Demokrasiye faul yapılıyor

Bir süredir siyaset sahnesinde tanıklık ettiğimiz olaylar, Batı demokrasilerinde karşılaşılan bir siyasi mücadele yöntemine işaret etmiyor. Hedeflenen bir siyasi sonuca ulaşmak amacıyla bir liderin ya da bir partinin üst kademe şahsiyetlerinin özel hayatlarını gözetlemek, kaydetmek ve daha sonra bunları kamuoyuna deşifre etmek ya da bu tehdide başvurmak yönteminden söz ediyoruz.


Suç olan fiil meşru gösterilemez
Bu yöntemin geçen yıl mayıs ayından bu yana artık yaygın bir kullanıma girdiği Türkiye, bütün aksaklıklarına, duraklamalarına rağmen 60 yılı aşkın bir süredir hukukun üstünlüğüne saygılı bir demokrasi olma iddiasında ve AB ile tam üyelik müzakereleri yürütüyor.
Böyle bir ülkede kimliği meçhul birtakım karanlık kişilerin, şebekelerin ellerini kollarını sallayarak kaset yöntemiyle sonuç almaya çalışması ve belli ölçülerde etkili de olabilmesi, hem hukuk devleti hem de demokrasi açısından çok sorunlu bir durumdur.
Hukuk açısından sorunlu. Çünkü yapılan iş, öncelikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa’nın koruma altına aldığı özel hayatın gizliliği ilkesine aykırı. Ayrıca, Türk Ceza Kanunu’nda suç olarak tanımlanmış bir fiilden söz ediyoruz. TCK, gizliliğin görüntü kayda alınarak ihlal edilmesi suçu için 1 yıldan 2 yıla kadar hapis cezası öngörüyor. Görüntüyü ifşa edenler de üç yıla kadar hapis cezasına çarptırılıyor. Fiil basın ve yayın yoluyla işlenirse ceza yarı oranında artırılıyor.
Yasaların açıkça suç olarak tanımladığı bir fiilin kullanıldığı bir yöntem hiçbir şekilde meşru gösterilemez.


Demokratik yarış gölgelenmemeli
Demokrasi açısından da sorunlu. Çünkü, bugünlerde tanık olduğumuz üzere, kaset yöntemine seçim yarışı içinde olan bir siyasi partiye zarar vermek amacıyla başvuruluyor.
...Seçime neredeyse üç hafta gibi kısa bir süre kalmışken, Türkiye’nin üçüncü büyük partisi gün aşırı yeni darbelerle sarsılmakta, zamanının önemli bir bölümünü bu hamlelere yanıt vererek geçirmektedir. Enerjisini, zihinsel mesaisini var gücüyle seçim çalışmalarına yoğunlaştıracağına, meçhul bir hasmın kendisini içine düşürdüğü bir tuzakta bir hayalet ile boğuşmaktadır.
Adil bir seçim gerçek rekabet koşulları altında yapılmalıdır. Gerçek rekabet koşullarını gölgeleyen ve mağduriyet algısı yaratan her gelişme demokratik süreci de sakatlar. Bu haliyle demokratik süreci sakatlayan bir faul yapılıyor.
Sorun, sahada bu faule düdük çalan bir hakemin olmamasıdır. Bu durum, ne yazık ki seçim öncesinde partiler arasındaki rekabet ortamına muazzam bir kuralsızlık getiriyor. Hükümetlerin asli görevlerinden biri, hukuk düzenini savunmak, kuralları işletmektir. Bir hükümet üyesinin adının bir elektronik posta sahteciliği faaliyetine bulaştırılması karşısında gösterilen atak tutumu, muhalefet partisinin hedef alındığı kaset olayında göremiyoruz.
Bu görüntülerin kaydedilmesinin amatör değil, profesyonel bir organizasyonun eseri olduğunun hissedilmesi, hükümete dönük kuşkuları da besliyor. Görünüşte olayın failleri MHP içi muhalefet gibi takdim ediliyor. Bu ihtimal tümden dışlanmamalıdır. Ancak kasetler seçimden önce ortaya çıksaydı bu tez daha inandırıcı gözükebilirdi.


Üçüncü dünyalılığa devam
Burada yöneltilmesi gereken bir soru, MHP’nin almakta olduğu bu darbelerden kimin yarar sağladığıdır. MHP’yi hedef alan son kaset kampanyasıyla birlikte baraj tartışmaları yeniden dolaşıma girmiştir. Hükümetin MHP’yi yüzde 10 barajının altına düşürmek gibi bir hedefinin olduğunun bilinmesi ister istemez kimi zihinlerde bir ilişkilendirmeye yol açıyor. En azından pek çok MHP’linin algısı bu yöndedir.
Hükümet, bütün bu olan biten karşısında gerçekten seyirci konumunda da olabilir. Kaset skandalı ilk patlak verdiğinde hükümet bu yöntemin karşısında olduğunu kuvvetli bir şekilde ortaya koymuş olsaydı, bugünkü şüpheleri bertaraf etmesi de çok kolaylaşırdı. Oysa hükümetin rahatsızlık duyması bir yana, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan MHP’yi geriletebilmek için bu kasetleri seçim meydanlarına taşımıştır.
Türkiye’nin demokrasi ile olan ilişkisi, 1946 seçimlerinden bu yana sıkça demokrasiyi bozan, kurallarını ihlal eden, başkalaştıran bir tecrübe olmuştur. Türkiye’nin demokrasi literatürüne en son armağan ettiği olumsuzluk, demokratik yarışta kaset yöntemidir. Bu haliyle, yaşadığımız olay bize bir üçüncü dünya demokrasisinde yaşamaya devam ettiğimizi anlatmaktadır aslında.
Sedat Ergin / Hürriyet

+++

Öcalan’ı Türkiye’ye getiren emekli Korgeneral Engin Alan’ın Silivri zindanında tutulma sebebi Tayyip Erdoğan’ı görünce ayağa kalkmamakmış(!)

Sen de bu itirafın sahibini orada “oturtma” ey halkım!

Oturan komutana “gereğini” yapmış!..

***


İnsan nasıl duracağını şaşırıyor... Otursan suç...
Ayakta dursan...
Ata’nın huzurunda saygı duruşuna “Öyle sap gibi ayakta duruyorlar” diye kızdı öbürü...
İkisinin ortası yan yatsan... Bu kızıyor:
“Askerlik yan gelip yatma yeri değildir...”

***


Sınırdaki gözetleme yerinde Başbakan’ı korkutup oturtan komutan da gitti...
Oturtmaktan...
Çanakkale’de Başbakan gelince oturan komutan ise...
Oturmaktan...

***


Devrin en oturaklı devlet adamı Bülent Arınç ise, oturak niyetine kullandığı siyaset kürsüsünde doğru pozisyonu gösterdi:
“Şöyle geleceksin, topuk selamı verip gideceksin...
Sen benim memurumsun...
Oturduğun yerde oturacaksın...”

***

Ki ertesinde Başbakan oturanın başına ne geldiğini açıkladı:
“Törende Başbakan gelir de bir korgeneral ayağa kalkmaz mı?..
Oturdu, bedelini ödedi, gereği yapıldı...”
Ergenekon Davası’nın hangi hukuk zihniyetine oturtulduğunu anladınız mı şimdi?.. Bir intikamın...
Bir kinin...
Bir nefretin...
İnsanın yüreğine oturuyor; bu ülkenin demokrasiden haberi bile yokken...
Ona yüzyılın en şerefli zaferini, modern devleti, demokrasiyi, Cumhuriyeti armağan eden Türk ordusuna bu kin, nefret niçin?..
Bir iktidar niye kendi askerinden böyle intikam almak ister?..
O neyin iktidarıdır o zaman?..
Kimin?.. Oturtun bir akla mantığa, oturtabiliyorsanız...

***

Paşa da sanıyor ki bir suçu var, hapiste oturuyor...
Demek ki içeride oturması, kalkmamasından...

***

Çok sayıda okur, bu itirafı duyunca tepki notu gönderiyor dünden beri... Bu son itiraf içinize oturdu belli... İyi de, seçime az kaldı... O zaman “gereğini” yap sen de...
Oturtma...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet

+++

Bakarkör olmayan anlar; hedef Bahçeli

Başbakanımız her mitinginde “et tekrar-u ahsen velev kane yüzseksen” diyor... Bi şeyi kırk kere söylersen olur’un Arapça meali, yüzseksen kere tekrarla jetonları anca düşer yani.

***

Büyük sözü dinleyelim.
Taa geçen sene yazdığımızı...
Tekrar yazalım.

***

Ecevit hastaydı, yürüyemiyor, bırakmıyordu, İsmail Cem ile Hüsamettin Özkan gidişatı değiştirmek için ayrıldı, yeni parti kurdu, sol için umut oldu... O da ne? ABD’den gelen arkadaş “ben de varım” dedi, işin içine girdi, n’oluyo demeye kalmadan, “ben artık yokum” dedi, çarşı karıştı tabii, satan satana, lider adayı İsmail Cem aniden bertaraf oldu.
Mehmet Ağar ile Erkan Mumcu, ortak oldu, barajı geçmelerine kesin gözüyle bakılıyordu, tarih başka akacaktı, bi katakulli, darmadağın, ikisi de tasfiye oldu.
Cem Uzan, parti kurdu, bismillah, üç ayda langırt diye yüzde yedi’yi geçti, faktör oldu... Ve, hızar çalıştı, onu da biçti.
Tuncay Özkan, partisi marjinaldi ama, milyonları sokağa dökmeyi başarıyordu, doooğru Silivri’ye... Doğu Perinçek, milyonları sokağa dökemiyordu ama, ne diyecek diye milyonlar onun ağzına bakıyordu, takır takır anlatıyordu çünkü... Paket, Tuncay’ın yanına.
Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopteri düştü. Herkes dinleniyor, herkesin o anda nerede olduğu biliniyor, kokpitteki gazetecinin imdat çığlıkları canlı yayında, köylüler düşse düşse şuraya düşmüştür diyor, nafile, öldüğünden emin olunana kadar kıç kadar arazide bulunamadı.
Deniz Baykal’a komplo; cezaevine gönderilemediği için evine gönderildi.
Açın haritayı... Tanganika’dan Yeni Zelanda’ya, Güney Afrika’dan Norveç’e kadar, son 8-9 senesindeki siyaset sahnesinde, bu kadar “tesadüf” ü olan bi başka ülke gösterebilir mi kimse?
Sağcı-solcu olmayagerek yok.
Bakarkör olmak yeterlidir.
Sıradaki hedef...
Devlet Bahçeli’dir.

***

Tekrar yazayım mı?
Yoksa, zihinlerde ampul yanması için, yurtdışından çakma isimle internet sitesi ayarlayıp, bi de ordan mı yazayım?
Yılmaz Özdil / Hürriyet

+++

... Maalesef bu; bir demokraside asla olmaması gereken ve gerçek demokrasilerde görülmemiş bir mesajdır; “Beni kızdıran herkes yıllar sonra bile olsa bedelini öder”...
Ruhat Mengi / Vatan

+++

Başka kimlere bedel ödetiyorsun

Başbakan diyor ki: “Ülkenin başbakanının katıldığı törende o korgeneral ayağa kalkmadı. Bedelini de ödedi. Gereği yapıldı, gideceği yeri buldu.” Balyoz sanığı e. Korg. Engin Alan darbe teşebbüsünden hapiste
sanıyorduk.
Meğer Başbakan konuşmasını bitirdiğinde ayağa kalkmadığı için hapisteymiş. Hesabı hukuk üzerinden görülmüş.Başbakan’a “yanlış!” yaptığından dolayı bedel ödeyen tek kişi Engin Alan değil tabii.
“Tayyip Erdoğan’ın bir milyar doları var” diyen Tuncay Özkan’ın akıbetinin ne olduğunu Erdoğan geçenlerde açıkladı:
“Benim için, bir milyar doları var diyen şimdi Silivri’de yatıyor...” Yazar Ergün Poyraz örneğin... Tayyip Erdoğan’ı eleştiren ilk kitabının ardından kendini cezaevinde buldu. Üç yıldır yatıyor, yattıkça yazmayı sürdürüyor. Sürdürdükçe hapisten çıkması mümkün görünmüyor.
“Parasız eğitim istiyoruz” pankartı açan gençler...
O pankartı açmasalardı “terör örgütü üyesi” oldukları büyük ihtimalle keşfedilmeyecekti! Açtıkları an keşfedildi, o gün bugün hapiste, bedel ödüyorlar.
Aydınlık dergisi Genel Yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım, Tayyip Erdoğan’ın işadamı Remzi Gür’le yaptığı telefon görüşmesini yayınladı. Yayınlar yayınlamaz kendini Silivri’de buldu. İki yıldır yatıyor, daha ne kadar yatacağı da belli değil.
Hukuk nasıl ve hangi amaçla kullanılıyor... Onu da bilvesile görmek fırsatını buluyoruz...
Melih Aşık / Milliyet

+++

GÜNÜN SÖZÜ

Bu da ileri siyaset... Seks kasetleriyle rakibinizi yok edip Meclis’te yeterli çoğunluğa ulaşarak Anayasa değiştirecek, başkanlığınızı ilan edeceksiniz...
Haldun Ertem

Yazarın Diğer Yazıları