Dava 'düş'tü; düşüyor

Yargı sürecinden adaleti çıkarmaya çalışanların hesabı dönüyor. Onlarla birlikte, ellerine tutuşturulan telefon konuşmalarını, sözde “belgeleri” hiçbir vicdan ve mantık süzgecinden geçirmeden yayınlayanlar da batıyor.
Ergenekon davasını izliyor musunuz?
İki “sanık yakını” çıktı ve ortalığı toz duman etti.
Balyoz davasından tutuklanan Çetin Doğan’ın kızı Pınar Doğan ile damadı Dani Rodrik, bir internet sitesi açtılar, babaları hakkında ortaya sürülen iddiaları, uluslararası standartta bir hukukçu dikkati ile inceleyip lime lime ettiler.
Lime lime ettiler, çünkü, öteki benzerleri gibi öylesine eften püften, öylesine önyargılı ve ideolojik bakış açısıyla hazırlanmıştı ki, “Silkelesen düşecek” şeylerdi.
Dani Rodrik ve Pınar Doğan, Ergenekon savcılarına uluslararası kalitede bir hukuk dersi veriyorlar.
Önyargıyla, keyfi duygularla hazırlanmış her satırı, hukuki bir bakış açısıyla çürütüyorlar.
Bundan sonra Ergenekon savcılarının işi daha zor.

Bilgi kirliliğinden arınma
“Islak imza” olayından tutuklanan Albay Dursun Çiçek’in oğlu Deniz Çiçek de babası hakkında bilgi kirliliğini önlemek için bir blog açmış.
Bu genç adamı Türk kamuoyu askeri darbelere karşı eylemleri ile tanıyor. Eminim o da, babası hakkında iddiaları çürütecek tezleri kamuoyu ile paylaşacak.
Radikal Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan, geçen pazartesi gününden bu yana “Bir anti-Ergenekon yazısı” başlığı altında üç yazı yayınladı.
Yazılarda, Ergenekon davasında yapılan yanlışlıkları, haksızlıkları anlatıyor.
Radikal’in bir başka yazarı Ahmet İnsel de geçen pazartesi günü tutukluluk sürelerini eleştiren harika bir yazı yazdı.
Nuray Mert keza...
Peki dökülen sadece savcıların hazırladıkları, tutulduğu yerden dökülen, Refah Partisi’ni kapatma iddianamesinden bile daha kötü yazılmış iddianameler mi?
Hayır bu ülkenin kendine, hâlâ “demokrat” diyebilen, hâlâ “liberal” diye yutturmaya çalışan sözde aydınları da tel tel dökülüyor.
Tabii ellerine tutuşturulan telefon konuşmalarını, sözde “belgeleri” hiçbir vicdan ve mantık süzgecinden geçirmeden yayınlayan gazeteler, televizyon kanalları, internet siteleri de onlarla birlikte batıyor.

Yargılayanlar etiketlenecek
İşte böyledir.
Bir hukuk sürecinde, adaleti aradan çekip alırsanız; vicdanı devreden çıkarırsanız, gözünüze ideolojik gözlükleri takıp, önünüze geleni sabahın köründe evinden alıp, içeri tıkarsanız; bu hesap bir gün dönmeye başlar.
Ergenekon davası bu ülkenin vicdanlı aydınlarının vicdanını sızlatmaya başladı.
Kamuoyu gözünde itibarını yitirmeye başladı.
Dünya kamuoyunun gözünde yerlerde sürünmeye başladı. Ergenekon savcılarının karşısına giderek genişleyen bir “halk avukatları” duvarı dikilmeye başladı.
İddia ediyorum, böyle giderse, bu ülke bir gün “Ergenekon” denince, yargılananları değil, yargılayanları “Ergenekoncu” olarak etiketleyecek.
* Ertuğrul Özkök / Hürriyet

+++++

Bu devirde böyle hayırlı evlat!..
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün mahdumu Mehmet Emre Gül’ün, Türkiye’de iktidarca neredeyse her köşe başına kondurulan ve rektörlerini bizzat babasının atadığı üniversiteler dururken, okyanuslar aşmayı göze alıp “Beni Harvard’a gönderin” demesinin ardındaki sır perdesi(!) aralandı. Meğer tam bir hayırlı evlat namzeti olan küçük Emre, geçmiş babasının karşısına ve şimdiki çocuklarda esamesi okunmayan şu özveri fışkıran konuşmayı yapmış:
“Türkiye’de üniversite okursam gazete ve televizyonlar her fırsatta beni gündeme taşıyabilirler. Bu durum da hem beni, hem sizi üzebilir...”
Çocuk da haklı! Liseyi Türkiye’de okumaya kalktı gördü başına gelenleri: “Babam Başbakan, Bakan, Cumhurbaşkanı” demeden yazları gitti Ali (Babacan) amcasının aile şirketinde tam tamına 24 gün çalıştı; bu hain medya tuttu “yeni sosyal güvenlik düzenlemesi”nden yararlanmak için dedi...
“Çet”le zaman harcamak yerine, e-ticaretle para kazanmayı koydu kafasına, harçlıklarını sermaye edip kendi işinin patronu olmaya kalktı...
Ertesi gün manşet!
Yılmadı, mısır ticaretine atılarak neredeyse sektörde fenomen haline geldi; o artık, 16 yaşında Ankara Ticaret Odası’na kayıtlı bir “işadamı”ydı...
Emeğe, alınterine saygı yok ki, yazıp çizilmedik kalmadı hakkında!
Hadi “iş”lemesine izin yok, çocukluğunu da yaşatmadılar masuma; bir futbol keyfi vardı; burnundan geldi. Vay efendim Başbakanlık uçağıyla maça gitmişmiş... Vay efendim Başbakan’ı havaalanında bekletince, polisi özel şoförü gibi kullanmışmış... Trafiği kesip yolu kendisine tahsis ettirse suç, motosikletli polis amcanın arkasına yapışıp kimseyi rahatsız etmeden yoluna devam etse suç; ne yapsa yaranamadı ki bu çocuk bu gazetecilere!...
Ailesinin dizinin dibinden ayrılmayan çocuk makbuldür sandı, Arap ülkelerindeki resmi temaslarında dahi yanından ayrılmadı babasının, o da olay oldu!
Ee artık Küçük Emre büyüyor... En “delikanlı” çağları; gezecek, tozacak, kefenin cebi yok ya bugüne kadar kazandıklarını harcayacak, sonra yerlerine yenilerini koyacak...
Nerde mi, nasıl mı, kimlerle mi? Karıştırmayın orasını işte! Öğrenmiş demek ki bu işlerin raconunu; karda yürüyeceksin izini belli etmeyeceksin... Eee peşinde iz süren medya ordusuyla nasıl olacak bu iş...
Dedim ya küçük Emre büyüyor...
Yarın öbürgün ya emsalleri gibi onun da gemiciklere, pırlantacıklara, orman arazilerine, villacıklara giden yollarda ayak izlerine rastlarlarsa?
Hiç mi üzülmeyecek babası!
Siyasetçi çocukları Şırnak’a, Pervari’ye, Dağlıca’ya gitmiyor diyenler utansın, değil Türkiye’nin dünyanın bir ucuna gidiyor çocuk; hem de “Atatürk’ün makamı(!)”nın âli menfaatleri uğruna(!)

+++++

Yoksa Koru Ergenekoncu mu
Son Ergenekon iddianamesinin ek klasörleri bu davanın çarpık seyri hakkında yine pek çok ipucu barındırıyor. (...) Ek klasörde önemli bir bölüm Ergenekon’dan gözaltına alındıktan bir süre sonra aklanan ve geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Erhan Göksel’e ait. (...) Rahmetli Göksel çok konuşurdu ve herkesle konuşurdu.(...) Aralarında benim de bulunduğum pek çok gazetecinin özel konuşmaları dinci gazetelerin sayfalarında yer aldı.
Bakın görevi neymiş
Erhan Göksel’le ilgili klasörlerde yandaş medyaya yansımayan ve de hiçbir zaman yansımayacak bir kayıt daha göze çarpıyor.
Fehmi Koru’yla Erhan Göksel’in telefon kayıtları da iddianameye girmiş. Telefonun bir terapi aracı olduğunu, iki kişinin en kolay ve çekinmeden konuşacakları, içlerini dökecekleri bir alan olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla bu telefon konuşmalarının da mahremiyetine özen gösterilmesinden yanayım. Fehmi Koru’yla Erhan Göksel’in telefonda neler konuştuğunu aktarmayacağım.
Sadece yakınlıklarına örnek verebilirim: Fehmi Koru ’Ece Temelkuran da dinlendiğini yazmış, o karıyı kim dinlesin’ gibi gayet sansürsüz bir söz sarf ediyor. Ya da Erhan Göksel uzun zamandır kavgalı olduğu ve kendi tabiriyle ’kartel medyası’dediği Doğan Grubu için Fehmi Koru’ya ’İyi ki sen bunların ağzına sıçıyorsun’dediğinde ’Bizim de görevimiz bu’ yanıtını alıyor.
Yandaşın çifte standardı
Yandaş medya burada da bir çifte standart uygulayarak Fehmi Koru’nun konuşmalarını görmezden geliyor. Oysa başka pek çok gazetecinin konuşmasını ’Ergenekon çetesiyle ilişkili’ gibi göstermek, ima etmek için sayfalarına taşımadılar mı?
Kim bilir belki de bu konuşmalar Fehmi Koru’yu ’Ergenekoncu’ gösterir diye tercih etmediler.
‘Kulis’in bilgi kaynağıydı
’Neden Fehmi Koru’nun konuşmaları yayınlanmıyor’ demiyorum. Diyemem de zaten. İki kişinin telefonda konuşmaları mahrem sonuçta. Kaldı ki Fehmi Koru’yla Erhan Göksel’in dostluğu uzun yıllara dayanır. Çiller ve Yılmaz dönemlerinde bugünkü gibi iktidara yakın bir gazeteci olmayan Fehmi Koru, rahmetli Göksel’in peşinden ayrılmaz, sık sık onu evinde ziyaret eder, ondan ’kulis’ kaynaklarından biri olarak faydalanırdı. Bu da Ankara’da bilinirdi.
Dolayısıyla ikisinin sık sık konuşmalarında şaşılacak bir şey yok. Erhan Göksel’in ya da Ergenekon’dan yargılanan isimlerin konuştuğu gazetecilerde de şaşırılacak bir şey olmadığı gibi. Keşke Fehmi Koru’ya gösterilen hassasiyet başka gazetecilere de gösterilseydi, keşke özel hayat ihlallerine dikkat edilseydi. Yandaşlar bu basit sınavdan geçemediler.
* Oray Eğin / Akşam

+++++

Şehit tabutlarına da dolar dökümü iğnelersiniz
(...)Tayyipgiller için önemli olan cenazeler değil paracıkları kazanmaktır.
Örnek mi istiyorsunuz?
Devlet Bakanı Zafer Çağlayan birkaç gün önce, şehit cenazeleri kaldırılırken medyaya demeç verdi ve aynen şu sözleri söyledi:
“Kuzey Irak’ta Türk mallarına talep patladı. İki gün sonra işadamlarıyla oraya gidiyoruz(...) Ticaret siyasetin anahtarıdır.”
Terör dediğin ne ki, boşver terörü!
Şehitlerden, sakat kalan gazilerden, basılan karakollardan, patlayan mayınlardan Kuzey Irak’tan Barzani gözetiminde yapılan sızmalardan kime ne!
Kim takar her gün kaldırılan şehit cenazelerini!
Terörün ana üssü Barzani’nin bölgesiymiş. Barzani ileride fırsat bulduğunda Güneydoğu Anadolu’yu kendi Kürt bölgesine katmayı planlıyormuş, bize ne!
“Para bende, petrol bende, Kürtlerin geleceği bende” deyip Türkiye Cumhuriyeti’ni aşağılıyormuş ne fark eder!
“PKK’lılar benim Kürt kardeşlerimdir, onlara zarar veremem” diyormuş, valla aferin!
Bizimkiler için ise varsa yoksa ticaret, kazanç, avanta, rüşvet...
Devlet Bakanı Zafer Çağlayan, yanındaki bürokratlar ve işadamlarıyla birlikte başarılı bir Kuzey Irak seferi düzenlemiş, Kürtçülük açılımına katkıda bulunmuş, ticareti arttırma sözü almış!
Helal olsun!
Şehit cenazelerine örtülen al bayraklara bundan sonra Barzani’ye yapılan mal ve hizmet satımlarının dolar dökümünü iğneleriz, onlar da öbür alemde “Ulan biz boşuna gittik ama hiç değilse satışlar artmış” diye teselli bulurlar.
* Emin Çölaşan / Sözcü

+++++

Ak Ali’nin farkı
Kayseri’nin Büyükorman beldesinin AKP’li Belediye Başkanı Ali Temirci bir süredir “evrakta sahtecilik ve nitelikli dolandırıcılık” suçundan yargılanıyordu. Mahkeme geçen ayın 18’inde kararını açıkladı. Suçunu sabit gördüğünden Temirci’yi 3 yıl 1 ay hapis ve 129 bin 461 lira para cezasına çarptırdı. Kararın verilmesinden bu yana iki hafta geçti. AKP bu kişiyi ne ihraç etti ne de İçişleri Bakanı Beşir Atalay görevden aldı. Oysa aynı Beşir Atalay, sırf hakkında “iddialar” var diye MHP’li Adana Belediye Başkanı Aytaç Durak’ı alelacele görevinden almıştı. Ülkenin nasıl yönetildiğine, “Bizden olan - olmayan” ayrımının bütün yasaların ve etik değerlerin nasıl üzerine çıktığına daha güzel örnek olabilir mi?
* Melih Aşık / Milliyet

+++++

ABD’li güvercinler
Brüksel’deki “otel odası buluşması”,
günümüz siyasetinin... Nasıl kaypak... Nasıl güvenilmez... Nasıl ikiyüzlü olduğunun kanıtıdır! Her iki ülkenin siyasetçileri de kendi kamuoylarına “şahin” i oynuyor ama ABD biraz iteleyince “güvercin” e dönüşüyor! Her iktidar kendi dincilerinin gazını alıp, sonunda “para”ya ve “güç”e boyun eğiyor! Bu ilginç buluşma hakkında daha yüzlerce soru sorabilirim... Ama... Son bir soruyla yetineceğim: Mavi Marmara’daki o insanlar neden öldü?
* Mustafa Mutlu / Vatan

+++++

Hakikaten ‘ayıp yahu’
Fehmi Koru’nun Taha Kıvanç kimliğiyle yazdığı dünkü yazısı şu satırlarla başlıyordu: “Eskiden kadın-kız söz konusu oldu mu biraz daha az vahşiydi bizim medya. Şimdinin vahşet ortamında kimsenin kimseye merhameti yok, hele kadın-kız söz konusu olduğunda daha da vahşileşiyor ortam... Ayıp yahu...” Aylarca bir sürü askerin, yargı mensubunun eşleri ve kızlarının özel hayatlarını didikleyen, çarşaf çarşaf dedikodu yayan, Ümraniye ile başlayan bir dizi davaya konu iddianamelerden kadın gazetecilerin özel görüşmelerini alıp manşetlerine taşıyan yandaş medyadan, “kadına kıza merhamet” uyarısının gelmesi için, demek ki çıktıkları “hanut” turuna “taciz” gölgesi düşmesi gerekiyormuş. Hakikaten ayıp yahu; bunca ay susup kendi canı yanınca konuşmaya utanır insan....
* Fehmi Koru /Yenişafak

+++++

KISA... KISA...
/ Milliyet yazı işleri editörlerinden Umut Alphan, Yazı İşleri Müdürlüğüne getirildi.

/ Hürriyet Brüksel temsilcisi Zeynel Lüle, gazetenin yurt dışı yayınları müdürü ve Avrupa haberleri koordinatörü olmak üzere İstanbul’a dönüyor.

/ Eylül ayından itibaren Referans’la birleştirilen Radikal’in başına geçecek olan Eyüp Can ilk transferini Hürriyet’ten yaptı. Hürriyet Yurtdışı Yayınlar Müdürü Bülent Mumay, Radikal’in
Yayın Koordinatörü olacak.

+++++

MİNİ YORUM
Başbakanının gazetecisi

Bazı gazeteler, Yasemin Çongar’ın “Balyoz belgeleri”ni Başbakan’ın teşvikiyle yayınladıklarını söylediğine dair bir haber yaptı dün. Sözde “ağız birliği”ne pek alerjili bu ekip; Paşasının Başbakanı, Başbakanının Paşası saydırıp durdular akıllarınca.
Ne oldu şimdi Çongar, Başbakanının gazetecisi mi?

Yazarın Diğer Yazıları