Demokrasi bilinci engelleniyor?
TBMM Başkanı Binali Yıldırım, İstanbul Büyükşehir belediye başkan adayı oldu ve fakat Meclis Başkanlığından istifa etmedi. Kendi açıklamasına göre ''Hukukun olduğu yerde etik konuşulmaz. Hukuk devletinde hukuk konuşulur.'' dedi.
Kimse demokrasiyi tartışmıyor. Hukuk demokrasinin altyapısıdır. Ancak İngiltere'de yazılı Anayasa yoktur. Demokrasi gelenekleri ve anlayışı bir ülkede hukuk normlarını da belirler.
Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde, Azerbaycan'da, Rusya'da ve bazı Latin Amerika ülkelerinde, diktatörler anayasayı ve hukuk kurallarını kendi iktidarları için değiştirdiler. Birçoğunda başkanların kısıtlı olan seçim sürelerini anayasa ve yasaları değiştirip uzattılar.
Venezuela'da 2018 Mayıs ayında Başkanlık seçimi yapıldı. Halk seçimi boykot etti. 19.4 milyon seçmenin yüzde 46'sı, 8.3 milyon seçmen sandığa gitti. Maduro bu oyların yüzde 68'ini yani 5.6 milyon oy aldı. Bu hukuki mi? Mevcut yasalarına göre evet. Demokrasi açısından bakarsak, halkın yüzde 29'u Maduro için evet, yüzde 71'i ise ya seçimi boykot etti veya hayır dedi. Seçim sonrası kargaşa yaşandı ve 15 kişi öldü.
Medeni ve demokratik toplumlarda yüzde 29 azınlık oyuyla iktidarı kimse kabul etmezdi.
Binali Yıldırım'ın istifa olayını da, ''seçimlerde adaylar arasında haksız rekabeti önlemek için'' demokrasi açısından değerlendirmek gerekir.
Seçimlerde kamuda çalışanlar istifa ediyor. Nedeni kamu imkânlarını ve kamu prestijini kullanmayı önlemektir. Aksi halde adaylar arasında haksız rekabet ortaya çıkar. Kamu imkânlarını seçimde kullanma açısından milletvekilliği ile Meclis Başkanlığını ayırmak gerekir.
Milletvekili kamu kaynaklarını kullanamaz ve fakat Meclis Başkanı kullanabilir. Sayın Yıldırım'ın Meclis Başkanlığı'ndan istifa ederek, milletvekili olarak seçimlere katılması gerekirdi.
Özetle siyasi iktidarlar, dikta rejimleri kendi hukukunu yapabilir. Ancak demokrasi evrenseldir. Ya vardır veya yoktur.
Halkta demokrasi talebi olursa, bu duruma hayır diyebilir. Ne var ki demokraside kayıplar, yavaş yavaş ortaya çıkar, kimse farkına varmaz ve sonunda acıtır. Demokrasi kültürü ve demokrasi talebi olmayan ülkelerde, siyasi iktidarların hukuku ve düzeni kendi doğrultularında değiştirmeleri daha kolay olur.
1980 sonrası, ön seçimler siyasi partilerde iç çekişmeye neden oluyor diye, peyderpey kaldırıldı. O kadar ki, şimdi iktidar veya muhalefet bütün partilerde parti içi demokrasi isteyenler, halkın seçim sürecine katılmasını isteyenler, kara listeye alınıyor. Bütün siyasi partiler darbeyi kınıyor ve fakat darbenin getirdiği antidemokratik uygulamaya hepsi biat ediyor. Çünkü ön seçim, parti içi demokrasi, aynı zamanda genel başkanların koltuklarını kaybetme riskini doğuruyor.
Kurtuluş Savaşı sonrası Türkiye, 1946'ya kadar tek parti dönemi yaşadı. Ancak Atatürk devrimleri demokrasinin alt yapısıydı. Hilafet kalkmadan harf devrimi yapmadan, laik devlet olmadan, zaten demokrasiye geçiş mümkün olmazdı. Toplum Atatürk devrimlerini kucağında buldu. Demokrasi için bedel ödemedi.
Öte yandan ne yazık ki tarih bile demokrasiye karşı haşin olmuştur. Demokrasiye geçiş her zaman çok ağır işleyen bir süreç olmuştur. Çünkü menfaati kaybolanlar karşı durmuştur.
Türk Milleti Osmanlı döneminde başlayan ve 200 yıldır süren bir demokrasi mücadelesi veriyor. Bu mücadele ilk defa Abdülhamit döneminde kesildi. Abdülhamit ümmetçiliği birleştirici bir unsur olarak kullanmak istedi ve fakat Osmanlıya en önce darbe vuranlar da Araplar oldu.
Bundan sonra da demokraside sıkıntı var. Çünkü çıkar ilişkilerinde toplumsal uzlaşma ön planda olduğu sürece demokrasi kültürünün oluşması gecikir.