Dayı Çelik, yeğen Polat; Dayı şehit, yeğen şehit

“Bildiğim ve yazdığım” şehit öykülerindendi Dayı’nın öyküsü. “Nikolay’ın Av Köşkü” adlı öykü kitabıma girmişti bu 14 yıllık önceki yaşanmışlık. Dayı’nın ruhunu Tanrı, öyküsünü ben ölümsüzleştirmiştim sanıyordum. Ne kadar yanılmışım, bitmemiş bu öykü, daha yazacaklarım varmış. Önce Dayı, Bülent Özçelik’in öyküsünden bölümler:
“Kayseri’den Hakkâri’ye göndermişler senin birliği. Bir tepeye indirilirken tarandığını söyledi kimi, kimisi yakınına düşen bir havan mermisi ile parçalandığını. Doğrusunu araştırmadım, sormadım, öğrenmek istemedim. Ne anlamı vardı ki?.. Geliyordun; uçakla Erzurum’a, oradan karayoluyla Sarıkamış’a. Bayrağa bürünmüş, kortejli ve eskortlu geliyordun.
Babanı küçük yaşta yitirmişsin. Annenin gözleri az görüyordu, üzmüyordun O’nu. Şimdi ağlayacak, çok ağlayacak... Ya nişanlın? Yanıp yakılacak, sonra Kemâlettin Kamu’nun dediği gibi, gönülcüğü kimi isterse ona mı varacak? Bir yanık izi olarak mı kalacaksın içinde?
Evinizin önünde bunlar geçiyordu içimden. Bir feryatla irkildim. Bir kadın, tabutunun açılmasını istiyor, göreceklermiş. Tümen Komutanı Paşa, sessizce yaklaşıyor oraya, fısıldıyor birilerine: ‘Sakın yapmayın, görülecek gibi değil...’
Cenâze namazı... Yığınların duygusu aynıdır genellikle. Ben bugün yığının standart bir parçası değilim. Bu kalabalıkta değişik duyguları olan ender insanlardan biriyim.
(...) Mezarlığa dek öylece yürüyorum arkandan.
Aylardan Mart, Sarıkamış mezarlığında kar belde. Kapkara bir kalabalık yara yara ilerliyor beyazlıkları. Konuşmalar yapılıyor. Bir manga, saygı atışı yapıyor. Tabutundaki bayrakla, komando elbiseli fotoğrafın ailene teslim ediliyor. Sonra âyet, sonra toprak toprak toprak...”
Evet, öyküsünü yazdığım bu Bülent Özçelik, Sarıkamış’ta benim büromda çalışırdı. Bu ismi dün gece televizyonda yine duyunca irkildim, kulak kesildim iyicene: “Emrah Polat’ın dayısı Bülent Özçelik de 14 yıl önce Hakkâr’ide şehit düşmüş!..” Sonra aile ekrana geliyor. İşte bu Emrah Polat’ın annesi, Bülent’in bacısı. Hanım, “Ben, bunların bahçesinde halılarımı yıkamıştım, bu çocuk bana hortum tutuyordu, çok da sevimli bir çocuktu. Babası Sümerbank Ayakkabı Fabrikası’nda çalışıyordu. Nazilli’ye göçtüler sonra..”
Vah Bülent’im, vah Emrah’ım. Soyadlarına bakınız, biri Öz Çelik, biri Polat. Anlamdaş sözcükler, polat da çelik demek. Özü çelik olanın yeğeni polat olur elbet. Özü polat olan, kara polat öz zırhlı personel taşıyıcısına biner, düşer Lice’nin dağ yollarına. Lakin, uzaktan kumandalı ihanetin kadrolu hainlerince uzaktan kumandayla atılan kahpe pusuda can verir. 4,5 cm’lik polat zırhı delen kahpeliktir bu. Bildiğimiz o eski kahpe hınçlardan değil bu küreseli, Liceseli. Eroin kokuyor bu, kripto ermenilik var bileşiminde ve peşmerge soysuzluğunun parça tesiri...
Adı âşık adı, soyadı Dedem Korkut’un kara polat öz kılıcındaki polat. Bu Polat, Polat Alemdar gibi şişirme şöhret değil, Sarıkamış yaylasında çifte yayla suyu verilmiş Polat. Dayı-yeğen onlar hepimizin üstündeler şimdi. Ne diyordu efsane komutan Osman Pamukoğlu Paşa: “Şehitleri herkesin üstüne çıkaran, onların şehit olmaları değil, şehit olma sebepleridir.”
O sebebe dikkat, Büyük Türk Milleti, düğüm o sebepte ha!

Yazarın Diğer Yazıları