaşmaya mı kaçmaya mı geldik!” diyerek diğer mebuslara moral verdiği Dersim’de zaferden sonra nasıl isyanlar çıktı ise, Kıbrıs Savaşı sırasında Türk Jetlerin Rum mevzilerine dalışı televizyonlardan her gösterildiğinde kahvelerinden jetlere alkış seslerinin yükseldiği 1974’ün Tunceli’sinde bugün Ermeni militanların ağırlıkta olduğu PKK teröristlerinin borusu öter hale gelmiş maalesef.
Kürdüyle Türküyle ey millet, devlet ayağımızın altından kayıyor, artık farkına varın lütfen. Devletin olmadığı bir coğrafyada Filistinli ve Irak halkının başına ne geliyorsa Türkü Kürdüyle bu coğrafyada yaşayan herkesin başına da o gelir, bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Siz bir Rum, bir Ermeni, bir İngiliz, bir Yunan, bir Alman, bir Coni’nin bir Kürt için kılını kıpırdatacağına inanıyor musunuz!
Evet, biz millet olarak tarihte hiçbir dönem devletsiz kalmamış ve en çok devlet kurmuş bir soyun mensuplarıyız.
Övündüğümüz bu hal bir bakıma zaafımız da. Çok devlet kurmak mecburiyetinde kalışımız kurduğumuz devletleri bugün içinde bulunduğumuz hallere benzer haller yüzünden fazla yaşatamadığımız için değil midir!
Bütün mazlum milletlerin umudu ve emperyalizmin korkulu rüyası olarak tarih sahnesine çıkan Türkiye Cumhuriyeti henüz 100 yaşını doldurmadan onlarca vilayetinde “kalkışmaların” yaşandığı, daha dün bu milletin önüne Sevr’i koyan ülkelerin özet olarak “Verin kurtulun” akılları verdiği ve Başkenti’nden Damat Ferit akıl ve seslerinin neşet ettiği bir devlet haline geldi, biz bu durumda bile hâlâ ya particiyiz, ya Lozan’ı imzalamayan ABD ve Sevr’i dayatan AB’ci, ya alabildiğine laik, ya sonunda vatandan ve devletten olmak olsa da “demokrat” ve “özgürlükçü”, ya BOP’çu, ya şucu, ya bucuyuz!
Osmanlı 600 yıl nasıl yaşadı, hiç merak ettik mi?
Araplar Cebeli Tarık’ı aşıp Avrupa’ya ayak bastı, dilini, dinini, kültürünü bilmediği ülkede Endülüs diye bir devlet kurdu ve tam 800 yıl ayakta nasıl kaldı, hiç araştırdık mı?
1490’da tek bir ada olan Britanya nasıl üzerinde güneşin batmadığı bir imparatorluğa dönüştü ve yüzyıllardır varlığını nasıl sürdürüyor, hiç ilgilendik mi?
M.Ö. 586’da Babil Kralı Nabukadnazar tarafından Filistin’den sürülen Yahudiler tam 2 bin 534 sene sonra Filistin’e nasıl geri döndü ve İsrail devletini nasıl kurdular, hiç merak ettik mi?
Bütün bunların ve daha fazlasının Türk milletinin bu topraklardaki varlığı ile doğrudan ilgili olduğunu ve Haçlı seferlerinden Kurtuluş Savaşı’na, ASALA tezgâhından PKK terörüne kadar her türlü fitnenin derinliklerinde bu tarihi köklerin bulunduğunu bilmez ve yetişen nesillere öğretmez, öğretemezsek, bir ve beraber olup problemlerle uğraşacağımız yerde, her birimiz bir problemin tarafı olur birbirimizle uğraşmayı sürdürürken atı alan Üsküdar’ı geçer maalesef...
Devekuşu..
Kuş devesi..
Sonunda deveye sormuşlar:
“- Boynun neden eğri?”
O da cevap vermiş:
“- Nerem doğru ki!”