Demokrasimiz böyle kritik eşikteyken...
Bütün Dünyanın kulak verdiği, uluslararası, siyasi ve ekonomik ilişkileri belirleyen, kurumların ve kanaat örgütlerinin Türkiye ile ilgili rapor ve yorumlarını pas geçemeyiz.
İnsan hakları ve demokratik özgürlükler endeksinde; Freedom House (Dünya Özgürlükler evi) 2010 raporunda, Türkiye orta sıralarda yer alıyordu. 2017 raporunda ise; son on yılda en dramatik şekilde puan kaybeden ülkeler içinde Türkiye'nin 34 puan kaybıyla birinci sırada olduğu vurgulandı. 2019 raporunda da Türkiye'nin 2017 ve sonrasında insan hakları ve demokratik özgürlükler olarak; kısmen özgür ülkeler statüsünden, özgür olmayan ülkeler statüsüne geçtiği açıklandı.
Dünya adalet projesi (World Justice Project) 2020 raporunda; Türkiye'nin 2018-2019 yılında hukukun üstünlüğü endeksinde, 126 ülke içinde 109. sırada ve temel haklar endeksinde ise 126 ülke içinde 123 sırada, yani dünyada sondan üçüncü olduğunu açıkladı. Oysaki beş-on yıl önce orta sıralardaydık.
Her yıl AB raporlarında, demokrasi, hapisteki siyasiler ve gazeteciler sorunu tenkit ediliyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, her yıl başvurular sıralamasında Rusya'nın ilk sırada; Türkiye'nin üçüncü ve dördüncü sıralarda olduğunu açıklıyor.
Dünyanın en büyük üç raiting kurumu, Türkiye'nin raitingini yatırım yapılabilir düzeyden ''son derece spekülatif yatırım yapılamaz'' düzeyine düşürdü.
Bu tablo karşısında iktidar, muhalefet ve halk olarak akıl tutulması yaşıyoruz. İktidar hala algı yaratmaya çalışıyor; İktidar destekçisi kabadayılık yapıyor, muhalefette sen-ben kavgası yapıyor. Halk ise çıkarlarına miyobi bakıyor.
Ne var ki; aynı tablo başka ülkede olsa panik yaşanır. Bizde bütün bunlara rağmen çarklar dönüyor. Zira Türkiye genç, dinamik ve müteşebbis nüfusa sahiptir. Bundan sonra iç ve dış siyasi şartları daha da zorlamamak gerekir.
Bu günkü demokrasi sorununun temeli 1980 darbesi ile atıldı. Siyasi partiler kanunu ve seçim kanunu değişti. Zorunlu olan önseçimler partilerin kararına bırakıldı. Yani halkın ön seçim yoluyla demokrasi talebi elinden alındı ve doğal olarak yönetime katılması engellendi. Siyasi partilerde lider sultası oluştu. Siyasi inisiyatifler, tabandan alınıp bir kişiye verildi. Elbette geniş tabanda oluşan siyasi tercihler ve kararlar her zaman bir kişinin kararından daha isabetlidir.
Bu günkü koşullarda Demokrasinin önünü açmak, bir partinin iktidarı ile veya bir kişinin himmeti ile olmaz. Demokrasi isteyen bütün partilerin ve toplumun işbirliği yapması gerekir.
CHP içindeki Muharrem İnce'nin parti kurma tepkisine de böyle bakmak gerekir. Eğer kurultayda Kemal Kılıçdaroğlu, İnce'nin önceki cumhurbaşkanı adayı olarak yanında oturmasını isteseydi, İnce, yeni parti kurmak ister miydi? Kılıçdaroğlu'nun yaptığı taktik hatasıdır. En azından İnce'ye koz vermemiş olurdu. İnce'nin yaptığı ise bunu bahane ederek kişisel kapristir.
Türkiye'nin, demokrasi, hukuk, insan hakları ve ekonomik sorunları bundan sonra artık birilerinin nerede oturması ile değil, proje üretmekle güven vermekle çözülür. İnce, partinin içinde de isterse bu tür çıkış yolları için çalışabilir.
İnce'nin hatası, Cumhurbaşkanı adayı olarak aldığı yüzde 30,64 oranındaki oyların kendi oyu olduğunu zannetmesidir. Öncesinde Ekmelettin İhsanoğlu'da yüzde 38,4 oranında oy almıştı. Bu oyların bir kısmı CHP, bir kısmı Erdoğan'a karşı olan diğer partilerden geldi.
Unutmamak gerekir ki; CHP'nin tarihinde ayrılıkçılar her zaman kaybetmiştir. 1967 de Ecevit karşıtı 47 parlamenter CHP'den ayrıldı. Güven Partisini kurdu. CHP çökecek dendi, Ecevit CHP'nin oylarını yüzde 43'e çıkardı.
CHP'den ayrılan Anadolu Partisi 2014 yılında kuruldu, 2015 seçimlerinde tasfiye oldu.
Yine dikkat edersek iktidar yanlısı yazarlar yüzde 7 ile yüzde 9,5 oyu var diye, İnce'yi provoke ediyor. Bu tür provokasyonlara dikkat etmek gerekir.
Türkiye demokrasi, hukuk, ekonomik olarak kritik eşiktedir. Bu dönemde kişisel hırsı için çalışanlar bu tablodan çıkışı zora sokacaklarının bilincinde olmalıdırlar.