Deniz altında 41 milyon euro

Feneri fena söndürmüşler


Muhtaçlara yardım götürme bahanesiyle Almanya’daki müslümanları soyup soğana çevirdiler. Deniz Feneri vurgununa adı karışan Zahid Akman, basın yoluyla infazları yapılan Ümraniye zanlılarını geç hatırladı: Hakimler karar vermeden kimse suçlu ilan edilemez!


RTÜK Başkanı Zahid Akman, Frankfurt’taki mahkeme zabıtlarından Türk basınına yansıyan -AKP’li gazeteler korkudan yazamıyor- ilginç haberler üzerine, “Bu iddia (kuryelik), itirafçı sanık olarak yargılanan bir şahsın mesnetsiz iftiralarıdır” diyor.
Devam ediyor:
“Bu iddialarla ilgili hakkımda ne Türk, ne de Alman yargı mercilerince açılmış bir soruşturma, kovuşturma veya dava yoktur.”
Doğru...
Bu görev Türk yargıçlarına düşüyor... Şimdiye kadar bir Türk savcısının Dışişleri kanalıyla Alman adaletinden böyle bir talebi oldu mu?
Önemli olan bu.
Almanya’da olsaydı...
Televizyonda RTÜK Başkanı Zahid Akman’ın ’yetersiz’ açıklamasını dinleyen Almanya’da yaşayan bir Türk avukat, “Zahid Bey, Alman savcısının hazırladığı iddianameyi hiç okumamış galiba... Almanya’da olsaydı, adamı hemen görevinden istifa ettirirler, sanıklar arasına gönderirler, hesap sorarlardı. Eğer son 1.5 yıl içinde Almanya’ya gelseydi belki de gümrük kapısından alınıp savcının karşısına çıkarılırdı” diyor.
Kul hakkına af yok
Kuran’da Bakara Suresi’nden başlayarak görüyoruz ki İslam, iki temel büyük günahtan bahsediyor.
Biri, Allah’a ’şirk’ koşmak, yani onun dışında maddi ya da manevi şeylere tapmak, diğeri ise ’kul hakkı yemek’... Bu iki büyük günahın affı mümkün değildir. Müslüman olduklarını ve İslam adına hareket ettiklerini beyan ederek maddi yardım toplayıp bunları kendi amaçları için kullanan bu şahıslar, kul hakkı yediklerinin farkında değiller mi? İslam duyarlılığı olan samimi Müslümanların da bu şahıslara tavır alarak derslerini vermesi gerekmiyor mu?
* Yalçın Bayer / Hürriyet


+++++++

GÜNÜN SORUSU
Deniz Feneri derneği yöneticisinin Ergenekon davasını başlatan sözde haham kadar kıymeti yok mu?
* Ertuğrul Özkök


+++++++

Patlak ampul
Alman polisi de olmasa bir şeyden haberimiz olmayacak... Alman Polisi, YİMPAŞ’tan sonra Almanya’da Türklerden topladıkları paraları hortumlayan Deniz Feneri adlı yardım derneğini de çökertti. Yöneticilerini kelepçeleyip mahkemeye çıkardı. Muhasebe sorumlusu Firdevsi Ermiş mahkemede şöyle diyor:
- Türkiye’deki bağlantılarımız bizim dediğimiz olacak diyorlardı...
Bu dernek Türkiye’de de çalışıyor. Ama Atatürkçü derneklere müfettiş gönderip aylarca denetim yaptıran hükümet bu derneğe hiç ilişmiyor. Saf saf soralım: Neden dersiniz?
* Melih Aşık / Milliyet


+++++++


İnanç üzerinden vurgun da böyle yapılır...
Müslüman’ın malı ortaktır!

Masum insanların yoksula, felaketzedeye, çaresiz kalmışa yardım için yaptığı bağışı gemi almak, şirket kurup ticaret yapmak, radyo ve televizyon şirketine ortak olmak ve bir kısmını da cebe atmak için kullananlar Frankfurt’taki yargıç önünde çözüldükçe her şey daha iyi
görülüyor.
Ve tabii “yetim hakkı yememe” edebiyatının hiçbir hırsızı aklamadığı da...
Deniz Feneri isimli dernekteki yolsuzluktan söz ediyoruz. “Dinci kesimin Kızılay’ı” diye geçinen dernekten...
Yazılı belgelere göre 41 milyon 600 bin Euro toplanmış. Bunun şirketlere, ona buna gönderildiği kayda geçen bölümünden ayrı olarak 2 milyon 900 bin Euro’luk kısmı buharlaşıp uçuvermiş... Ama kimsenin günahı yok! “Saçı bitmedik yetim hakkı yememek” acaba bu mu?
Bu tür eylemler Almanya’da suç oluşturuyorsa Türkiye’de neden kimse “Nereden ne kadar yardım topladınız? Nereye ne kadar harcadınız?” diye sormuyor?
Almanya’daki arkadaşlarımız, oradaki Deniz Feneri skandalı ortaya çıktıktan sonra dosyanın “Sizi de ilgilendirir” diye bizim Maliye Bakanlığı’na bağlı “Mali Suçları Araştırma Kurulu” na (MASAK) gönderildiğini bildiriyorlar. Ama MASAK’ta
hareket yok.
Acaba “Müslüman malı ortak” lafını “Müslümanı soymak mübah” diye mi anlıyorlar?
* Oktay Ekşi / Hürriyet


+++++++

BAĞIŞ!
Dümbeleği çala çala
Türkiye’deki Deniz Feneri’ni aradım.
Karşıma çıkan telesekreter, beni telefonda
uzuuun uzun bekletirken, fonda devamlı ne çalıyor
biliyor musunuz?
“Dümbeleği çala çala yoruldu bileklerim...”
Mesajı aldım.
Kapattım.
* Yılmaz Özdil / Hürriyet


+++++++


Konu anlatımlı
Üç adımda dış politika
BU arkadaşların dış politikası netice itibarıyla üçe ayrılır:
- Düş politika.
- Duş politika.
- Tuş politika.
Misal Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Erivan’a gidip gitmemesi konusu:
Ben oturup iki hafta bir yere gidip gitmeyeceğini düşünen, ama karar veremediği için müşterek bahis konusu olan Cumhurbaşkanı hiç görmemiştim. Üstelik Başbakan “Gidecek, gidecek...” dedikten birkaç saat sonra, çok net ve kararlı bir açıklama da yaptı: “Giderim de, gitmem de...”
Aklınca Erivan’a maça gidecek, Ermeniler soykırım ve tarihsel iddialardan vazgeçip Türkiye ile dost olacaklar...
Düş bu...
*
Duş politikaya geçiyoruz:
Genelde mayo ile suyun içinde gördüğünüz bakanları Kürşad Tüzmen, misilleme olarak Rus mallarına yaptırım uygulanacağını balıklama stili ile açıkladı.
Birkaç saat geçti-geçmedi...
Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, medyanın karşısına geçerek “Yok öyle bir şey” anlamında kendi bakanlarını yalanladı.
Kürşad Tüzmen, bu aceleciliği ile Kürşad Tezmen
oldu.
*
Tuş politika:
Başbakan arkadaş Kafkaslar’da yeni bir pakt kurmaya kalktı.
Bu iyi bir fikirdi.
“İyi fikrin” tek eksiği vardı; herkese kötü fikir gibi geldi...
Kötü karşılanan bu iyi fikir; Gürcistan’ın güvenliği içindi. Ama ilk önce Gürcistan kaytarıp AB’nin devreye girmesini istedi.
Ve tüm muhataplar burun kıvırdılar.
Olduk mu tuş...
*
Dış politika ciddi devlet adamlarının
işidir.
* Bekir Coşkun / Hürriyet


+++++++


Erdoğan “yetim hakkı”nı korumak İçin verdiği sözü tuttu
Yedirtmedi; dişletti!..
AKP’nin ’aklan da gel’ politikası tutmadı. Partililerin yeni stratejisi, ’yerel seçimleri atlatana kadar saklan da unutturalım Şaban!’
Hakkındaki iddialar yargı makamlarınca onaylanırsa, tarihe ’1 milyon dolarlık rüşveti belgeleyen adam’ olarak geçecek olan Şaban Dişli AKP’deki görevinden istifa etti. Ancak bu istifanın, partisinin yaptığı hesapların sağlaması olduğunu söylemek zor. Mesela bir Rizeli çıkıp da, ’ha şurda bizim meydanda dediydi “yetim hakku yedurmem” diye daaa. Gördün mü uşağu, ne sözünün eri adam imiş’ demiyor.
Yandaş medyanın olanca gücüyle çabalamasına rağmen, AKP’nın ’aklan da gel’ politikası tutmadı. Sebep çok basit. Dişli’nin seçmen önünde görücüye çıkmadan önce aklanıp paklanacağı hamamın kapısı ’vekilllere kapalı’!
Bu durum Mehmet Y.Yılmaz’ın da kafasını kurcalamış olacak ki, soruyor:
“Şaban Dişli, nasıl aklanıp da geri dönecek?
Dişli’nin aklanması için bir yargı sürecinden geçmesi, dokunulmazlığının kaldırılması gerekiyor ki arkadaşlarına verdiği sözü tutabilsin. Bunu kim yapacak?
Dokunulmazlıkları nedeniyle benzer davalara ilişkin dosyaları tozlu raflarda bekleyenler mi?
Seçimlerden önce ”Dokunulmazlıklar yasama faaliyeti ile sınırlandırılacak“ dedikleri halde, seçimin ertesinde ilk önce bunu unutanlar mı?”
Yılmaz da Şaban Dişli’ye “aklanıp da gel” diyenlerin, ona bu fırsatı vermeyeceklerine inananlardan.Neden mi? “Bunun yaratabileceği zincirleme reaksiyonu göze alamayacaklar” da ondan.


+++++++


Benim savcım işini bilir
Başbakan ne demişti:
“- Ben Ergenekon davasının savcısıyım...”
Eh, ben de, müsaadenizle, Ergenekon davasının sanığı değil miyim!..
Benim savcım olan RTE’nin bir görevi var; Dişli’ye diyecek ki:
- Dokunulmazlığını kaldıralım, yargılan!..
Peki, ama bu durumda Şaban Dişli Genel Başkanı’na, mukabele-i bilmisil olarak şunu söylerse ne olacak:
- Önce senin dokunulmazlığını kaldıralım...
RTE ne yapacak?..
Doğrusu benim savcım RTE’nin işi zor...
* İlhan Selçuk / Cumhuriyet


+++++++

MİNİ YORUM
Erivan’ın sembolik değeri
Abdullah Gül’ün Erivan’a gidip maç izlemesinin ’iddia edildiği gibi’ hiçbir sembolik değeri yoktu. Ama Erivan bu ziyareti sembolleştirecek unsurlarla doluydu. İşte şimdi onları kullanarak, Erivan gezisini ‘anlamlandırmaya’ çalışıyorlar. Sözde “soykırım” anıtını, “soykırım” müzesini, “soykırım” şehitleri için saygı duruşu ritüelini, dua etmeyi, hatta af dilemeyi... Bütün bunları bu gezinin içine sokmayı deniyor, en azından girişiminde bulunulabileceğini gösteriyorlar. Cüretkarlıklarıyla hareket alanlarını genişletiyorlar. Bu kazanımları da, Gül’ün gezisine ‘onlar’ca bir değer yüklüyor gerçekten...
* Selcan TAŞÇI

Yazarın Diğer Yazıları