Demokrasi ve TSK

Demokrasinin bir çok tanımı yapılabilir. En kısa ve herkesin üzerinde uzlaşabileceği tanımı bir halkın kendi kendisini yönetme yeterliliğine sahip olması durumudur. Çocuklar 18 yaşına kadar anne ve babalarının vesayeti altındadırlar. Çünkü kendi kendilerini yönetebilme yeteneklerine ve bilgisine sahip değildirler. Ancak zaman içinde bu yetenekleri tedricen kazanırlar. Nihayet 18 yaşına geldiklerinde bütün riskler alınarak, “artık kendi kendini yönet denilir” ve ana/baba vesayeti sona erer.
Peki, halklarda durum nasıldır. Halkların da ana ve baba gibi vasilere ihtiyacı var mıdır? Tarihin çok büyük bir bölümünde halklar, kendilerini milletin babası konumuna oturtan ve bu konumunda kendisine Tanrı tarafından verildiğini ileri süren yöneticiler tarafından yönetilmiştir. Halkların “Tanrı tarafından atanan babaların” ellerinden haklarını almaları 400 seneye yayılan bir süreçte adım adım bazen geri adımlar ile ve Avrupa merkezli olarak liberal ideoloji çerçevesinde gelişmiştir.
Türk tarihinde demokrasinin böyle bir karşılığı yoktur. Türkiye’de demokrasinin tarihi Batı demokrasi tarihinden çok kısadır. Türkiye Cumhuriyeti, Türk milletinin Osmanlı Devletini 1918’de kaybetmesinden sonra nihai yenilgiyi kabul etmeyerek savaşı 1922’ye kadar uzatması sonucunda kurulmuş yeni rejimin ve devletteki sürekliliğe rağmen yeni devletin adıdır. Egemenliğin hanedana değil millete ait olduğu ilk kez 23 Nisan 1920’de dile getirilmiştir.
Cumhuriyeti kuranların ilk hedefi, devletin varlığı ve milletin güvenliğinin sağlanmasıdır. Çünkü bu nesil son olarak 1912’de yani 1923’den 11 sene önce Balkan Savaşı’nda nasıl yüz binlerce Türkün katledildiğini, yüz binlerce Türk’ün sürüldüğünü, “Meriç Nehrinin üç gün bebek aktığını” görmüşlerdir. Öncelik, hiç tartışmasız bütün gücü sağlam temeller üzerine oturan bir devlet kurmaktır. Devlet olmaz ise demokrasi olmaz düşüncesi devleti kuranlara hakimdir. Yeni devletin kurulmasında rejimin elindeki en etkili ve işleyen mekanizma TSK olmuştur.
Atatürk, TSK’yı devletin kuruluş sürecinin önce öncü gücü sonra muhafızı haline getirmiştir. Ancak TSK, Türk ordusunun tarihi içindeki ve Cumhuriyetin kuruluşundaki bütün rolüne rağmen ne Prusyacı Alman militarizminin isimlerinin başında “von” olan aristokrat subaylarının ordusudur ne de şogun/samuray geleneğinin devamı olan Japon militarizminin ordusudur. TSK, bir halk ordusu olarak gelişmiştir.
Bu ordu, 1950 senesine gelindiğinde artık büyük bir çoğunluğu demokrasi ve yenilik isteyen Türk halkı gibi demokrasi istemektedir. Subayların büyük bir bölümü de Demokrat Parti’yi desteklemişlerdir. 27 Mayıs müdahalesi CHP ile DP arasında bir iç savaşa gidişi durdurma çabası olarak ordu içinde taraftar toplamıştır. Ancak 13 Kasım sonrasında 27 Mayıs’ın CHP eksenine tamamen kayması zaten kırılmış olan DP’li kitlelerin kırgınlığını artırmıştır.
12 Mart ise özü itibarı ile ordu içindeki Marksist örgütlenmenin darbe yapmasını engelleyen bir karşı darbedir. 12 Mart sonrası uygulamalar sadece eylemci solu değil, entelektüelleri de hedef almış, böylece sol ile ordu arasında da gerilim oluşmuştur. 12 Eylül, 12 ve 13 Eylül şeklinde ikiye ayrılmalıdır. 13 Eylül’den itibaren yapılanlar Türk milletine ağır darbeler indirmiştir.
12 Eylül’e geliş sürecinde ise siyasetçiler askerlerden daha fazla suçludur. Ülke kan gölüne dönmüş iken Ecevit ve Demirel değil çıkış yolu aramayı, birbirlerin ile konuşmamaktadırlar. Rahmetli Türkeş’in şiddetin durması için MHP-CHP yakınlaşması çabaları, CHP tarafından kabaca geri çevrilmiştir. 12 Eylül’ün Türk milliyetçilerine karşı haksız ve alçakça uygulamaları Türk milliyetçilerinde de TSK’ya karşı kızgınlık ve kırgınlık oluşturmuştur.
28 Şubat müdahalesi ve kaba, ilkel sözde laikçi özde İslam karşıtı uygulamalar Türk milleti ile ordu arasındaki karşılıklı güven ve sadakat bağını ortadan kaldırmıştır. Merkez sağ kitleler TSK’ya karşı kızgınlıklarını içlerine gömmüşlerdir. Atatürk’ün siyaset anlayışı, metodolojisi ve zaman/zemin ilişkisini anlamaktan çok uzak uygulamalar, bugünün Türkiyesi’nin zeminini hazırlamıştır. Pentagon/NATO demokratikleştirmesi böyle bir sosyal zeminin üzerine oturmuştur.
Sonuç olarak TSK’nın bütün Türk devletlerinde olduğu gibi kuruluşunda öncü güç olduğu devletin üzerine göz bebeği gibi titremesi normaldir ancak bu devletin asıl sahibi TSK’nın içinden çıktığı Türk milletidir ve 4000 yıllık bir millet vasi istemez. Peki, millet hata yapar ise ne olur? Tarih hata yapan milletlerin bedel ödediğini gösterir. Türk milleti de 4000 sene içinde bir çok hata yapmış ve bedelini ödemiştir. Ancak yine de vardır ve var olmaya devam edecektir. Paniğe gerek yok. Mesele demokratikleşmemizin milli ve iç dinamiklere dayalı olması meselesidir. Yoksa bugün “demokratikleştirenler” yarın militerleştirebilirler.

Yazarın Diğer Yazıları