Davamız…
Düşünün…
Ya da "Kötüyü çağırma" denir bizde; düşünmeyin; yüreğinizde hissedin.
Bir sabah, her sabah olduğu gibi çocuğunuzu okula gönderiyorsunuz, ama o, her akşamdan farklı olarak eve dön(e)miyor…
Her şey ona "iyi bir gelecek" sağlamak için… Dişinizden tırnağınızdan arttırıp dershaneye gönderiyorsunuz; dön(e)miyor… Ne geleceği! O gün itibarıyla "bugün"ünüz de kalmıyor.
Bakkala yolluyorsunuz mesela; hemen sokağın başında diye hiçbir korku düşmüyor içinize… Köşedeki fırına ekmek almaya gönderiyorsunuz… Bir daha ömür boyu, ağzınıza bir lokma ekmek sokamayacak bir acıyla sınanıyorsunuz…
"Bizim mahalle" diye bir "güvenli bölge" yok artık… "Kapımızın önü" yok.
Her yer "tehlikenin nereden çıkacağı belli olmaz" tekinsizliğinde.
Böyle bir ülke Türkiye.
*
O, sabah güle oynaya çıkıp da akşam evine dönemeyen çocuklardan bir tanesiydi Ayşegül Aydın.
16 yaşındaydı…
Havuç rengi saçları, çipil gözleri, süt gibi bembeyaz teniyle su gibi bir kızdı…
Kim bilir kafasında ne hayallerle adımlıyordu o gün, onu evine götürüyor sandığı yolları.
*
12 Temmuz 2021…
Ayşegül, dershaneden çıkmış evine doğru yürürken peşine bir sapık takıldı.
*
Bu arada…
Ve öyle olsa ne fark eder…
Sadece sapıklardan, sapkınlardan, katillerden, seri katillerden, canilerden değil, katlimizi bazı hallerde müstahak sayan bir rezil zihniyetten de korumak zorundayız da artık kendimizi; onların tecavüzü, cinayeti, vahşeti "meşrulaştıcı" saydığı koşullardan hiçbirine uymuyordu Ayşegül''ün durumu…
Hani "hak etmiş mi" diye merak eden o iğrenç ahlak bekçisi sınıf tetikte bekliyordur;
Kirli dilinizi uzattığınız nice gencecik kız gibi "gecenin bir yarısı" sokakta değildi! Erkek arkadaşının evinde değildi! Alkollü değildi! Kırmızı ruj sürmemişti! Mini etek giymemişti! Dekoltesi yoktu! Şortu yoktu!
Dediğim gibi bütün bunlar olsa ne fark eder de…
Ayşegül, dershaneden çıkmış evine giden bir kız çocuğuydu.
*
Arkasından gelen tehlikenin farkına vardığında yaşadığı tedirginlik kameralardan bile hissediliyordu.
İstediği vakit vatandaşlarının çıkardığı gaz sayısını bile tespit edebilen bir rejimin "kontrolü dışında(!)" sokaklarda cirit atan kayıt dışı potansiyel suçlu adaylarından Afganistanlı Muhammed Atikullah, peşine takıldığı Ayşegül''e hunharca saldırdı.
Tecavüze kalkıştı.
Ayşegül direndi.
Atikullah boğazını sıktı.
Ayşegül yine direndi.
Atikullah eline aldığı taşı…
*
Tam 132 gün boyunca savaştı Ayşegül…
Yoğun bakımda, vücuduna bağlanan makineler, takılan hortumlar aracılığıyla var gücüyle tutunmaya çalıştı dünyaya…
Ne çare; saldırıya uğradığı o yol kenarındaki gibi burada da tek başınaydı!
Milyonda bir olan yaşama ihtimaline şans tanınsaydı; kök hücre tedavisi için gerekli prosedürler -ve zamanında- aşılsaydı. Gerekli izinler alınsaydı…
Belki, en azından "belki"lerle anılmayacaktı.
*
Babası, musalla taşında bekleyen tabutuna "Kızım biz seni koruyamadık" diye ağlayarak sarıldı.
*
Sahi, Ayşegül''ün öldürülmesi sadece katili tarafından işlenmiş bir cinayet miydi?
Her şeyin oluyor ya, bu olayın da bir "büyük resmi" yok muydu mesela?
Bir siyasi ayağı?
*
Konusu bu kadar geniş ve derin olmayacak olsa da Ayşegül Aydın cinayeti davası bugün nihayet başlıyor;
Gebze 2. Ağır Ceza Mahkemesi''nde;
Saat 11.50''de.
Olabiliyorsanız, orada olun.
Olamıyorsanız aklınızın, fikrinizin, kalbinizin orada olduğunu duyurun.
Memleketin, peyder pey, kim olduğu, nereden geldiği, neden geldiği şüpheli tiplerin sığındığı bir suç cennetine dönüşmekte olmasına kör, sağır olanlar da, bunun müsebbibi olanlar da, çocuklarınızın, çocuklarımızın canını kimseye helal etmeyeceğimizi duysun.
*
Bu hepimizin davası.
Hepimizin evlatlarının beka davası.
Bu farkındalığa sahip olalım; olmayanların olmasını sağlayalım.
Mesela…
Ey sevgili meslektaşlarım;
Var mısınız, bu duruşmayı, tıpkı dün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, Üsküdar CHP İlçe Başkanı, "Cumartesi Anneleri" diye bilinen grubun davalarını yaptığınız gibi "günün haberi" yapalım…
Zira, "adalet" herkese lazım!