Depremde yalnız binalar mı yıkıldı?
Deprem sırasında yan yana duran iki binadan birisinin yıkılıp diğerinin yerli yerinde durması karşısında “deprem değil bina öldürür” sözü de test edilmiş, doğrulanmış oluyor. Öldüren gerçekte bina mıdır? Elbette ölümün sorumluluğunu yerle yeksan olan binaya bulmak da doğru değildir. Depremin gerçek failleri binaları yapanlardır.
Binaları denetleyen denetçilerin maaşlarını, denetlenen müteahhitlerin verdiği bir sistemle Türkiye’de binalar yapılıyor. Bu ülkede yıkılan binaları yapan müteahhitlere yeniden yıkılacak bina yapma hakkını vermeyi engelleyen bir sistem yoktur. Yıkılan binaların enkazı orta yerde iken sıcağı sıcağına edilen sözler bir süre sonra unutuluyor. Enkazdan ve toprağın altında kalan toplumun yaşadığı tecrübeden yapısal ve kurumsal bir akıl oluşturmak da mümkün olmuyor!
Ulusal bir gazete sayfalarının önemli bir kısmını depreme ayırmış. Gazetenin iç sayfalarında yıkılan binaların enkazına çömelmiş insan fotoğrafları var. Başlık “savcılar delilleri topluyor” . Habere göre Van da 14, Erciş’te 91 bina enkazından savcılığın emriyle numuneler toplanmış. Bu haberin altında ise “Denetimden kaçmak için günde 200 ruhsat” başlığı altında başka gerçeğimiz yer almış. Bu habere göre 17 Ağustos 1999 depremi sonrasında 4708 sayılı yapı denetim yasasının çıkartıldığını ve 2001 yılında 19 pilot ilde uygulamaya başlandığını, yasanın 1 Ocak 2011 tarihinde tüm Türkiye’de uygulanmaya başlandığından söz ediyor. Bu yasaya göre yapılan bütün binaların denetimlerden geçirilmesi planlanıyor. Yasa yürürlüğe girmiş ancak fırsatçılar denetimden kaçmak ve masrafları azaltmak için yasadan bir gün önce inşaat ruhsatları almışlar. Önceleri günde 70 ruhsat verilirken, 2011’den sonra günde 200 ruhsat verilmesini de yetkililer bunun kanıtı olarak ifade ediyorlar.
Gazetede ayrıca “İzmir’de 50 binaya sahte belgeyle ruhsat” haberi var. Verilen habere göre, İzmir polisi, bazı yapı denetim firmalarının uygun yapılmayan binalara sahte belgelerle ruhsat alınmasını sağlayan 5 yapı denetim firmasıyla 3 laboratuvara baskın yapmış. On bin liraya sahte rapor alan 50 binanın incelendiği de verilen haberler arasındadır.
Bütün bu hayhuy arasında Başbakan Erdoğan’ın “Beton bina değil kumdan kaleler” başlığı altında verilen haberler araya gitmişe benziyor. Başbakan, “binaların kalitesiz malzemeyle yapılması yetmezmiş gibi taşıyıcı sütunları kaldırılıyor, kolonları kesiliyor. Bu ihmallerin cinayetle eşanlamlı olduğu artık kabul edilmeli” diyor.
Bu sözleri icranın başındaki bir numaralı yetkili söylüyor. O bir Başbakan. O da bizim gibi olan bitenden yakınıyor, yapılanların yanlış olduğunu söylüyor, böyle olmaması gerektiğinden söz ediyor. İdeal olanı söylüyor. “İhmallerin cinayetle eş anlamlı olduğu artık kabul edilmeli” diye de ekliyor. Türkiye’de kendisini muhalefet sanan bir iktidar var.
Başta iktidar olmak üzere olumsuzlukları başkalarına, olumlu olanları kendi hanelerine yazan bir ahlak anlayışı ile ancak bu kadar oluyor.
Türkiye, yetkilinin yetkisiz gibi davrandığı, sorunun bir numaralı sahibinin kendisini eleştirmen sandığı ve iktidarın icraat değil yakınma yeri olduğunu düşünenlerin ülkesidir. Bazı söylemler umut verici görünse de işini kitaba uydurmasını becerebilenler için çok da fazla bir anlam ifade etmiyor. Önce kılıfı hazırlayıp sonra minareyi çalanlar için işin içinden sıyrılmak sanıldığı kadar zor değildir.
Olanı bitenin özeti şudur: Yıkılan binaların enkazı altında yalnız depremzedeler değil ahlak anlayışımız, sorumluluk duygumuz, yönetim biçimimiz, iktidar algımız ve insanlığımız da kalmıştır.