Demokrasi, Siyasetçiler ve TSK

Demokrasi için asıl tehdit TSK’dan mı kaynaklanmaktadır yoksa demokratik kültürün gelişmesini engelleyen siyasetçilerden mi? Türk siyasetçileri evde karılarını dövüp, dışarıda feminizm toplantılarında bildiri sunan akademisyenlere benzemektedir. Partilerinde demokratik kültürün gelişmesine izin vermeyen, siyasal partiler yasasının bütün anti demokratikliğine rağmen değişmesinin önünde duran, milletvekillerini kurşun asker gibi gören, lider sultasını besleyen bir siyasal kültürün unsurları Türkiye’de demokrasinin gelişmemesinin bütün suçunu TSK’ya yükleyerek işin içinden çıkmaktadırlar.
Türkiye eğer sağlıklı bir demokrasi kültürüne dayanan kırılgan olmayan demokrasi, seçmene ve anayasaya karşı sorumluluk duyan bir demokrasi kültürü zemininde sürdürülebilir bir demokratik sistem oluşturmak istiyor ise, Türkiye’de demokratik sistemin zayıflığını askeri müdahale ve askeri vesayete bağlama kolaylığından vazgeçmelidir. Askeri müdahaleler bir neden değil sadece bir sonuçtur.
Türkiye’de demokratik mücadele 1946’dan buyana hem parti içi hem diğer partiler ile mücadelede rekabetçi ve yarışmacı olacağı yerde tahakküm edici ve yok edici kodlar üzerinde hareket etmeyi tercih etmiştir. Liderler parti içi muhalefeti partiyi diriltici ve canlandırıcı değil, ihanet eden bir yapı olarak görürken, rakip lider ve partiyi ise imha edilmesi gereken bir düşman olarak algılamışlardır. Doç. Dr. Şerif Demir tarafından yazılan Düello-Menderes ve İnönü (Demokrat Parti’den 27 Mayıs Darbesi’ne Olaylar) Timaş Yayınları, 2011) başlıklı kitap okunmadan 27 Mayıs’ı anlamak mümkün değildir.
12 mart muhtırası TBMM’den okunduğu zaman koskoca meclisten bir tek milletvekili Hasan Korkmazcan muhtıranın okunmasına “hayır” diyebilmiştir. O da askeri muhtıranın okunmasının iç tüzüğe aykırı olduğunu ifade ederek karşı çıkmıştır. Bunun dışında İnönü dahil herkes susmuştur.
12 Eylül’de askerler tarafından götürüldükleri Hamzaköy’de gözaltında tutulan Demirel ve Ecevit orada dahi bir birleri ile küstür. Oysa 12 Eylül öncesinde 9 ay süresinde cumhurbaşkanı Ecevit ve Demirel’in uzlaşmaz tavrından dolayı seçilemez iken bu liderlerin milletvekilleri arasından sokaklar kan gölüne dönmüş iken Ajda Pekkan’a cumhurbaşkanlığı için oy çıkmaktadır. Bir koalisyon hükümeti siyasal sistemi ve demokrasiyi güçlendirecek tek çare iken Afganistan ve İran’da yaşanan gelişmelere ve Türkiye’de kontrolden çıkan teröre rağmen birbirlerinden nefret ederek konuşmayan Ecevit ve Demirel’in Türkiye’nin geldiği noktada sorumluluklarının olmadığını söylemek hiç doğru olmaz.
Demokratik seçimler ile iktidara gelmek, siyasetçilere yurttaşların can ve mal güvenliğini sağlamama hakkı tanımaz. Demokratik seçimler ile iktidara gelmek, siyasetçilere anayasal rejimin ve ülkenin varlığını tehdit altına atmak yetkisi vermez. Demokrasi, siyasetçi için seçmene ve anayasaya karşı duyulması gereken sorumluluk zemininde bir siyasal kültürü gerekli kılar.
Siyasetçi bunları yaptıktan sonra birileri yine de kendisini daha akıllı ve daha milliyetçi/yurtsever zannedip darbeye heveslenir ise derhal emekli eder, yargılar ve hapishaneye atarsın.
TBMM’de askeri darbelerin araştırılması için bir komisyon kurulması, 1950 sonrasında siyasetin yaptığı hatalarında anlaşılması açısından çok büyük bir fırsattır. Siviller, bu sefer “Biz ne yaptık da darbeler oldu?” sorusunu sorma firsatına sahip olacaklardır. “Eğer bir her şeyi mükemmel şekilde yönetiyorduk, hiç sorun yoktu ancak TSK bu darbeleri yaptı” zihniyeti ile komisyon kurulur ise, bundan demokrasi adına hiçbir katkı çıkmaz.

Yazarın Diğer Yazıları