Deniz kuvvetli olmanın bedeli!
Osmanlı Türk tarihi incelendiğinde, denizde güçlü bir donanmaya sahip olmanın emperyalist devletleri nasıl ürküttüğü görülür.
Donanmayı hümayunu güçlendirmeye çalışan padişah ya da devlet yöneticilerinin ne denli saldırı ve entrikalarla karşı karşıya kalındığını tarih söyler. Sultan Abdülaziz'in darbeyle tahttan indirilmesinin güçlü bir donanma inşa etmesiyle yakından ilişkisi vardır.
Bilindiği gibi Abdülaziz'in saltanatı sırasında üzerinde en fazla durduğu husus, "ordu ve donanmanın tensik, tanzim ve yeni usul ve kaidelere göre tekâmülü idi". Abdülaziz donanmayı tamamen değiştirmiş, yenileştirmiş, zırhlı hale getirmiş ve birkaç misli güçlendirmiştir. Onun zamanında ordu ve donanma her şeyin üstünde tutulmuş, yeni silahlarla donatılmış ve Osmanlı donanması da İngiltere ve Fransa donanmalarından sonra dünyanın sayılı donanması haline gelmişti.
Büyük devletler ise özelde Osmanlı donanmasını genelde de Osmanlı ordusunun güçlü olmasını asla istemiyorlardı.
İngiltere'de Osmanlı ordu ve donanmasının güçlenmesini istemiyordu. İngiltere büyükelçisi sadrazama bir defa açıkça:
- Bu kadar büyük donanmayı ne yapacaksınız? Rusya'ya karşı ise, fazladır. Rus donanmasından birkaç defa üstün bir donanma meydana getirdiniz. İngiltere'ye karşı ise, İngiliz donanmasına yetişebilmeniz imkân haricindedir, şeklinde endişelerini belirtmiş, Sadrazam:
-Zat-ı Şahanenin arzuları bu istikamettedir, diyerek adeta padişahı hedef gösteren bir cevap vermiştir.
Nitekim İngiltere, Sultan Aziz'in tahtan indirilmesini olumlu karşılayacağını, Londra'yı ziyareti sırasında Hüseyin Avni Paşa'ya bildirecektir. İstanbul'daki İngiltere Büyükelçisi Sir Henry Elliot bu bağlamda Hüseyin Avni ve Mithat Paşalarla karmaşık ilişkiler içine girmiştir.
Abdülaziz'in hal'inden bir hafta önce 26 Mayıs 1876'da 'İstanbul'da gidişatın iyi olmadığını ve bu gidişle Abdülaziz'in hal'inin yakın olduğunu' İstanbul'daki İngiliz elçisi Sir Hanri Elyot hükümetine bildirmiştir. Bu durum Abdülaziz'e karşı yapılan saray darbesinden İngiliz Büyükelçinin haberdar olduğunu göstermektedir.
Tarih böyle diyor!
Denizde güçlü bir Türk donanması bütün Türkiye düşmanı unsurların istemedikleri bir durumdur. Günümüzde ABD/İngiltere ve Rusya'nın Türk deniz kuvvetlerinin güçlü olmasını asla istemedikleri, Yunanistan, İsrail, Kıbrıs Rum kesimi gibi ülkelerde bunu tehdit olarak gördükleri bilinmektedir.
CIA'nın güdümündeki FETÖ'nün darbe teşebbüsü öncesinde Deniz Kuvvetlerine karşı yürüttüğü sayısız kumpas ve "Askeri Casusluk", "Amirallere Suikast" gibi davalar açması rastlantı değildi.
MİLGEM Projesi ilk kez bir savaş gemisinin yerli olarak savaş yönetim sistemi (GENESİS) entegrasyonu da dahil olmak üzere tüm tasarımı milli olacak şekilde gerçekleştirilmesi dikkat çekiyordu.
ABD/İsrail/Fransa/Yunanistan/Rum Yönetimi vb. ülkelerin Türkiye'yi Mavi Vatan'ından kopararak sahile hapsetme girişimine Libya'yla Münhasır Ekonomik Bölge anlaşması imzalanarak cevap verilmesi bölgede hesabı olan ülkeleri ürkütmüştü.
Doğu Akdeniz'de bayrak gösteren Türkiye, bölgede hesabı olan ülkeleri ciddi biçimde rahatsız ediyordu.
Kişisel ve ideolojik nedenlerle Mısır'la Türkiye arasındaki ilişkilerin kesilmiş olması ve Mısır'ın karşı cepheye itilmesi de deniz kuvvetlerinde rahatsızlık yaratıyordu.
Cihat Yaycı, ilk olarak Libya ile ilan edilen Münhasır Ekonomik Bölge anlaşmasının benzerini İsrail ile "en kısa sürede" yapılması gerektiğini ilk ifade eden kişiydi.
Son olarak da "Irak'ta Yaşanan Savaşlar ve Türkiye'ye Etkileri" üzerinde bir makale yazarak gelişmelerin arkasından değil önünde nasıl gidileceğini izah etmişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Yaycı'nın çabalarını isim vererek bizzat övmüştü. Buna karşın Yüksek Askeri Şura'ya iki ay kalmışken bu amiral bizzat cumhurbaşkanı tarafından görevinden alındı ve istifa etmek zorunda bırakıldı.
Deniz kuvvetlerinde hizmet etmenin de bir bedeli vardır.
Bütün tarihi, stratejik ve siyasi müktesebat birlikte dikkate alındığında, Cihat Yaycı'nın görevinden alınması doğal ve normal görünmüyor.
Size görünüyor mu?