Deprem yardımlarına dikkat!..
Bir gazeteci için en zor görev savaş muhabirliği ve tabii felaket dönemleridir. Özel sigorta şirketleri hayat sigortası yapmaz böylelerine. Her ikisini de yaptığım için benim poliçemi iptal etmişlerdi. Meslek hayatımın en anlamlı ödülünü Erzincan depreminden hemen sonra dönemin Belediye Başkanı Talip Kaban ve yine dönemin Erzincan Valisi Merhum Recep Yazıcıoğlu’ndan almıştım. Erzincan’da Valilik bahçesindeki basın çadırındaki uykuyu da unutamam. Bir taraftan kurtarma çalışmalarına katılma, diğer taraftan felaketin fotoğraflarını çekerek haber yazmanın, röportaj yapmanın zorluklarını 17 Ağustos depreminde de yaşadım. Antalya’nın Manavgat ilçesinde toplanan yardımlardan oluşan 11 TIR’ı bölgeye götürüp yetkililere teslim ederken tanık olduklarımı ömrüm boyunca unutamam. Her iki depremde de yabancı heyetlerle görüşme fırsatım olmuştu. Sakarya’da karşılaştığım ABD’li görevliler: “Dünyanın hiç bir yerinde böylesi bir manzara görmedik. Bizim ülkemiz dahil yüzlerce ülkede böyle felaketlerde yağmacılığın önünü hiç bir ordu kesemez. Siz Türklere hayret ediyoruz. Herkes birbirinin yardımına koşuyor. Evini-barkını yitirmiş, ailesini kaybetmiş insanlar bile tevekkül içinde dua ediyorlar... Başlarına gelen felakete sesleri çıkmıyor. Tanrı’ya sığınıp, devletine güveniyorlar” demişlerdi. Benzer sözleri Avrupalılardan da duydum. Yurtdışı seyahatlerimde meslektaşlarımız Türkiye’de yapılan yardım kampanyalarını sordular. İlkokul çocuklarından, yaşlı ve emeklisine kadar her kesimin katılışına anlam veremiyorlardı. Bunun tarihten bu yana milletimizin özelliği olduğunu vurgularken “Türk olmanın ayrıcalığını yaşamanın” haklı gururunu duydum.
Yardım konvoyundaki bir TIR’da çocuklar için oyuncaklar olduğunu belirttiğimde Alman kilisesine bağlı yardım kuruluşunun temsilcisi çığlıklar atarak “Olamaz!.. Türk çocukları oyuncaklarını bile paylaşıyor!..” dediğinde “Ekmeğini paylaşanların çocukları elbette oyuncaklarını da paylaşır” cevabımıza yine şaşırdıar. Sözü fazla uzatmayalım. Devir değişiyor. Cep telefonlarının sms’si ile trilyonlar bir günde toplanıyor. Bütün dünya Somali’ye bigane kalırken Türkiye’nin nakdi ve ayni yardımı bir milyon dolara yaklaştı. 1999 felaketinin yaralarını mucize ile sardığımız gibi Van’dakini de saracağız elbette. Bu arada merkezi İzmit olan ’99 depremi yanında Van’ın devede kulak bile olmadığını hatırlatalım ve dönemin Bayındırlık Bakanı Koray Aydın’ın hakkını teslim edelim. AKP hükümetinin yapacağına hiç inanmıyorum. Ama deprem felaketi konusunda dünyanın parmak ısırdığı devrin Bakanı Koray Aydın başta olmak üzere, onun bu konudaki tecrübeli çalışma arkadaşlarını derhal görev çağırmalıdır.
Gelelim yardım kampanyalarına. Herşeyden önce Kızılay’a çamur atmanın dayanılmaz hazzını yaşayanların amaçları başka. Kızılay üzerine düşeni fazlası ile yapıyor. Çadır kamyonlarının yağmalanmasının sorumlusu Kızılay değil, icranın başındaki hükümettir. Yardımların güvenli şekilde dağıtımını bile beceremeyenler milli kuruluşumuz Kızılay’a çamur atmaya kalkışmasın.
“Asrın soygunu” olarak nitelendirilen Deniz Feneri rezaletine rağmen pıtırak gibi türeyen bazı yardım kuruluşları bu esnada mercek altına alınmalıdır. Televizyonlarda canlı yayında sabahlara kadar paralar toplanıyor. Ekranların yüzakı Okan Bayülgen de açıkladı. Telefonda “1 trilyon bağışlıyorum” diye hava basan bazı kişilerin ertesi gün telefonlara bile çıkmadığını söyledi. Milletimizin en hassas olduğu konuda çok sık suistimal yapılır. Devletin yetkilileri böylesi kampanyaları mutlaka denetlemelidir. Kimlerin ne kadar verdiklerinin yanında vaat edip yerine getirmeyenler de ifşa edilmelidir. Binlerce yıllık tarihimizde bazı felaketlerin milletimizin birliğini pekiştirdiğini biliyoruz. Van’daki depremin bölücüler için ders olacağı kanaatimi belirtemeden geçemiyorum.
Aslında Ankara’da yapılan Türk Kardeşlik Teşkilatının genel kurulunu yazacaktım. Değerli dost Dr. Mesut Türker’in daveti ile katıldığım kongre heyecanımı ve Tark aydınlarının endişelerini dile getirecektim. Bu arada Müyesser Yıldız’ın hukuk zaferini, Savcı Zekeriya Öz’e karşı kazandığı tazminat davasını yazacaktım. İstanbul 4. Asliye Ceza hakimlerine “Benim için kendinizi ateşe atmayın” diye seslenen Müyesser Yıldız’ın “Nasıl olsa Yargıtay 4. Dairesi kararı bozar” endişesini paylaşacaktım. Ayrıntıları önümüzdeki yazıya bırakıyor, yardımların çok sıkı denetlenmesi gerektiğini hatırlatıyorum.