Delinin biri kuyuya taş atmış!
Çanakkale içinde vurdular beni;
Ölmeden mezara koydular beni!
Biraz da onun hikayesiydi aslında.
Yıllar önce, Çanakkale’de, devleti işgal eden “zihniyet” in karşısında “ayağa kalkmamanın” bedeliydi cezaevinde ödemeye mahkum edildiği. Bir nevi Nusret Bey gibi;
Çok benzetirim kaderlerini; vatana sevdalı olmanın fıtratı demek ki!
Urfa Mutasarrıfıydı Nusret Bey... Mondros imzalanmış, İngilizler Urfa’yı işgale kalkışmış, “Padişah” ile “sadrazamı”, “ver kurtul” demişti;
Nusret Bey direndi.
Oluşturduğu milli mücadele birlikleri göğüslerini siper etti, 4 ay boyunca “tükenene” kadar, son damlasına kadar kanlarının, canlarının;
Savaştılar...
İngiliz işgal komutanı “Bizi niçin karşılamadınız” diye sorduğunda, “İşgal ordusu sıfatıyla sizi karşılamaya Türklüğüm manidir” dedi Nusret Bey;
Ne yani “ayakta” mı karşılayacaktı vatanı gaspa geleni!
Tam da böyle bir tepkiydi Engin Alan’ın Çanakkale’de verdiği... Günlerdir “Mustafa Kemal’siz bir destan” yazıyorlar ya hani; öyle işte, “beyefendi” kürsüye çıktığında, Türk Ordusu dışında herkese ama herkese teşekkür edip de, savaşı veren, zaferi kazanan askeri yok sayınca, “Bir Türk subayı olarak” bunu yediremedi gururuna Engin Paşa; Türklüğü elvermedi, selamlamadı milletin algısını işgal eden, esir eden bu zihniyeti!
Nusret Bey, işgalcisini karşılamamanın bedelini Bekirağa Bölüğü’ne atılarak ödedi; Engin Alan Silivri’ye.
Nusret Bey, Nemrut Mustafa Divanı’nın yargısız infazıyla idam edildi; Engin Alan, -imkan olsaydı emin olun ipe de çekilirdi- haksız, hukuksuz, usulsüz bir yargılama neticesinde zulme, ölmeden mezara girmeye mahkum edildi.
Nusret Bey’in idamından sadece 5 gün sonra Sevr imzalandı...
Alan ve silah arkadaşlarının prangalandığı gün, cellatları, Amerikan gazetelerinde itiraf etti;
“Artık rahatça Kürdistan, federasyon, soykırım diyebileceğiz!”
***
Bir darbe planlandıysa, ki planlanmıştır; Türk Ordusunu itibarsızlaştırmak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti savunmasız bırakmak üzeredir!
Kısaca “kumpas” diyoruz buna.
Nokta.
***
Kendi adıma;
Ne Balyoz’dan yargılanan Engin Alan’ı milletvekili yapan, hali hazırda o sürecin mağduru olmuş başka isimlerin de partisine aday adaylığı başvurusunda bulunduğu, “Ergenekon” diye servis edilen davanın sanığı Genelkurmay Eski Başkanı İlker Başbuğ’u Silivri’de ziyaret eden ve ona tam da Nusret Bey ve arkadaşlarının teröristlikle, darbecilikle itham edilip, koruyup kolladıkları vatanda “esir askeri” muamelesine tabii tutulduğu mütareke dönemini anlatan bir kitap seti hediye eden, her fırsatta hukuksuzluğa dikkat çeken, Bekirağa Bölüğü benzetmesini bizzat yapan, Malta Sürgünleri’ne bizzat atıfta bulunan MHP Genel Başkanı’nın, Ümraniye ve Balyoz’u bir “darbe” olarak gördüğüne inanmam! Net.
Aynı şekilde, cezaevinden çıktığı günden bu yana medya kumpasına düşmemek için -MHP’yle ilişkisi belli Bengütürk TV dışında- hiçbir TV kanalına çıkmayan, özel röportaj vermeyen sadece Türkiye’yi karış karış gezerek mesaisini “gaflet” içindekileri uyandırıp MHP’ye davete, “ihanet” içindekileri de ifşaya harcayan Engin Alan’ın, “son kale” gördüğü partisiyle ilişiğini -üstelik de kumpasçılarla işbirliği imasıyla- kesmek isteyeceğine, hele de bunu, ne kadar güvendiğini bildiğim Devlet Bahçeli’yle istişare etmeden, iznini almadan, bir gece yarısı, bir internet sitesi üzerinden ilan etmek isteyeceğine de inanmam!
***
Celal Adan röportajını okuyan herkes, MHP Genel Başkanı’nın “doğrulamasının”, “cami bombalayacaklardı”, “insanları stadyumlara dolduracaklardı” vs. gibi akıl dışı, iftira olduğu bilimsel olarak bin kere tescillenen iddialar ve Balyoz dosyasını değil, Ümraniye davasının “torba” ya dönüştürülmesi sürecinde, MHP’yi dahil yapamıyorlarsa müdahil etmek için servis edilen “tape” lerdeki “parti içini dizayna dönük” ifadeleri kapsadığını herhalde anlamıştır.
2000’li yılların başında “kimi emekli askerleri, akademisyenleri, hukukçuları ve dahi MHP’li görünen siyasileri de kapsayan” bir grubun MHP’ye dönük “darbe hevesine” kapıldığı ve o dönemde MHP Genel Başkanı’nın “partinin ele geçirilmemesi”, “sızmaları önlemek” için, kendisini hedef tahtasına oturmak pahasına kapılarını kimlere neden, nasıl kapattığını sağır sultan bile biliyor artık!
Konuşulan, kastedilen, yorumlanan buyken; bunu eğerek, bükerek, çarpıtarak, bu süreçte hayatları darmadağın olmuş insanların hâlâ çok taze olan yaralarını kaşıyarak provoke etmek ne MHP’ye kaybettirir, ne Engin Alan’a kazandırır;
Yalnız ve ancak, 7 Haziran’dan başka şansı kalmayan Türkiye Cumhuriyeti’ne “darbe” dir!
Bu devletin geleceği de, kimse kusura bakmasın, delinin biri kuyuya taş atmış kırk kişi çıkaramamış kıvamındaki polemiklere, herhangi birinin milletvekilliği listesindeki yerini koruma hevesine, bir başkasının egosuna, ötekinin kaprisine, berikinin işgüzarlığına, onun fitnesine, bunun fesadına kurban edilemeyecek kadar kıymetlidir, vazgeçilmezdir!
Kurtuluş için savaşa, akılcılığa, sağduyuya adanması gereken önümüzdeki iki buçuk aydan çalınan her saniyeye yazık...