Davos sonrası ilişkiler!
Uluslararası ilişkiler her şeyden önce çıkar ilişkileridir. Kişisel çıkışların ve popülizmin dış politikada rolü sınırlıdır. Dış politikada etkinlik her şeyden önce güçle ilişkilidir. Söylemler ya da sert çıkışlar ekonomik, teknolojik ve askeri güçle desteklenmedikten sonra çok da anlamlı değildir. İşin özü şu: Uluslararası diplomaside herkes gücü kadar konuşur. İmparatorluk geçmişiniz, jeopolitik öneminiz, jeokültürel etkiniz çok büyük olabilir. Ancak bunu aktifleştirecek ekonomik, siyasi ve sosyal mekanizmalarınız yoksa sahip olduğunuz imkân ve fırsatların bir anlamı olmayabilir.
Türkiye’nin ekonomik ve siyasi durumu içler açısıdır: Kıbrıs’ta köşeye sıkışmışsınız, Kerkük’te durum her geçen gün kötüleşmektedir, Ermeni “soykırım” tasarısının geçmesi için her türlü şart oluşmuştur, Kuzey Irak’ta koç gibi bir devlet doğmuştur, ülke içinde ayrılıkçı Kürt hareketi mevzi üzerine mevzi kazanmıştır. Küresel kriz de dışa bağımlı olan ticari ve ekonomik ilişkileri gittikçe zora sokmuştur.
Buna bir de üzerine ülkeyi yönetenlerin istikameti ve öncelikleri olmayan siyasi tavırları eklenince durum giderek daha vahim bir boyut kazanmış olmaktadır.
Davos’ta yaşananlar bu ağır şartları daha da ağırlaştırmıştır. Türkiye’nin Davos sonrası uluslararası ilişkilerdeki sorunları daha da kötüleşmiştir. Nitekim ABD Başkanı Obama’nın temsilcisi Türkiye’ye yapacağı ziyareti ertelemiştir. IMF ile görüşmeler çıkmaza girmek üzeredir. “Soykırım” tasarılarına karşı Amerika’daki Yahudi lobileri hareketlenmiştir.
Yediot Ahranot; yazdığı bir makalede İsrail’in Türkiye’ye zarar verme kapasitesinin yüksekliğinden söz etmektedir. “Günümüzde Kürtler, Ermeniler, Rumlar, ABD ve Avrupa var. Sizin dükkân bizimkine nazaran kırılıp dökülecek daha fazla eşya ile dolu”. Haaretz gazetesi ise satır aralarında İsrail’in Türkiye’de istikrarsızlık çıkarmak için Ermeni meselesinden Kürt meselesine kadar her aracı kullanacağını yazıyor.
Araplara yaranmak!
Davos’taki gelişmeler, doğası gereği İsrail ile ilişkileri germesine karşın Arap ülkeleriyle durumu iyileştirmesi gerekirdi. Hâlbuki Arap ülkelerinin yöneticileri Türkiye’ye karşı tutumlarını Davos’ta yaşananlardan sonra daha da olumsuzlaştırmıştır. Bu ülke yöneticileri Türkiye’yi kendilerinden “rol kapmak” ya da “hariçten gazel okumakla” suçlamışlardır. Abu Dabi’de bir araya gelen Arap ülkeleri dışişleri bakanları toplantısı sonrasında yayımlanan bildiri bu durumu açıkça ortaya koymaktadır: Arap ülkeleri dışişleri bakanları, Mahmud Abbas’ın liderliğini yaptığı Filistin Yönetimi’ne destek vererek “Arap olmayan tarafların, Arap ülkelerindeki gelişmelere, yıkıcı bir şekilde karışmasından rahatsızlık duyuyoruz” demişlerdir.
Türkiye, Gazze’de yalnız İsrail’e karşı değil, diğer Filistin gruplarına karşı da Hamas’ı desteklediği gerekçesiyle Mahmud Abbas tarafından dolaylı bir biçimde uyarılmıştır. Başbakan Erdoğan’ın İsrail Başbakan’ı Olmert’e atfen “İsrail’deki tutuklu Hamas yöneticilerini bırakırsak Mahmud Abbas kızar” anlamına gelen sözler söylediğini açıklaması durumun ne kadar nazik olduğunu göstermektedir. Diğer yandan Ankara’da yapılan bir toplantıda Hamas Siyasi Büro üyesi Ziyad Abu Zeyd, “Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ı İsrail’in işbaşına getirdiğini” öne sürmüştür. Bu durumda Türkiye’nin yalnızca Hamas yanlısı bir görüntü vermesi çok tehlikeli olmuştur. Kissinger’in, “Ortadoğu’da dış politika yoktur. İç politika vardır” derken işte bunu kastettiği çok iyi bilinmelidir.
Sonuçta, Türkiye’deki iktidar kraldan çok kralcılık yaparak ne Araplara ne de İsrail’e yaranabilmiştir. Arap halkının Davos’taki tavrı alkışlaması da Arap yönetimlerini daha da kuşkulandırmıştır. Türkiye’yi kendi işlerine karışan bir ülke olarak görmeye başlamışlardır. Batı’da Türkiye’nin imajı zaten olumsuzdur. Ortadoğu’da da Türkiye, giderek eski durumdan daha kötü bir konuma doğru sürüklenmektedir. İlginç olanı da işin bu yanıdır!