Dersim’in Yezidi...
“Kerbela” nutkunu dinlerken aklıma geldi;
Şu Yezid, Muaviye tarafından “atanmıştı” değil mi?
Muaviye, -nemelazım kendisinden sonra “biat sıkıntısı” yaşanmasın diye- takipçilerine peşin peşin “Yezid’e bağlılık yemini” ettirmişti!
Seçilmiş değil “dayatılmış” bir idareci olduğundan Yezid için “lider”lik hayaldi; olsa olsa sıradan bir emanetçiydi! Kendi kadrolarının bile “zorunlu tahammül”dü ona karşı hissettiği!
Demem o ki; sen sussaydın, bari!
Hacıbektaş naiftir; şükret biri Emeviler’den bugüne uzanan “metodoloji kardeşliği”ni yüzüne vurup da “kral çıplak” demedi!
H H H
Kaynağının takdiri milletin ama büyük cesaret; sen git, Atatürk’ün “Cumhuriyet”i ilk defa dillendirdiği yerde, “Cumhuriyet”i kuran iradeye “Dersim’in Yezid’i Kemal” de!
Ömrü savaş meydanlarında geçti Mustafa Kemal’in; bir cepheden diğerine. Çok “düşman” can verdi namlusunun ucunda ama ben bugüne kadar hiçbir savaşta, eli kolu bağlı esir kafası kestiğini, ciğer söktüğünü, yamyamlığa öykünüp insan kalbi yediğini duymadım, okumadım... O güya karalama malzemesi olarak kullanmaya bayıldığınız Çankaya sofralarında “düşmanlarının kafataslarından” değildi kadehleri bildiğim kadarıyla!
Boşuna çaba, bin yıl uğraşsan “zalim”, “gaddar”, “cellat” bulamazsın Çanakkale’de, Sakarya’da, Trablusgarp’ta, Dumlupınar’da;
Sen “Yezid”i Kerkük’te ara.
Türkmenleri “çarmıha” germektir Yezid’lik; bu sapkınlığa yol vermektir. Şii Türkmenleri, “Bunlar ’Hz. Hüseyin’in yanındaki yaşlıların, kadınların, bebeklerin fıtratından’deyip bir yudum su içmelerine dahi izin vermeden aç-susuz çöle sürmek”tir; buna hamilik etmektir.
Sırf “senin Sünni kardeşin” değil diye Türkmen’e karşı Haçlı’yla bir olmaktır Yezidlik.
Kerbela mı arıyorsun; Tuzhurmatu’ya bak sen, Bayat’a, Telafer’e!
* * *
Tarih 1 Kasım 1915.
Atatürk’ün komuta ettiği “savaşçı Türk”ü anlatmış Ottowa Times gazetesi:
“Hastaneye ateş etmiyor, zehirli gaz kullanmıyor. Türk, ikili oynamıyor...”
Yezidlik mi dedin?
Irak’ta camileri Müslüman kadınlara tecavüzhaneye çevirdiklerini bildiğin halde, Felluce’de din kardeşlerini kimyasal silahlarla zehirlediklerini, lime lime sokaklara saçılan etlerini köpeklere yedirdiklerini bildiğin halde dua etmektir katillere; sağ salim evlerine dönebilsinler diye!
Diyarbakır’da, Yüksekova’da evlatlarımızı ensesinden kurşunlamaktır, kalleşliktir; kalleşliği “muhatap” kabul edip, kendini caniyle eşitlemektir.
Doktorları kelepçelemektir mesela; hem de onlarca ilk yardım bekleyen yaralı varken etrafta!
* * *
Yezid’i Reyhanlı’da, Soma’da, Taksim Meydanı’nda, Okmeydanı’ndaki cemevi avlusunda, Ermenek’te, Silivri’de ara; katliam orada!
Berkin’in, Ali İsmail’in, Kuddusi Okkır’ın, Murat Özgenalp’in katline destan yazanların arasındadır aradığın Yezid mutlaka!
Bulamazsan sor Ahmet Tatar’a anlatsın;;
Kardeşi Ali’nin nasıl can evinden hançerlediğini dinlerken bulursun belki Yezid’in izini.
* * *
Tarih 11 Aralık 1915. The Age gazetesi:
“Şu ana kadar Türklerin savaş yöntemlerinin hakça olduğu kabul etmek dürüstlük gereğidir. Türklerle savaş mertçeydi...”
Oysa namertliktir Yezidlik!
Bin kere arkasından hançerlendi Arap çöllerinde, ama bir kere bile silahının ucuna Kur’an sayfaları takıp “Allah”la tuzağa düşürmeye çalışmadı düşmanını Atatürk;
Kabe’yi mancınıkla yok etmeyi aklından bile geçirmedi; örtüsünü ateşe vermedi.
Cami bombalayan Haşimi’yi koruma altına alanlara sor sen bence Yezid’i; “Allah’ın izniyle Kabe’yi yıkacağız” diyenleri eğitip-donatanlara sor.
Olur ya, fıtratlarında rastlaşırsın belki!
* * *
Türk’ün kellesine dirhemle ödül koyanları, “zafer”ini Türk kanıyla öğütülmüş ekmek yiyerek kutlayanları “alim” sayıp öğretileriyle zalimleşmektir Yezidlik. Aldıkları kellelerden dağ, akıttıkları kandan derya olanları “din mazlumu” diye meşrulaştırmaktır; iade-i itibar vermektir milletine karşı nefret ekenlere tazecik beyinlere.
Din kılıfıyla “ganimet” toplayanları kale gibi fenerlerde koruyup-kollamaktır en basitinden; kul hakkına girmektir gözünü kırpmamacasına!
* * *
Daha nasıl anlatsan sana bilmem ki.
Mesela Atatürk’ü hiç kimse hadi TOMA yoktu çağında, suratını bir top arabasına yapıştırıp da “ölüm kusarken” tasvir etmedi, bir cami fonunda ellerinden kan damlarken resmedilmiş bir Atatürk gösteremezsin bana mesela; değil müttefikleri düşmanları bile onu “emperyalizmin roketine sarılmış” şekilde karikatürize edemedi.
Düşün bakalım nedenini?
Korktukları için mi?
Yezidliğinden mi yani!
Öyle olsa öldüğü gün “oh be, kurtulduk” diye teneke bağlarlardı cenaze arabasının arkasına, “anıt”laşamazdı mezarı; utanılırdı, saklanırdı!
Dünya anladı;
“O kişisel kazanç ve ün peşinde koşan basit bir diktatör değil; gelecek kuşaklar için sağlam temeller atmaya uğraşan bir kahramandı...”
Ya sen?
Anladın mı farkını?
İşte bu yüzden kiminin telefonda konuşabilmek için 6 ay beklediği Amerikan Başkanı, onun ardından “tanışma şansını kaybettiği için” hayıflandı!
İşte bu yüzden, kiminin “lideri” olmaya soyunup da kapısından giremediği Orta Doğu ülkeleri O’nu baş tacı etti.
Mısır mesela, hiç dört parmak sallamadığı halde, “tüm tarihin en olağanüstü kişilerinden biri” ilan etti Mustafa Kemal’i.
İran “İnsanlığın en büyük evladı” diye bağrına bastı!
Suriye ne dedi biliyor musun?
“Vatanını muhakkak bir parçalanmaktan kurtararak devlet gemisini güvenilir bir limana götürdükten sonra milletinden bir taht istemedi. O, kelimesinin bütün anlamıyla bir İNSAN, eşsiz bir dahi, kahraman bir asker ve siyaset adamı” idi.
Neden dersin bu saygı seli?
Hiçbirini “stratejik bataklığına” çekmediği için; tersine kendi gemisini kurtarırken komşularına da can simidi atmayı ihmal etmediği için olabilir mi?
Sıfır sorun politikasından yani!
* * *
Parayla değil mi, dalkavuktan çok ne var! Maaşlı yandaşlarına methiyeler düzdürmek kolay. Ölsen dünyanın öbür ucunda, senin için de “Bizim aslımız rengi uçmuş bir kıvılcım iken, O’nun bakışı ile cihanı kaplayan ve aydınlatan bir güneş haline geldik” yazan bir Pakistanlı İkbal çıkar mı acaba?
Çıkmaz. Biliyorsun. Biliyorsunuz.
Belki de bu yüzden, size gerçekleştirebileceğiniz bir tek hayal bile bırakmadığından bu kadar kızıyorsunuz.
Yıksanız da, yaksanız da silemeyeceğinizi bildiğinizden katmerleniyor nefretiniz.
O not düşülmüş bir cümle, bir sayfa değil, çünkü tarihin ta kendisi. Tarihin kudretine erişilebilir mi; o hüküm verici. Ve siz mahkûmken verdiği hükmü yaşamaya; erebilir misiniz boyunuzdan kat ve kat büyük makamına?
Mümkün değil.
Merdiveniniz bile yanlış;
Cumhuriyet’e çıkar Hacıbektaş’ın basamakları!
Kuvayı Milliye’nin mutfağı orası, kasası, kafası;
Şaka mısınız?
Ebussuud, Kuyucu Murat, Mustafa Sabri’lere iade-i itibar verenlerin lafıyla mı kanacak Aleviler onları yüzyıllar sonra “yasadışı” olmaktan çıkaran Ata’larının Yezid olduğuna!
Siz hakikaten “cellatlarına aşık” sanıyorsunuz onları galiba!