Destanların şairine...
“Ne dünyalık istediler, ne aferin umdular,
Ne kavgadan vazgeçtiler, ne gücenip küstüler.
Vatan, millet, din ve devlet, alsancaklar hakkına
Dar günlerin erkek aslan sesiydiler... Sustular!”
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu
Destanlar bir topluluğun milletleşme sürecinde özel bir öneme sahiptir. Destan, topluluğun ortak hafızasını, maşeri vicdanı ve beraber yaşamışlığını temsil eder.
Her büyük milletin varoluşunu, kaybedişini ve kazanışını anlatan destanları vardır. Kara Ozan’ın, Korkut Ata’nın binlerce yıl öteden söyleyip kulaktan kulağa bu günlere ulaşan destanlarımız, Deli Dumrul’dan Ergenekon’a, Boğaç Han’dan Tepegöz’e hep bizi anlatır. Ergenekon Destan’ı olmadan Türk’ten bahsetmek mümkün müdür?..
Destanların ve kahramanların milletleşme sürecindeki önemini fark eden sadece biz değiliz elbet. Son dönemlerde, tarihteki şanlı makamında olduğu gibi duran Selahaddin Eyyübi’nin 800 yıl sonra “Kürd” olduğunu fark edenler de bunun farkındalar...
Bu giriş neyin nesi diyesi olanlara, daha on üç yıl önce yitirdiğimiz Dede Korkut varisi, Servet Kabaklı’nın tabiri ile “Destanların Efendisi”nden bahsedeceğim. Yerleri inlettiği zaman vücudumuzun en ufak hücrelerine kadar titrediğimiz ve bir anda Malazgirt Ovası’nda ak elbiseleri ile askerlerinden helallik isteyip yalın kılıç Bizans ordusuna saldıran Alparslan’ın arkasına düştüğümüz “Malazgirt Marşı”nı hediye eden Genç Osman torunundan.
Milletinden başka sahibi olmayan, çocuklara ağıt yakıp;
“Önkuzu hey!...Önkuzu!. / Önde gider Önkuzu...
Bu bayrak düşmez yere / Ölmedikçe son kuzu!..”
dizeleri ile koca milleti ağlatan,
“Öz menem!... / Onlar kabuk... özmenem!..
Sen yelde savrulan kül.. / Yüreklerde köz menem!..”
dizeleri ile “Asım’ın Nesli”nin feryadını milletin vicdanına duyurmaya çalışan Elaziz’li bir yiğitten bahsedeceğim.
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nu anlatmak için ne yapılabilir?. Ancak bir destan çağdaş Dede Korkut’u anlatabilir.
Gençosmanoğlu büyük atası Genç Osman’ın Bağdat seferine katılmak istediğinde “Senin daha bıyıkların terlememiş” sorusuna verdiği cevap gibi hayatının her döneminde sergilediği davranışları ile Genç Osman nesli olduğunu ispatlamış, yüreği Anadolu kıtası büyüklüğünde bir insandır.
Gençosmanoğlu bir dönem verilen mücadelede toprağa düşen çocukların destanlarını yazmış bir şairdir. Özellikle 12 Eylül öncesi terör ortamında yazdığı şiirlerindeki destan havası, zamanın atmosferini resmeder.
O, dört bir taraftan saldırıya maruz kalan milli ve manevi değerlere sahip çıkan, vatan toprağı üzerindeki kirli hedeflere karşı çıkan bir neslin kimsesizliğine karşı olanca yüreği ile onların yanında yer aldı.
Gençosmanoğlu şiirleri ile o dönem verilen destansı mücadeleyi resmetti ve yeni nesillere Önkuzu ve Özmen gibi kahramanların destanlarını bıraktı.
Gençosmanoğlu’nun şiirlerindeki destansı atmosfer ve içinde yaşadığı toplumun problemlerine karşı sergilediği tavır onun fikir adamı ve sanatçı kimliğini ortaya koyar. Onun şiirinde milli ve manevi köklerin önemi büyüktür. O’na göre güzel sanatlar ve edebiyat, milli ve manevi kökler üzerinde filizlenmektedir.
Kendisi Türk şiirinin; dört büyük şair, Mehmet Akif, Yahya Kemal, Necip Fazıl ve Arif Nihat tarafından temsil edildiğini söylüyor. Bize göre bu halkaya beşinci bir şair eklenecekse bu Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’dur.
Ona göre şiir, “Millet olmamızda, birlik ve dirliğimizin teessüsünde, dini ve milli gayelerimizin tahakkukunda, milli zevkin oluşmasında” müstesna bir yere sahiptir: “Türk milleti acı ve tatlı bütün hatıralarını, zaferlerini, yenilgilerini, mukaddes duygularını, milli gayelerini ve imanını daima şiirlerle terennüm etti.”
Bu çizgi onun şiirlerinde vücut bulmuştur. O, yaşadığı dönemde yazdığı şiirleri ile zamanın kaydını düşmüştür. Bu yönü ile Gençosmanoğlu şiiri tarihin şahididir aynı zamanda.
“Destanların Efendisi” nin destanlarla dolu yaşamı destansı bir anekdotla son bulmuştur. 1992 yılında Peygamber yaşında tattığı ölümü Malazgirt Marşı’nın ilk dizesini hatırlatır.
Evet, aylardan Ağustos (21 Ağustos) günlerden Cuma ve Peygamber yaşındaydı.