Davutoğlu değil, Abbas kurtarmış...

Ahmet Davutoğlu balonunu patlatacak ve AKP iktidarının gerçek yüzünü faş edecek müthiş bir öykü aktaracağım..

Libya’da 12 Ağustos’ta kur-ta-rıl-dı-ğını sandığımız 3 vatandaşımızın gerçek öyküsünü..
Meğerse!.. Kurtarılmamışlar..
Meğerse!.. Onları havası basılan Türk Hükümeti ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu değil Libyalı Abbas kurtarmış..
Önce kısa bir hatırlatma:
Libya’da 24 Haziran’da kaçırılan Nazım Süpürgeci ve Emrah Bahçeci ile 21 Haziran’dan sonra kendisinden haber alınamayan Necip Fazıl Coşkunsu adlı üç vatandaşımız bilinmeyen bir yerde rehin edilmişlerdi.
Kaddafi’nin indirilmesinden sonra vatanına dönen özel bir şirkette satın alma işleri görevlisi olan Nazım Süpürgeci, 2 Haziran’da daha önce 4 sene çalıştığı Libya’ya ekmek davası uğruna tekrar gidiyor.
Nazım Süpürgeci, o dehşet günlerini anlattığı söyleşimizde zaman zaman boğazı düğümlendi, göz yaşlarını dökmemek için kendisini zor tuttu. Yaklaşık 50 günlük esaretin en ince detaylarını anlatırken sık sık  “Bizi Türk devleti değil Abbas kurtardı” dedi. Nazım Süpürgeci çok küskün ve bir o kadar da kızgındı. Dışişleri kanallarının sıkı tembihlerine rağmen neden konuşmak istediğini ise şöyle anlatıyordu;
 “Tüm gerçeklerin milletimiz tarafından bilinmesini istiyorum” ...
Evet!..
Çalıştıkları şirketin Trablus Metiga Havaalanı yakınında bulunan şantiyesinden dönerken kaçırılıyor Nazım Süpürgeci ve Emrah Bahçeci (24 Haziran saat 19.00 civarı).
Küflü ekmekle iftar
Olaydan önce, yolda, iş yaptıkları Libyalı iş adamı Cemal Haddar telefonla arıyor alacak verecek meselesi ile ilgili. Buluşma yerine geliyorlar, Cemal’in arabasını göremiyorlar. Süpürgeci arıyor, başka bir sokağa geldiğini söylüyor Cemal.. Tarif edilen sokağa girince Nazım, Cemal’in arabasına biniyor. Kaldıkları kampa doğru yönelirken Cemal’in arabası yanlış bir yere sapıyor Nazım  “Yanlış yöne doğru gidiyorsunuz” diye uyarırken 3 araç arabayı çeviriyor. Karşısındaki silahlı kişileri görünce Nazım, diğer araçta kalan yardımcısı iyi Arapça bilen Emrah Bahçeci’yi telefonla çağırıyor. Emrah’ı geldiğinde bacağından bıçaklıyorlar. Emrah, hemen çalıştıkları şirketin bir yöneticisini arayarak kaçırıldıklarını haber ediyor. Kaddafi’den kalma büyük bir bağ evine götürüyorlar rehineleri.. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar sorgulanıyorlar. Türkiye’nin Libya politikaları yüzünden kaçırıldıkları söyleniyor ağır hakaretlerle yüzlerine.. Casuslukla suçlanıyorlar.
Gece gelip Nazım’ın kafasına eşofman geçiriyorlar. Kollarına iki kişi giriyor. Kelime-i Şehadet getiriyor Nazım. Araba bagajına tıkıp, 18 metrelik neredeyse nefes alması imkansız bir hücreye  atılıyorlar.. Nazım, Emrah ve Libyalı Cemal aynı hücrede. Sonraki günlerde, kendilerinden daha önce kaçırılan Necip Fazıl Coşkunsu’nun da diğer hücrede tutulduğunu öğreniyorlar. Sorgulamalarda, “Siz istihbarat elemanısınız. Firmanız inşaat altında gizli hapishane yapıyor” diyorlar. Nazım’ın beraberindeki 19 bin Dinar ve 14 milyar Lira civarındaki paraya el konuluyor. Kaçıranlar, Kaddafi’ye karşı Zintan aşiretine bağlı güçler. Tuvalet ihtiyaçlarını zaman zaman pet şişelerle gidermişler. “Tuvalete gitmemek için yemek yemiyordum” diyor Nazım. Ramazan boyunca orucunu tutmuş.Yemekler düzensiz geliyormuş. Bazen kuru ve küflü ekmekle iftar etmiş. “Nefes alma konusunda en kötü hücre bizimkiydi” diyor yanda da cephanelik varmış.
İki defa hortumla baştan aşağı yıkamışlar Nazım’ı..
Ya 1 milyon dolar ya da...
14’üncü günde Libyalı Cemal ile Nazım’ı başka bir hücreye almışlar. Daha sonra Emrah da oraya gelmiş. 
Başka rehinelerin de tutulduğu yere, Perşembe günleri Zintan’ın üst düzey yöneticileri geliyormuş.. İftar ederlerken kimin serbest kalacağına karar veriyorlarmış. Hepsi esrar kullanıyorlarmış.
Eski hücrelerine iki Mızratalı (Zintanlıların, AKP iktidarının desteklediği grup dedikleri) getirmişler. Kanasla yakalanmışlar, çok dövmüşler.
Arada not düşüyor Nazım Süpürgeci;  “Libyalı Cemal Haddar bizden  10-12 gün önce serbest bırakıldı” ..
Hücrede küçük kağıtlara telefon numaraları yazıp Kur’an’a el basmışlar “Kim önce kurtulursa diğerlerinin ailelerine haber verecek” diye. İlk çıkan Cemal olduğu halde kimseyi aramamış. Cemal gidince Necip Fazıl Coşkunsu’yu almışlar hücreye. Nazım Süpürgeci’nin anlatımına göre kurtuluş macerasının en kritik noktasına geldik;
Nazım, 28’inci günde ailesine telefon açabilmiş. Telefon imkanına, orada Abbas isimli(silahlardan sorumlu) bir Libyalıyı, zulüm gördüklerine günlerce konuşarak, ikna ederek kavuşabilmiş. Dillerin adeta tutulduğu ilk telefon konuşmasında eşine ve oğluna bulundukları yeri, bölgeyi çok iyi bilen Emrah’ın anlatımından kodlayarak bildirmiş. Oğlundan, kaçırıldıkları anlaşılan 20’nci saatte Dışişleri Bakanlığı’nın haberdar edildiğini öğrenmiş. Sonra da hem Emrah hem kendisi 2-3 günde bir ailesi ile görüşme imkanı bulabilmişler Abbas’ın sayesinde.
Bu arada kendilerini kaçıran Zintan aşireti militanlarının üçünün bir çatışmada öldüğünü öğreniyorlar. Her an ölüm korkusu ile yaşanılan günlerde tehditler de şekil değiştiriyor;
 “Ya 1 milyon dolar vereceksiniz veya burada öleceksiniz”..
Sürekli, Mızratalılara Türk Hükümetinin silah yardımı yaptığını söylüyorlarmış. Kurulan iyi diyalog sonucu bir gün Abbas  “Ben sizi buradan kaçıracağım” diyor.
Huzursuzluk had safhada
Nazım Süpürgeci,  Zintanlıların da aslında bir çete olduğunu gözlemlediğini belirtirken  “Abbas bizi Zintanlıların istemesine rağmen onlara vermedi” diyor..
“Ailelerimize para isterlerse vermeyin dedik”.. “Proje müdürümüzün ismini istediler. Libyalıların ismini verdik. Libyalı, Libyalıdan çekiniyor. Şirkete gidip para isteyemiyorlar bizden istiyorlardı” diye de ekliyor..
Bundan sonrasını Süpürgeci’nin ağzından bire bir aktaralım;
 “Emrah telefon konuşmasını duymuş. Libya İçişleri Bakanlığı’ndan biri arayıp sorgulamış. Bir gün Abbas geldi (içinizdeki hain kim) dedi. Kur’an’a el bastık biz bir şey demedik dedik. Bu olaydan sonra Libyalı Cemal serbest kaldı.
Son günler;
Bombalar etrafımıza düşüyor. Trablus havaalanı yerle bir edilmiş. Çatışmalar alabildiğine şiddetlenmişti. Abbas’ın 7 kişilik ekibi kalmıştı bulunduğumuz yerde.
Son üç güne geldik.. Abbas, sürekli bizi kaçıracağını söylüyordu. Bu arada Libyalı Cemal aradı Mısır’da olduğunu söyledi. Abbas o gece (götüreceğim) dedi bir şey olmadı. Emrah duymuş; Mızratalılardan Abbas, 130 bin dinar masraf parası istemiş. Herkesi oradan kaçırmak için. Gece kaçamayınca bir daha telefon istedim hanımı aradım, bir kişi kaldı burada burayı bassınlar kurtulalım dedim. Hanım ağlıyordu. Ertesi gün yine etrafımızda müthiş bombalama oldu.
11 Ağustos;
Abbas geldi (ay sonuna kalabilir) dedi. Ağladık sızladık, (tamam bu gece kaçıracağım) dedi. Gece yarısı olmuştu kapıyı açtı (giyinin) dedi. Dışarıdan araçlar gelmişti. Namaz kıldım dua ettim. Araca önce Necip’i soktum. Emrah’ı öne aldılar. Mızratalıları bagaja soktular. Kafamıza silah dayadılar. Kafamız eğik 80-85 kilometre  gittik. Bir üsse girdik. Arabadan inince Mızratalıları hücreye götürdüler. Bizi de götürüyorlardı Abbas müdahale etti (onlar kalacak) diye. Bizi kendi odalarına götürdüler, yemek ikram ettiler, banyolarını gösterdiler. 2-3 saat dinlendik. Sıkıntı olabilir diye (başka yere götürelim) dediler. Araçla yarım saatlik yolda bir çiftlik evine gittik. Klimalı, banyolu. Sabah oldu kahvaltı yaptık. Bizi teslim alacak şirketin Libyalı proje müdürü Muhammet Sultan’dan telefon gelmedi. Tekrar üsse döndük. Üsten aradılar, bu sefer Muhammet Sultan gelmek istemedi. (Biz getirelim) dediler almak istemedi. Huzursuzluk had safhadaydı. Daha sonra Muhammet Sultan arayıp (birine aldıracağım) demiş. Bize silah dayayan Abdülhalim’le birisi bizi 85 km. öteye teslimat noktasına götürmeye razı oldu. Arka yollardan Tarhuna’ya ulaştık. Muhammet Sultan’ın kardeşini bize teslim edip 20 milyar lira civarında para aldılar. Sultan’ın kardeşi bizi Tarhuna’da kendi evine götürdü. Gayet iyi misafir etti.
‘Teşekkür borcum yok’
Tarhuna’dan Humus’a geleceğiz. Şirket araba ve şoför gönderdi. Humus’a geldik. Elçiliğin iki zırhlı arabası vardı orada şirket ve aileler Dışişlerine serbest bırakıldığımızı haber etmişler. Orada toplu resim çektirdik hemen servis etmişler. Cemil Bey, elçi yardımcısı pasaportlarımızı verdi. Arabalara bindik yolda Büyükelçiyi arayıp bilgi verdiler. Bakan Davutoğlu da merak ediyormuş telefon ettiler. Bakan hepimizle tek tek görüştü. Formalite icabı teşekkür ettim.
Mızrata’da Başkonsolosa kısaca olup bitenleri anlattık. Not tutan bile olmadı. Bizi orada Kaddafi yanlıları kurtardı. Elçilikten cep telefonu  istedim vermediler. Orada patladım. Patlayınca bizi gece misafir edecekleri şantiyeden vazgeçip konsoloslukta yatırdılar.
Ertesi gün, sabah kalkacak Türkiye’ye dönüş uçağı rötar yaptı. Uçağa akşam 20.00 sularında binebildik. İstanbul’a gelirken yanımızda tek bir Türk yetkili bile yoktu. İstanbul’da şirket yetkilileri ile Dışişleri’nden biri  karşıladı. Ankara’ya geldik tek bir devlet yetkilisi yoktu. Bugüne kadar ne Dışişleri ne de MİT’ten arayan oldu. Ne olup bittiğini devletten kimse sormadı. Benim devlete teşekkür borcum yok. Türk devleti beni kurtardı desinler istemiyorum. Bizi Abbas kurtardı.” 
AKP iktidarının sahte kahramanlıklarının birinin kısa özeti böyle!..

Yazarın Diğer Yazıları