Demokrasinin başına Engin Ardıç düştü
“Sanat, korkuyla mücadele eder, korkunun ilacıdır. Sanatın konuşamayacağı, el atamayacağı hiçbir yer yoktur. Bir seri katili de anlatırsınız, hırsızı da, politikacıyı da... ‘Neden onların özne olarak seçildiği oyunlar yapıldı?’ diye bir soru sorulduğunda zaten atmosfer faşistleşmiş
demektir.”
Orhan Alkaya
Varın gerisini siz düşünün; Engin Ardıç diyorum! Sizin başınıza düşse ne hale gelirsiniz? Hıh, demokrasi de işte tam o halde!
***
Neden böyle söylediğime gelmeden önce konuyu özetleyeyim:
İstanbul Şehir Tiyatroları, Orhan Alkaya’nın yönettiği “Rosenbergler Ölmemeli” oyununu gösterimden kaldırdı.
Neden?
Tabiri caizse sinek avlayan Şehir Tiyatroları’na seyirci çekmeyi başardığı için mi!
Her sezon perdesini birbirinden iddialı-kaliteli işlerle açıyor olmasına rağmen gişede istediği sonucu alamayan Şehir Tiyatrolarını, uzun zaman sonra ilk kez bu sezon yeniden “oyunu ile konuşulur” hale getirdiği için mi!
Ne yani, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin “başarı”ya alerjisi mi var?
Yerel seçime sadece iki yıl kaldığını düşününce, yok artık daha neler!
***
Bir alerji var muhtemelen de, başarıya değil, fikrimce oyunun içeriğine...
Düşünsenize AKP tipi ileri demokrasi rejimi, tutacak “Yargının siyasallaştığı bir ülkede adalet nasıl sağlanır” sorusuna yanıt arayan bir oyuna sponsor olacak (İBB de AKP’li nihayetinde)!
Gözümle görmeden inanmam; ki zaten “perde kapandığına” göre gözümle de göremeyeceğim.
1950’lerde yani ABD’nin “cadı avı” çağında, atom bombası sırlarını Sovyetler’e vermekle suçlanan Julius ve Ethel Rosenberg isimli sosyalist çiftin idamla sonuçlanan yargılanmasını anlatıyordu Rosenbergler Ölmemeli.
Silivri’de süren davaları ve öncesindeki soruşturmaları eleştiren köşe yazarları Dreyfus Davası gibi bu olaya da sıkça atıfta bulunuyordu.
Alkaya’nın neden bu oyunu seçtiği sorusunu yöneltenlere cevabı netti:
“Çünkü 1950’ler Amerikan siyaseti, benim ülkemin, insanlarımın zehirlenmesinin de müsebbibidir...” AKP yetmedi işin içine bir de ABD’ye kafa tutmayı sokacaksın ha, ne haddine!
Kampanya başladı; Hadi Uluengin, Fikret Ertan oyunun sahnelenmesine itiraz etti.
Sabah yazarı Engin Ardıç alenen hedef gösterdi:
“Gerçek amaç” Tayyip Erdoğan tıpkı Senatör McCarthy gibi davranıyor, zavallı masumları içeri tıkıyor “mesajını vermek, aklı sıra muhalefet etmek...” (Başlığın sebebi hikmeti bu yani)
Alkaya “Çengelköy zerzevatına evrilerek” yazıldığını savunduğu bu satırlara cevaben “Bir McCarthy anolojisi kurmaya kalkışmış olsaydım, fazla uzağa gitmeme gerek kalmazdı Engin, senden bahsetmem yeterli olurdu.” dedi.
Velakin yetmedi, Şehir Tiyatroları oyunu “korsan gösterildiği” gerekçesiyle geri çekti!
***
“Nasıl yani” mi diyorsunuz...
Şöyle ki, Şehir Tiyatroları yönetimi, oyunun yazarı Alain Decaux’nun temsilcisi SACD Ajansı’na başvurmuş, oradan “eser sahibi tarafından hiçbir yerde sahnelenmesine izin verilmediği” cevabını almış (ki hatırlatalım Türkiye’de daha önce Genco Erkal ve Ayla Algan’ın oyunuyla sahnelenmişti ) ve bu karara varmış...
Velev ki durum bundan ibaret, o zaman daha büyük bir skandal yok mu ortada!
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin “sponsoru” olduğu Şehir Tiyatroları bir oyunu çalışmaya başlamadan önce, “oynayabilir miyiz” diye sorma zahmetine girmiyor mu, gerekli yasal izinleri alma ihtiyacı duymuyor mu yani?
Onca oyuncu, ışıkçı, sesçi aylarca çalışsın... Kostümdü, dekordu, afişti yığınla para dökülsün... Hatta oyun “perde” desin... Sonra “aaa, bir de eser sahibinin izni lazımdı değil mi” ciddiyetsizliği içinde gerekli prosedürün takibine geçilsin...
Ya izin vermezse...
Onca emek, onca para çöpe!
Göz göre göre bir kurumu zarara uğratmak değil midir bunun adı?
Bilmediğim için soruyorum; böyle mi oluyor bu işler?
Tayyar’a susturucu taktırmak isteyen özgürlükçü(!)
Nazlı Ilıcak Rotahaber adlı internet sitesine yaptığı açıklamaların bir yerinde şöyle diyor:
“Biz gazeteciler aramızda hesaplaşabiliriz. Etik açıdan birbirimizi eleştirip sorgulayabiliriz yarınki nesillere miras kalabilir... Yarınki nesiller kınayabilir. Ama bunu ötesinde o da hapse girsin bu da tutuklansın bunları doğru bulmuyorum.”
Aradan aylar, yıllar değil sadece üç-beş soru geçiyor. Konu “gazeteci kökenli milletvekili” Şamil Tayyar’a geliyor. Aynı röportaj, aynı Ilıcak bakın nasıl tavır değiştiriyor:
“Şamil Tayyar meselesine girmek istemiyorum. Zaten dava açıyorum kendisi hakkında o kadar.”
Bu durumda sorarlar:
Tayyar’ın hangi ifadesinin “yarınki nesillere miras kalmasından” korktunuz acaba?
Hadi diyelim Tayyar şimdi fiilen gazetecilik yapmadığı için “tutarsızlık” kapsamına sokulamaz Ilıcak’ın beyanları...
İyi de -şikayetini geri almış olması bir şey değiştirmez- ikisi dışında bütün sanıkları “gazeteci” olan odatv davasının tek “müdahil”i bu hanımefendi değil miydi?
Hatırlayın Nedim Şener, Ilıcak’ın “şikayetinden vazgeçme büyüklüğü göstermesi(!)” üzerine ne demişti:
“Nazlı Ilıcak şikayetini geri almış olabilir. Ilıcak dışarıda halen hakim-savcı-cellatlık yapmaya devam ediyor. Yamağı ile beraber buraya gelip kendisini savunsun. Gerçekler ortaya çıksın...”
Hasan Cemal burnunda oluşan ödem ve kemik nedeniyle ameliyat olmuş. “Kokuyu alabilmek” hayati önem taşır gazetecilik mesleğinde... Allah herkese sağlık, sıhhat versin, bu işlerin şakası olmaz. Velakin dilimin ucuna geleni yazıya dökmeden
edemeyeceğim çünkü Cemal’in gelecek ilk
itirafnamesinin kapağını görür gibiyim:
“Döndüm çünkü son on yıla dair yazdıklarım ödem etkisinde yanlış koku almamın sonucuydu, sayılmaz!!!”
Ayıbın, sana fazilet gibi geliyor!
Kemalizm; bugünkü televizyon cahillerinin sandığı gibi darbecilik değil; antisömürgeciliktir... Bu terimi 1920’lerde İngilizler; Anadolu’da Kurtuluş Savaşı’nı yürüten kadroları anlatmak için kullanmışlardır.
***
Kemalizm düşmanları üç taburdur.
- Birincileri; Kürtçü/Kürdistancı takımı oluşturuyor. Mustafa Kemal’in önderliğindeki Kemalistler Doğu’da kurulmak istenen Kürdistan Devleti’ni engellediler. O yüzden bölücü takımı Mustafa Kemal’e ölümüne düşmandır. BDP’li ağzı kalabalık Altan Tan da bu zihniyetin ete kemiğe bürünmüş halidir.
- Kemalizm’in ikinci düşmanını da hilafetçi/tarikatçi kesimi oluşturuyor. Siyasetçiler de bu yapıyı besleyerek oradan oy devşirmiştir.
- Kemalizmin üçüncü düşman taburunu liberal denilen uluslararası sermayenin Türkiye’deki fikri temsilcileri oluşturuyor. Bunlar için vatan, bayrak, bağımsızlık, ulusal onur önemli olmadığından; bu kavramların sembolü Kemal Atatürk’ü kötülemek bir fikri görev gibidir. Batı ülkelerinde dorukta olan Kemalizm karşıtlığı; Türkiye’de bu ekip tarafından temsil edilmektedir.
***
Unutulmasın ki Batı dünyası için iki büyük yıkım vardır:
Birincisi, 1453’te Konstantinopolis’in Türkler tarafından ele geçirilmesi...
İkincisi ise Batılılar’ın ele geçirdiği İstanbul’un Kemalistler tarafından Kurtuluş Savaşı ile yeniden elde edilmesidir.
Bu ikinci fethi tamamlayan Mustafa Kemal’e Batı dünyası ölümüne düşmandır... Onun içimizdeki ajanları gibi davranan liberaller de Kenan Evren’in darbeci-gerici uygulamalarını Kemalizm gibi göstererek Kemal Atatürk’ün imajını bozmaya uğraşıyorlar.
Atatürk dönemi Türkiye’sini diktatörlük gibi göstererek karalamaya çalışan art niyetlilere şunu soralım önce:
Cumhuriyetten önce padişahlık vardı. Kemal Atatürk padişahlık yerine cumhuriyeti getirip ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!’ dediği için mi diktatör oldu?
Be hey aptallar! Cumhuriyet, padişahlıktan daha geri bir rejim midir?
***
Ya o yıllarda Amerika nasıldı?
- O ileri demokraside Zenciler ile köpekler aynı muameleye tabi tutuluyorlardı... Beyaz çeteler; Zencileri çekinmeden öldürebiliyorlardı.
- Kızılderililerin çocukları ailelerinden alınıyor; Beyaz okullarında yetiştiriliyor bunlar ancak 20 yaşına geldikten sonra ailelerinin yanına gitme hakkına ulaşabiliyorlardı. Bu uygulama ta 1985 yılına kadar devam etti.
Ey ağzı kalabalık Altan Tan! Demokrasi ülkesi dediğiniz Amerika’da bu ayıplar işlenirken Türkiye’de Kürtlere böyle bir şey yapıldı mı?
Avrupa’da, Yahudiler’in, Çingenelerin ölüm kamplarında soykırıma uğratıldığını ise hatırlatmak bile istemiyorum.
Senin ayıbın, sana fazilet gibi geliyor.
Hem cumhuriyete küfrediyorsun hem de o cumhuriyetin ekmeğini yiyorsun; bu sana yaraşır.
İyi de seni sessizce izleyen, bu halleriyle de onaylamış olan AKP’li vekillere ne demeli?
Bu ayıp da onlara yeter...
Rıza Zelyut / Güneş
İktidar “Kürecik’e kurulan sistemle hiçbir ülke hedef alınmamıştır” diyor. Doğru! Füze kalkanı nedeniyle hedef olan ülke bizzat Türkiye!
Gülhan Elmas / Milliyet
(Açık Pencere)
...derdimiz her isimsiz ihbar mektubunun ardından, kazılan bir yerleri manşetlerimize dolayıp askere çakmak diyorsanız doğru yoldasınız, böyle devam edin. Kemikler
incelenip asırlık hayvan kemikleri olduğu ortaya çıkana kadar çakarsınız.... İnceleme sonuçlarını da iç sayfanın eteklerinde minnacık verirsiniz haber diye... Böylelikle “muteber gazeteci” olursunuz.
Mehmet Yiğittürk / Odatv.com
Sicilleri birbirinden beter
Konuşmaya hakları yok
Ne Zafer Mutlu’nun, ne Ertuğrul Özkök’ün, ne de “Tencere dibin kara” diyip fırsat bu fırsat arada yumruk çakan Fatih Altaylı, Ergun Babahan gibilerin, bunlara rol modeli olan Nazlı Ilıcak, Mehmet Barlas, Güneri Cıvaoğlu gibilerin, hiç birinin temiz medya adına konuşmaya hakları yoktur. Sicilleri birbirinden beterdir. Bugünün medyasının pespaye, rezil, güvenilmez hale getirilmesinde bu kiralıkların büyük vebali vardır. Keşke korkularını yenebilseler de yanı başlarında çalışanlar, tanık oldukları, hatta alet oldukları rezillikleri çıkıp bir bir anlatabilseler...
Herkes bilir ki, bu baş tetikçiler, yıllar yılı patronları Aydın Doğan, Dinç Bilgin ve diğerleri için ellerindeki medyayı, iktidarlara karşı kah sopa, kah havuç olarak kullandıkça kullandılar. Özelleştirme furyasına burunlarını soktular, teşvik yarışına girdiler, arsa rantına kaşık salladılar. Bu uğurda kurt sofrasından daha fazla pay almak için bir birlerine öyle karalar çaldılar ki... Arşivler orada duruyor. Sonrasında da bu baş tetikçiler, küfrettikleri patronların çatısından çatısına transfer oldukları gibi, o patronlar da küfür yedikleri gazeteci kılıklı bu tetikçilere kucak açmaktan hiç uzak durmadılar...
Böyle bir rezilliktir bu...
Mustafa Sönmez / Cumhuriyet