Demokrasi çağını da mı kaçıracağız

Küreselleşme yalnızca ekonomide değil, siyasette ve kültürde de yaşanıyor. Siyasi sorunlar, insan hakları ve özgürlükler, herhangi bir ülkede otokrasiye gidiş, bütün dünyanın dikkatini ve tepkisini çekiyor.

Dünya demokrasi istiyor. Dikta rejimlerinin getirdiği sorunlardan kurtulmak istiyor.

Bu eğilim geçen yüzyılda başladı. 20. yüzyıl demokrasi ile diktatör rejimlerin netleştiği bir çağ oldu. Birinci Dünya Savaşı, 1930 Dünya ekonomik buhranı, diktatörlerin ortaya çıkmasına neden oldu.

İspanya, İtalya, Almanya, Portekiz'de faşist diktatörlükler ortaya çıktı.

Baltık ve Balkan ülkelerinde, Küba, Brezilya, Japonya'da, Sovyet Rusya'da ve Çin'de demokratik olmayan yönetimler iktidara geldi.

II. Dünya Savaşı'ndan sonra demokratikleşme hareketleri Batı Avrupa'da yoğunlaştı. Batı toplumlarının zaten genlerinde olan demokrasi kültürü daha da gelişti.

Türkiye'nin demokratikleşme sürecini kaçırması, Osmanlı'nın sanayileşme devrimini kaçırması kadar kötü olacaktır.

Demokrasi kültürünün oluşması için her şeyden önce halkın demokrasi talep etmesi gerekir. Demokrasi kültürünün yeşermesi için gerekli ortamı talep etmesi gerekir. Eğitim ve kültürel faaliyetler bu sürecin vazgeçilmezidir. Bu anlamda, sosyal iletişim ağı, sinema, tiyatro ve opera önemli birer araçtır.

Öte yandan demokrasi kültürünün yerleşmesi için demokrasiye olan inancın da artması gerekmektedir. Demokrasinin insan refahını artırdığını, kalkınmanın da ön şartı olduğunun bilinmesi gerekir.

Her şeyden önce insanların kendi çıkarları ile ilgili bilinç düzeyi gelişmelidir. Halkımız olaylara kısa vadeli bakmaktadır. Olayların altındaki gerçeklere inmekte zorlanmaktadır. Bunun nedeni siyasette demokrasi eksikliğidir.

Siyasette demokrasi olmayınca;

Halk kamusal kararlara katılamıyor... Yalnızca siyasi parti listelerine oy veriyor. Kime oy verdiğini bilemiyor. Seçtiği vekilin kim olduğunu, kendisini temsil için yeterli olup olmadığını bilmiyor. Aynı gerekçelerle hiçbir seçmen, siyasi parti programlarına bakmıyor. Siyasi tercihini başka kriterlere göre yapıyor. Söz gelimi seçmen yalnızca parti başkanlarına bakarak karar veriyor. Yahut da meydanlardaki sloganlara çok kolay aldanıyor.

Yolsuzluğu önlemek imkânı olmuyor... Çünkü eğer parti içi demokrasi yoksa... Parti içi denetim yoksa... İktidardaki parti veya partiler adına devleti yönetenler hesap verme ihtiyacını duymuyorlar.

Halkın baskı unsuru olarak bir etkisi kalmıyor... Bu defa sivil baskı, toplum baskı grupları oluşuyor... Bu gibi gruplar siyasi partileri ve devlet imkânlarını yönlendirebiliyorlar. Bu durumda piyasada rekabet bozuluyor. Oligopol yapı oluşuyor. Mevcut düzen bu gibi baskı gruplarının işine geliyor.

Siyasi tercihler yönetime yansımayınca halkın ve vergi mükellefinin kamu hizmetleri hakkında bilinç düzeyi de oluşamıyor. Bu durum vergi ödemesinin aksamasına kadar gidiyor.

Ayrıca Avrupa Birliği, Kopenhag kriterleri açısından siyasette demokrasi önemlidir.

Siyasette demokrasinin gereğine herkes inanıyor... Siyasi partiler de inanmış gözüküyor. Ancak iş uygulamaya gelince, herkes yerinden memnun ki kimse adım atmıyor.

Yazarın Diğer Yazıları