Demek Peygamber de yanılmış, Atatürk de...
O, Star’da yazıyor, Zaman’da yazıyor. Öğretim görevlisi. Çıkmış televizyona defalarca, “Hiçbir gerekçe, ama hiçbir gerekçe, altını çizerek tekrar söylüyorum, hiçbir gerekçe gençlerin ölümünü haklı çıkarmaz” diyor.
Ve biz böylece hocamızdan şu yalan dünyada uğruna ölünecek hiçbir değerin olmadığı gerçeğini öğrenmiş oluyoruz. Adeta tarihi bir olaya şahitlik ediyoruz, hatta tarih yazıyoruz. (Böylece Hz. Muhammed aleyhisselâmın Hendek’te, Uhud’da, Bedir’de kurmakta olduğu devletin tohumlarını atarken ashabını ölümle yüz yüze getirerek hata yaptığını anlamış oluyoruz?!) (Malazgirt’te Alparslan’ın, İstanbul’u fetheden Fatih’in, Kurtuluş Savaşı başlatarak Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk’ün pek çok kişinin ölümüne sebep olduklarını, yani dünya ve ahiret işlerine bu Prof. ve destekleyicisi kadar akıllarının ermediğini fark ediveriyoruz?!)
Yani ey Mustafa Kemal sen kim oluyorsun da çiçeği burnunda gençlere Çanakkale’de “Size ölmeyi emrediyorum” diyorsun, diyebiliyorsun? Hele o İngiliz İstihbarat Subayı H.C. Armstrong’un kaleminden çıkan, “Mustafa Kemal, gözümüzün önünde siperler arasında dolaşmakta ve sigarasını içmektedir. Bu yüzden askerleri ‘O’na bir isim takmışlardır: ‘Efsunlu Mustafa Kemal’” satırlarını okuyunca, hem çömelmeyi bilmediğin, hem ömrün cephelerde geçmiş, beş bine yakın kitap okumuş, yedi düveli dize getirip bir devlet kurmuş olmana rağmen, senden sıdkımız sıyrılıyor. Sakın ola “Niye ki?” deme... Metrekareye altı bin merminin düştüğü, her birinde on bin öldürücü çelik parça bulunan şarapnellerin çevrende infilak ettiği bir ortamda nedir bu pervasızlık? Demek sen de “Hiçbir değerin, ama hiçbir değerin ölmeye değmediğini” bilmeyenlerdenmişsin...
Hani Aya ilk ayak basan Amerikalı, “Bu benim için küçük, insanlık için büyük bir adım” demişti ya, Profesörün, “Uğruna ölünecek hiçbir değer yoktur” şeklinde özetlenebilecek bu keşfi de gerçekten insanlık için çok büyük bir adım. Penisilin gibi falan, hayır daha öte, Lokman Hekim’in ölümsüzlük iksiri âdeta...
Tekerleğin keşfi ve lokomotifin yapılışından da önemli olan bu “Uğruna ölünecek hiçbir değer yoktur” keşfinin cümlemize hayırlı uğurlu olmasını diliyor başka bir şey demiyorum. Allah(c.c.)’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’deki cihat ayetleri ve al bayrağa sarılı şehit cenazeleri gözlerinizin önünde geçiyor olabilir, olsun, Profesöre yani ilme karşı gelerek çağın dışına düşecek kadar örümcek kafalı değilsinizdir umarım.
Demek boşuna değilmiş öteden beri birilerinin, “Şehitlik ve gazilik kavramları kaldırılmalıdır” diye alttan alta çalışmalar yapmaları. Türk ordusu derhal terhis edilmeli, silahlar Karabük Demir Çelik’te eritilmelidir. Uğruna ölünecek bir değer kalmadığına göre orduya ve silaha ne gerek var?
Gerçi bu talep Sevr’den bile ağır, Sevr’de en azından 50 bin kişilik jandarma kuvvetine izin veriliyordu, ama olsun. Asker varsa, silah varsa, kurcalarken falan patlar matlar, ya kendinin ya karşısındakinin ölümüne sebep olabilir, oysa hiçbir gerekçe bir gencin ölümünü haklı çıkarmazmış baksanıza... Öyleyse, jandarmaya da, polise de gerek yok, sevine sevine, herkes evine.
Yalnız tuhaf bir durum var...
“Uğruna ölünecek hiçbir değerin olmadığı” bir dünyada bile insan yiyecek, içecek, şişecek... Ve maalesef erinde geçinde ölecek...
Sebepsiz...
Boşu boşuna...
Bari sele kapılmış babasını kurtarmak isterken bir oğlun ölmesi ile alevlerin içinden yavrusunu çekip almak isterken bir annenin ölmesi...
Ölüm için haklı sebep sayılsın, n’olur...
Lütfen...