"Dehşet sanatı" sergilenecekse olur
CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka, “Yılmaz Güney Sanat ve Sinema Müzesi” kurulması için kanun teklifi vermiş. Teklifin gerekçesinde “Yılmaz Güney’in sanat anlayışının zalimler için korku, ezilen halk için ışık kaynağı” olduğu ileri sürülmüş...
Demek ki Nebahat Çehre vaktiyle hayli zalim biriydi!
Hatırlayın; geçtiğimiz yıl Hürriyet gazetesinde yayımlanan bir dizi resimde Güney’in Çehre için “korku”ya dönüştüğü an nasıl belgelenmişti:
Titrek, ağlamaklı bir haldeki Çehre’nin kafasında bir bardak, “ezilen halkın ışık kaynağı” Güney, içinde gerçek mermiler olan gerçek bir silahla nişan alıyor genç kadına!
***
Nazlıaka o teklifi vermeden önce Güney’in yapımcısı Abdurrahman Keskiner’in şu anlattıklarını dinledi mi, okudu mu acaba:
“Yılmaz o gün benden 3 silahından birini, içinde gerçek kurşun olanı istedi. Nebahat bu sırada ağlıyor, titriyor ve ‘Sahici kurşun kullanma, yalvarırım! Ölebilirim’ diye sevdiği adama ağlayarak yalvarıyordu. Yılmaz umursamadı. Bardağı Nebahat’ın kafasına koydu. Sonra 20 metre uzaklaştı. Sette ölüm sessizliği vardı. Korkudan herkes nefesini tutmuş, duvarın dibinde titreyen Nebahat’a bakıyordu. Zavallı kız kurbanlık koyun gibiydi. Yılmaz tetiğe bastı, bardak tuzla buz oldu. Nebahat başladı ağlamaya...”
“Nebahat, Elmadağ’da kaldıkları otele doğru koşarken Yılmaz otomobiline bindi. Sinirle direksiyona geçti. Sonra gözümün önünde sevdiği kadını arabayla ezdi. Nebahat havada uçtu, arabaya çarptı, sonra da kaldırıma... 4 gün hastanede yattı. Herkesten gizledik bunu... Nebahat, Yılmaz’dan çok dayak yedi.”
***
Sadece bir dayakçı değil, aynı zamanda Yumurtalık Hakimi Sefa Mutlu’yu öldüren bir katil Yılmaz Güney.
Dolayısıyla Yılmaz Güney adına bir müze kurulacaksa onun “sinema” değil, “dehşet sanatı” sergilenmeli orada. Amaç Güney’le ilgili belgelerin gelecek kuşaklara aktarılmasıysa, cinayetten hüküm giydiği mahkeme kararı ile Çehre’ye nişan aldığı o resim de sergilenmeli mutlaka!
“Gelincik” 1 yaşında
Lafa gelince hepimiz her şeyi en iyi biliriz, akıl vermekte üstümüze yoktur. Yapılmalı, edilmeli, olmalılarla konuşmaya bayılırız da iş “kim yapmalı” sorusunun cevabına gelince ortalık tenhalaşır bir anda. Hazin ama elini taşın altına koyacak kişi-kurum zor bulunur bu “sosyal yardımlaşma” coğrafyasında!
Ankara Barosu’nun “Gelincik Projesi” bu nedenle ilk günden bu yana desteğe değer geldi bana. Hazır aile içi şiddet pek popülerken biz de bu konuda bir şey “yapıyormuş gibi görünelim” cilerin kervanına dahil olmak yerine, hakikaten o çaresiz insanların çaresi olmayı tercih ettiler. 2 Nisan 2011-30 Mart 2012 tarihleri arasını kapsayan çalışma raporlarına bakınca; hayli de mesafe kat etmişler.
Bir yılda 900 kadına ücretsiz avukat atamışlar mesela; 200 şiddet mağdurunu sığınma evine yerleştirmişler, 110 kadına psikolojik destek vermişler, 12 eğitim çalışması yapmışlar.
444 43 06 numaralı Gelincik Hattı’nı bu bir yıl içinde tam 10 bin 500 kadın aramış; günde ortalama 28 kadın! Şahsen yapılan başvuru sayısı da 110.
Ankara Barosu Başkanı Av. Metin Feyizoğlu 40 rehber ve kadrolu, 150 de gönüllü avukatla çalıştıkları projeyi “Toplumun kadından özür dileme projesi” olarak nitelendiriyor.
Hukukçu, siyasetçi, gazeteci, sanatçı, bürokrat olmanıza gerek yok; isterseniz siz de bu işin parçası olabilirsiniz. Bunun için tüm GSM operatörlerden “GELİNCİK” yazarak 4306’ya göndereceğiniz tek bir SMS yeterli; çorbada sizinde 5TL’lik tuzunuz olabilir bu şekilde.
Gelincik Projesi’ni tanımak, dahil/destek olmak isteyenler için bugün hoş da bir fırsat yaratmış Ankara Barosu; güzel bir konserle 1. Yaşlarını kutlayacaklar.
Sabahat Akkiraz, Mustafa Özarslan ve Ege şarkı ve türkülerini bu akşam saat 19.30’dan itibaren Ankara ATO Congresium’da “Gelincikler” için söyleyecek. Konser ücretsiz. Gitmek isteyenler için saat 18.00’de Ankara Adliyesi otoparkından otobüs kaldırılacak.
Elma şekeri de verseydin bari
Tayyip Erdoğan, İran devlet televizyonu ile yaptığı röportajda Malatya Kürecik’e kurulan füze kalkanı radar sistemi konusunda komşu ülkeye güvence vermiş:
“NATO, Türkiye’nin şartlarına uymazsa sistemin kapatılmasını talep ederiz!”
Sınırının dibindeki ülkelere karşı okyanus ötesindeki eloğluyla ittifak yapar kendini ateşe atarsın; sonra işte ancak böyle “talep” edersin; hadi antiemperyalist söylemin kalıplaşmış ifadesiyle izah edelim; “Yanki go home” bile diyemezsin!
Ha bir de “İran dünyaya kapalı ülke” masalına fazla kaptırmış kendisini bizimkiler galiba. Sen istediğin kadar “İran’la ilgisi yok” de, komşu ülkenin yöneticileri de, sistemi kuran ABD’lilerin “Füze Kalkanı İran’ı caydırmak için”, “Füze kalkanı İran’dan Avrupa ve ABD’ye yönelebilecek füzelerin erken tanımlanması amacıyla tasarlandı” türü itiraflarından haberdardır herhalde!
Sanırsın çocuk var karşısında kandırmaya çalışıyor; ekrana elma şekeriyle çıksaydı bir de!
Soğan alerjisi
Fikret Bila yazdı. Emekli Orgeneral Hilmi Özkök diyor ki:
“Yaşar Paşa benim İkinci Başkan’ımdı; İlker Paşa da Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Paşa’nın Kurmay Başkanı’ydı. Zaten ilgili evraka sahip olanlar, onları toparlayanlar ve bizlere de bilgi ve rapor verenler de onlardı. Dolayısıyla beni ve Aytaç Paşa’ya bilgi veren komutanlar, tanık olarak konuştular. Bizim bilgilerimiz de onların verdiği bilgiler zaten. Bu durumda biz Yaşar Paşa’nın, İlker Paşa’nın söyledikleri dışında bir şey söyleyebilir miyiz? Söyleyemeyiz, zaten biz de onlardan bilgi almışız. Bu itibarla bizim tanıklığımızın ne katkısı olur, bilemiyorum. Dediğim gibi mahkeme davet ederse ben yine giderim ama sanık davetiyle gitmeyi uygun bir yol olarak görmem.”
Ne diyelim; et kasaptan çoktan çıktı ama Özkök soğan doğramamakta kararlı hâlâ... 350’den fazla “silah arkadaşı” tatsız-tuzsuzmuş ne gam!
“Cahiller” dedi ve gitti
Bekir Coşkun, Ferai Tınç, Cüneyt Ülsever, Tufan Türenç’ten sonra bir “muhalif” yazar daha Hürriyet’e veda etti
1960’ların sonunda TRT televizyonunu kurarken, belgesel, kültür, eğitim-öğretim programlarımızla bir rönesans yaratabileceğimizi sanıyorduk, dahası buna inanıyorduk. Aradan geçen 50 yıl içinde, TRT’nin televizyonları ve bütün özel televizyonlar, elbette bir rönesans yarattılar, ama saldırgan bir cehaletin rönesansı oldu bu.
(...)
Türkiye öyle bir hale geldi ki Cumhuriyet’e, onun devrim yasalarına, kazanımlarına karşı olmak, aydın, demokrat, özgürlükçü ve daha liberal olmanın nişanesi oldu.
(...)
2012’nin ölçüleriyle Devrimci Cumhuriyet’i hallaç pamuğu gibi atanlar karşısında bunlar apışıp kalıyorlar, gıkları çıkmıyor. “Kardeş beri bak hele, sen Atatürk cumhuriyetinin 1921 Anayasası’nın kuvvetler birliği rejimini eleştiriyorsun, ama AKP hükümetinin anayasa dışı kuvvetler birliği rejiminin uygulamalarını savunuyorsun!” diye çıkışıp ağızlarının payını veremiyorlar.
(...)
Cumhuriyetçi olduğunu iddia ve kabul eden bir gazeteyi ya da televizyonu yönetsem, geçmişte yaptığım gibi, Atatürk Araştırma Merkezi’nin 2005 yılında yayınladığı “Türkiye’yi Lâikleştiren Yasalar” (Hazırlayan ve Sadeleştiren: Prof. Dr. Reşat Genç; Giriş: Ord. Prof. Reşat Kaynar) adlı belgesel kitabı satın alır bütün personele dağıtırdım. 3 Mart 1924 tarihli TBMM görüşmelerini ve o gün çıkarılan üç devrim yasasının gerekçelerini içeren kitaptan sınava sokardım tamamını. Ama Devrim Yasaları bu kadar değil ki, tamamı Anayasa’nın 174. maddesinde yazıyor. Bir adım daha atıp, Devrim Yasaları’nın gerekçelerinin TBMM tutanaklarından okunmasını sağlardım. Belki o zaman, TTK’nın, “Bir devletin genel eğitim ve kültür politikasında, milletin duygu ve düşünce bakımından birliğini sağlamak için öğretim birliği en doğru, en bilimsel, en çağdaş ve her yerde yararlı ve güzellikleri görülmüş bir ilkedir. Bir millet bireyleri ancak bir eğitim görebilir. İki türlü eğitim bir ülkede iki türlü insan yetiştirir. Bu ise, duygu ve düşünce birliği ile dayanışma amaçlarını tamamen yok eder” gerekçesinin ne anlama geldiğini anlarlar ve anlatabilirlerdi. Eğitim ve öğretim birliğinden yoksun ülkeler sonunda parçalanır. İmam hatip ve İlahiyat Fakültesi mezunlarının yeri Diyanet İşleri ve camilerdir. Tıpkı askerin yerinin kışla olduğu gibi. Askerin kışlasına çekilmesini isteyenler, din adamlarının neden camilere çekilmesini istemiyorlar?
(Değerli okurlar, son yazımı okudunuz! Teşekkür ederim! Sağlıcakla kalın!)
Özemir İnce / Hürriyet
Atatürk’e küfür tezgâhı
İlahiyatçı Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün, Show TV’de “Mehdi kimdir, insan mıdır, ne zaman gelecek” sorusuna verdiği yanıt ibretle okunmalıdır: “Mehdi diye bir kavram İslamiyet’te yoktur. Mehdi kelimesi Hıristiyanlıktan gelir ve ‘aydınlık önderi’ demektir. Bizim dinimizde bunun temsilcisi Hz. Muhammed’dir kitap olarak temsilcisi Kur’an-ı Kerim’dir. Mesih inancı kurtarıcı inancıdır; Emevi, Abbasi, Arap imparatorluklarının altında inim inim inleyenler bir kurtarıcı aradılar ve bunu çıkıp da Anadolu Kurtuluş Savaşı gibi mücadeleyle elde edemediler. Niye böyle Atatürk’ten rahatsız oluyorlar? İşi böyle gizeme, mucizeye oralara havale etmedi. (Atatürk) Çizmelerini giydi çıktı milletin önüne. Dedi ki ‘Ey millet mücadele edeceksin yoksa ırzın, namusun gider.’ Biz Mustafa Kemal derken, Mustafa Kemal benim babamın oğlu mu? Bana ev mi verdi, apartman mı verdi, han mı verdi hamam mı? Tam tersine Mustafa Kemal’i sevmemek her şeyi kazandırıyor bugün insanlara. 24 saat Mustafa Kemal’e küfür tezgâhı kurulmuş Türkiye’de. Örtülü açık, sinsi, mertçe!..”
Yalçın Bayer / Hürriyet
Yanıt verebilecek babayiğit var mı?
Yılın sorusu okurlarımızdan Sayın İsmet Kurtulan’dan: “Darbe sanıklarının yargılandığı Türk Ceza Kanunu’nun 309’uncu maddesi şöyle:
’Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar.’
Türk Dil Kurumu’nun Türkçe sözlüğüne göre:
Cebir: Zor, zorlayış
Şiddet: Bir gücün, bir hareketin derecesi... Sertlik... Karşı güçte olanlara kaba kuvvet kullanma.
Eğitim sisteminin, 4+4+4 şeklinde değiştirilmesi için, son günlerde Meclis’te ve sokaklarda yaşadıklarımızı, yukarıdaki kanun maddesi kapsamında, değerlendirmek mümkün müdür?”
Mustafa Mutlu / Vatan
TRT, Erdoğan’ı padişah mı sanıyor!
Başbakan Erdoğan, İran dönüşü TBMM Genel Kurulu’na katıldı.
TRT son dakika geçiyor:
“Başbakan Erdoğan, İran ziyareti dönüşü TBMM Genel Kurulu’nu ziyaret ediyor.”
Başbakan, TBMM Genel Kurulu’nu ziyaret etmez.
Güvenoyu aldığı, çalışmalarına katıldığı yasama kurumunun bir üyesidir Başbakan. Başbakan, genel kurula katılır. Oy verir. Konuşma yapar.
Anlaşılan TRT, Erdoğan’ı Başbakan değil padişah sanıyor.
Odatv.com
Bir gazetenin tetikçi olduğunu nerden anlarsınız?
Binlerce kişinin tutuklanmasına neden olan CD’lerin içinden çıkan “eylem planlarını” manşetten yayımlarken, CD’lerin sahte olduğuna ilişkin bilirkişi raporlarını yayımlamamasından... Camiler bombalanacaktı diye manşet atıp CD’ler sahte çıkınca hiç oralı olmamasından...
Gülhan Elmas / Milliyet (Açık Pencere)