Davutoğlu, Merzifonlu ve Türkiye
Davutoğlu; yüksek bir kibir, hırsına adanmış bir benlik ve her şeyi “ben bilirim” diyen bir hava içinde Suriye politikasını TBMM’ye adeta dikte ettirdi.
Hükümetin Suriye politikasını eleştiren muhalefeti kimi zaman gelişmeleri anlayamamak, kimi zaman Baas’ın elini tutmak, kimi zaman da durumu algılamaktan aciz olmakla suçladı. Davutoğlu, “biliyoruz, farkındayız, doğru yerde duruyoruz” dedi.
Yüksek tondaki bir sesle Türkiye’nin Dışişleri Bakanı, “Yeni bir Orta Doğu doğuyor... Değişim dalgasını yöneteceğiz... Bu barış düzeninin öncüsü Türkiye olacaktır” diye konuştu.
Muammer Kaddafi, Hüsnü Mübarek ve Beşşar Esad rejimleriyle sözüm ona “Arap Baharı” öncesi kurulan ilişkileri de konjonktürel gelişmelerle izah etti. Bakan Davutoğlu, iflas ettiği açık olan Orta Doğu ve Kuzey Afrika politikalarını “insanlık durumu, halkın demokratik talebi, zulme karşı gelmek ve özgürlük talebi” kavramlarını kullanarak açıklamaya çalıştı.
Bu masum kavramlarını Davutoğlu’nun, ABD’nin Orta Doğu’daki küresel sömürge politikalarını meşrulaştırmak için kullanması ise düşündürücüydü.
Bakanın konuşmaları, iktidarlarının bölgede küçük ABD rolü üstlendiğini, tamamen ABD’ye endeksli olduğunu, yürüttüğü politikanın hem jeopolitikten hem de İslam’dan nasipsiz olduğunu ortaya koymuş oldu. Anlaşılan o ki ABD ile Türkiye arasındaki Başkan-Eş Başkan ilişkisi aynı zamanda Bakan-Eş Bakan ilişkisini doğurmuş!
Dışişleri Bakanı, Suriye söz konusu olunca bol bol demokrasi kavramı sattı. Bahreyn’deki halkın eşitlik ve özgürlük talebinin, Suud askerlerince kırılmasını ise görmezlikten geldi.
Davutoğlu, Suriye’deki Baas rejiminin insanlık dışı ve totaliter yapısına dikkat çekerken Katar, Sudan, Suudi Arabistan ve Kuveyt vb. ülkelerin rejimlerinin, insanlıkla ya da demokrasi ile ilişkisine değinmemeye büyük özen gösterdi.
Suriye’de dökülen kan ve yaşanan göçten söz ederken de Irak’ta olan bitenden hiç söz etmedi. Irak’ta bir buçuk milyona yakın insan kaybı, onun iki katı göç ve bir milyona yakın kadının ırzına geçilmesini görmezlikten gelindi.
Bakan Davutoğlu, TBMM’de Irak’ta olan biteni on yıldır seyretmenin dayanılmaz hafifliği içindeydi.
Daha vahimi ise Davutoğlu’nun, sömürgeci ülkeleri Suriye rejimine karşı İstanbul’da toplamayı bir zafer (!) olarak sunması oldu. Bölgeyi ve dünyayı sömürgeleştirmiş, İslam ile savaşan ve Müslümanların üzerine ’Haçlı Seferleri’düzenleyen (ABD, İngiltere, Fransa) ülkeleri bir anda Davutoğlu, Suriye’nin dostları olarak ilan etti. Aynı ülkeler bir kez İstanbul’da bir kez de Paris’te Esad’ın kanlı rejiminden Suriye halkını kurtarmak (!) için toplanıyor. İstanbul’daki toplantı Türkiye’nin zaferi ise Paris’teki toplantının kimin zaferi olduğundan ise Davutoğlu, hiç bahis açmadı...
TBMM’de gözünü kan bürümüş, kesin inançlı, Suriye’yi hedefe oturtmuş ve soğukkanlılığını kaybetmiş bir Dışişleri Bakanı izledik. Bakanın yaptığı açıklamalarda yeni olan hiçbir şey yoktu. Konuşmalarda ise ne akademik bir üslup ne de diplomatik bir nezaket vardı! Bakan, TBMM’ye adeta görüşlerini dikte ettiriyor, sesini yükseltiyor ve suçluyordu!
Bakanı dinleyenlerin, onun ortaya koyduğu her gerekçenin, kurduğu her cümlenin tersinin daha kolay savunulabilir ve gerçeğe daha yakın buldukları konusunda hiç kuşku yoktur. Suriye’de kimin kimi öldürdüğü ya da öldürttüğü konusunda bile Davutoğlu’nun anlattıklarının gerçek değil, bir varsayımdan öteye gitmediği ortaya çıkmış oldu.
Davutoğlu’nun konuşmaları, kendisini izleyenlere bir anda iki yüz bin kişilik ordu ile Viyana önlerindeki mağrur Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’yı ve yaptıklarını hatırlattı. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa da Davutoğlu gibi bozgundan altmış gün önce, büyük bir kibir, mağrurluk ve gurur içindeydi!