Derin uykuya yatan mebusları çimdikleyen mektup!..

Yakın geçmişteki siyaset sahnesini takip edenler Hasan Korkmazcan ismini iyi tanırlar. Korkmazcan, 4 dönem mebusluk, TBMM başkanvekilliği yapmış, anayasa çalışmalarında bulunmuş ve aynı zamanda Türk Parlamenterler Birliği’nin de onursal başkanı olan bir siyasetçi.
Hasan Korkmazcan, 23 Nisan Salı günü siyasi parti genel başkanları ve milletvekillerine öyle bir mektup gönderdi ki; “zehir- zemberek” benzetmesi hafif kalır.
Deneyimli siyasetçi, kendisiyle mektubu hakkında konuştuğumuzda yeni anayasa çalışmaları ve Türklüğün kazınması faaliyetlerine duyduğu tepkiyi anlatırken gözleri yuvasından fırlayacak gibiydi. Mektuba geçelim..
Hasan Korkmazcan, girişte milletvekillerine ettikleri yemini hatırlatıyor, toplumun “gidişattaki kaygılarına” da değinerek onlara bazı sorular yöneltiyor:
n Binlerce yılın birikimi olan ortak ilke ve değerlerimizin aşınmasına yol açan bir yönetim anlayışıyla mı yönetiliyoruz?
* İktidar odakları bu gidişin planlayıcısı mı, uygulayıcısı mı, seyircisi mi?
* Bazı iktidar yöneticilerinin ülke-dünya dengelerindeki temel algılamaları bir yenilmişlik değerlendirmesine mi dayanmaktadır?
* Yürütme ve yargının uygulamalarında anayasaya, kanunlara ve özellikle hukuk devletinin temel ilkelerine aykırılıklar zaman zaman tersinden bir sıkıyönetim, olağanüstü hal veya kriz yönetimi anlayışıyla mı yaygınlık kazanmaktadır? Devletin kanun hakimiyeti, kamu düzenini, kamu güvenliğini ve hukuk istikrarını sağlama görevi hangi anayasal yetkiye dayanarak belirsizlik süreçlerine sokulabilmektedir?
Sorularının ardından Korkmazcan, TBMM’nin iktidar tarafından tamamen devre dışı bırakıldığının uyarısını yapıyor. Mektubun diğer çarpıcı satırları;
“Ülkemizdeki puslu ortam, bir yandan siyasi, sosyal ve etik bunalımı beslerken diğer yandan marazi ve sapkın bir anlayışla Türk düşmanlığı zemininde buluşanların ölçüsüz taleplerle ortaya dökülmesine yol açmaktadır. Yeni Haçlılığın kanlı araçları olan EOKA, ASALA ve PKK gibi örgütlerin lobilerine dayananlar adeta kamu yetkileri kullanmaktadır.
Türkiye, sanki bir savaşı kaybetmiş, Türk Milleti sanki kayıtsız şartsız teslim olmuş, Türk devleti sanki yeniden kuruluyormuş gibi Anayasa taslaklarının propagandası yapılmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’nın kayıtsız şartsız teslim olan mağlupları Almanlar, İtalyanlar ve Japonlar bile bu kadar ahlaksız tekliflere muhatap kılınmadılar. Galipler, yendikleri hem de insanlık dışı ırkçı uygulamalarla suçladıkları Almanların, İtalyanların ve Japonların milli adlarını anayasadan çıkarmalarını istemek cüretini gösteremediler. (Anayasalardan örnekler veriyor-aht)
Gerçekleri örtmekte sınır tanımayanlar Osmanlı Devletinin yapısı ve kimliği hakkında da tarihi inkar etmektedirler, Osmanlı Devleti Âlîyesi kadim Asya imparatorluklarının ve Selçukluların devamı olarak milli, merkezi ve üniter bir devlet anlayışını hayata geçirmiştir.
1876 Anayasasının Osmanlı kimliğini esas alan hükümleri içinde madde 18 “Hidamatı devlette istihdam olunmak için devletin lisanı resmisi olan Türkçeyi bilmek şarttır” ibaresi yer almaktadır.
Aynı şekilde 57’nci maddede “Heyetlerin (heyet-i ayan ve heyet-i mebusan) müzakeratı lisan-ı Türki üzere cereyan eder” hükmü yer almaktadır. 68’nci maddede “Osmanlı tebası olmayan, ecnebi hizmetinde olan ve Türkçe bilmeyenlerin” heyetlere seçilemeyeceği hükme bağlanmış, yeniden aday olabilmek için “Türkçe okumak ve mümkün mertebe yazmak şart olacaktır” hükmü yer almıştır.
Bir başka tarih yalanı da Türklük kavramının 1924 anayasası ile ihdas edildiği iddiasıdır. Halbuki, TBMM 02.11.1922 tarihli kurucu anayasa hükmündeki 308 numaralı kararında “Tarihe intikal etmiş olunduğu bir anda Osmanlı İmparatorluğunun müessis ve sahibi hakikisi olan Türk milleti Anadolu’da hem harici düşmanlarına karşı kıyam etmiş, hem de o düşmanlarla birleşip millet aleyhine harekete gelmiş olan saray ve Bab-ı Âlî aleyhine mücadeleye atılarak TBMM ve onun hükümet ve ordularını biteşkil... bugünkü halâs gününe vasıl olmuştur” ibarelerini tarihe silinmez harflerle kazımıştır.
Batı’da bazı sapkın çevrelerde görülen ırkçılığı Türk Milliyetçiliğine yöneltmek aşağılık bir işbirlikçiliktir. Türk Milliyetçiliğini ırkçılıkla suçlamak bir nefret suçudur ve milleti tarih içinde aşılan geri yapılara doğru çözme amaçlıdır. Türk devletinin kimliğini tartışanlar, yönleri emperyalizmin Sevr’ine ve 1071 Bizans’ına dönük olanlardır. Ayetleri eksilterek, hadislere ekleme yaparak bu gerçekler örtülemez. Olsa olsa sahiplerini kutsalın tahrifçisi yapar.
Sayın Milletvekili,
Milletimiz, kaygı ile izlediği ve bilinç ile kaydettiği her türlü hukuksuzluğun hesabını elbette soracak kararlılığa sahiptir. Milletteki kaygının temel sebeplerinden biri, kendi hukuk dışı konumları tescillenenlerin TBMM üyelerini de aynı gayrimeşru zemine çekme gayretleridir.
Milleti şerefle temsil edenlerin kopamayacakları öncelikli ilke; yeminlerine sadakattir. Bunun yerine getirilmediği süreçte vatandaşın, millet, ülke ve milletine sadakati devreye girer.”
Anlayana!..

Yazarın Diğer Yazıları