Davutoğlu'ndan bir işâret fişeği: Ulusçulukla hesaplaşma zamanı geldi
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Ulusçulukla hesaplaşma zamanı geldi” şeklindeki ‘işâret fişeği’ sayılabilecek cümlesinin yanına, “Avrupa’daki feodalite ile bölünmüş yapıları...” gibi birkaç afili entelektüel lâkırdı da ekleyince ilgili kalemler klavyelerinin başına geçiverdiler.
20 Eylül tarihli Zaman gazetesinde Şahin Alpay ‘işâret fişeği’ni ilk gören oldu ve yazdı.
“Türkiye Cumhuriyeti sadece Türklerin değil Türkiye yurttaşlarının devleti olduğunu anayasasına yazmalıdır”.
Psikolojik harbin gönüllü müfrezelerinin konuyla ilgili yazılarının arkası gelecektir şüphesiz.
1990’lı yılların başında Kuvay-ı Milliye’nin önemli isimlerinden birinin torununun Amerika’dan yaptığı bir açıklama vardı, “Türkiye ismi Anadolu toprakları için fazlaca iddialı bir isimdir” şeklinde.
Yakın zamanda Enis Berberoğlu’nun Leyla Zana ile yaptığı mülâkatta, “Hürriyet kendine yakışan bir şekilde Hürriyetçi bir mantıkla logosunu artık değiştirmeli ve ‘Türkiye Türklerindir’yerine ’Türkiye Türkiyelilerindir’ deme büyüklüğünü göstermeli” sözleri ile birlikte değerlendirilmesi gereken “Ulusçulukla hesaplaşma zamanı geldi” cümlesi de planlanmış bir finalin hazırlıkları olarak anlaşılmalıdır.
Evet...
Fransa Fransızlarındır, Almanya Almanların, İngiltere İngilizlerin, fakat Türkiye sivilliğin ve demokrasinin ve çok hukukluluğun ülkesidir.
Neden mi?
Avrupalı sâhiplerinin kendilerinden tek isteği olan ‘ihânet’i teklifsizce yerine getiren psikolojik harp kalemleri, son birkaç yılda gökte aradıklarını yerde buldular da ondan.
Bu sözde aydınlar, siyâsî geleneklerinin uzun yıllar süren eğitimleriyle zihinlerindeki ‘millet’ duygusu iğdiş olmuş iktidar kadroları, ümmet ile millet arasındaki tesânüdü, millet kavramı ve hissiyâtı aleyhinde bir tercihe ve hatta millet kavramına yönelik bir husûmete çeviren iktidar kadroları, uzun yıllar boyunca Türk kelimesinden rahatsızlık duymuş, Türk kelimesini âdetâ lûgatinden çıkarmış bir siyâsî geleneğin AKP kadroları ile aynı safta hizâlandılar ve müttefik oldular.
Türk düşüncesi, Türk sanatı, Türk tarihi, Türk milleti, Türk zevki, Türk gelenekleri ve Türk’e dair ne varsa gönül ve göbek bağını kesmiş bu gürûhun rol aldığı yeni sahneleri ise:
‘Türkiye Türkiyelilerindir’ isimli bir rezil piyes.
Batılı dostlarınca sahneye fırlatılmışlar ve oyunlarını oynuyorlar. Tek şakşakçıları da Avrupa ve her sırtını döndüğünde Türkiye’yi sırtından hançerleyenler.
Bir ilmihâl gibi ezberledikleri nakaratlardan ibâret düşünceleri.
Demokrasi, insan hakları, sivillik, ana dilde eğitim, kültürel haklar, barışçı çözüm.. İlââhir.
Parola gibi kavramlar.
Koskoca bir kozmopolit Fransa, Marseyyaz önünde yerlere kadar eğilip temennâ alırken, bunlar İstiklâl Marşı yerine ‘Bir şarkısın sen’ sözleriyle başlayan ‘Samanyolu’ isimli şarkıyı millî marş olarak teklif edebilecek kadar, “Ben PKK’nın yerinde olsam silahı bırakmazdım” diyecek kadar, Kandil ziyâretinde “Dağdaki o çocuğu oğlu gibi’ hissedecek kadar, Murat Karayılan’dan bir ‘barış adamı portresi’ çıkaracak kadar, “Bu işi çözmek için Apo’yu muhatap alın, bunu terörizm değil, isyan şeklinde yorumlayın” diyecek kadar şeytana kulak vermiş, bu ülkeye ve bu millete yabancılaşmış, bu ülkeyle ve bu milletle göbek bağını kesmiş sözde aydınlar sürüsü olarak Batılı dostlarının kendilerinden tek isteğini yerine getiriyorlar:
İhânet.
Fransa Fransızlarındır, Almanya Almanların, İngiltere İngilizlerin, fakat Türkiye sivilliğin ve demokrasinin ve çok hukukluluğun ülkesidir.
Neden?
Çünkü Türkiye’nin Türklerin olması, bunların Batılı dostlarının hazmedemediği bin yıllık bir gerçektir.
“Uluşçulukla hesaplaşmak” demek, bu bahse konu bin yıl ile hesaplaşmak demektir. Takdir edilir ki zor görülebilecek bir hesaptır, adisyonu Çanakkale’de imzalanmış ve ödenmiş bir hesaptır. “Çanakkale’de biz de vardık, Türkiye’ye hisseli tapu çıkaralım, biz de hissemizi alalım” diyecek olanlar, denize bevledince “deniz benim” diyen şeytan gibidirler.
Türkiye Türklerin harîm-i ismetidir.
Türkler harimi olan vatanlarını, dostlarıyla, kardeşleriyle, akrabalarıyla, silah, cephe ve kabir arkadaşlarıyla paylaşırlar, kendileri yemez yedirirler, içmez içirirler, giymez giydirirler, evlerini, yurtlarını, aşını, ekmeğini, tuzunu, acısını, neşesini, matemini, düğününü, refahını paylaşırlar.
Fakat unutulmaması lâzım gelen bin yıllık bir gerçeklik vardır:
Türkiye Türklerindir ve sonsuza kadar böyle kalacaktır, fakat vatan sınırları nâmustur, sahipliği, tapusu, hissesi paylaşılabilir bir şey değildir...
Bugün Türkiye’nin bölünmesi rüyâsını görenlerin, yarın hangi kâbuslarla uyanacakları, asıl düşünmeleri gerekendir.