Darbenin belgesi bulundu...
Taraf olmanın tetikçiliğin ve hatta yandaşlığın da bir raconu olmalı. Racon diyorum çünkü hukukun ayaklar altına alındığı dönemlerde bile mahalle raconu kesilirdi bizim memlekette. Lakin onun da ruhuna Fatihalar okunur oldu. Dezenformasyonun hayatımızın her alanına girdiğini kimse inkar edemez. Her gün ortaya atılan iddiaların hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğuna dair akıl ve vicdan süzgecimiz delik deşik ediliyor. Neredeyse hurdaya çıkarılacak.
Başbakan Ecevit’i devirip, yerine başbakanlık koltuğuna oturmak için Ecevit’i zehirlemek, tedavisini yapmamakla itham edilip halen içeride tutuklu Prof. Dr. Mehmet Haberal ile ilgili Adli Tıp’tan gelen belge haberlerine taktım kafayı. Göğüs kafesindeki kırık ve çatlaklar tedavi edilmiş ancak Parkinson hastalığı için tedavi tam anlamda yapılmamış. O yıllarda hükümet ortağı Mesut Yılmaz’a sehven(!) “Tansu Hanım” diye hitap eden, yürümekte güçlük çeken, isimleri falan karıştıran merhum Ecevit’in Parkinson hastalığından muzdarip olduğuna dair bilgisi ve belgesi olan bir Allah’ın kulu var ise beri gelsin. Üşenmeden araştırdım, o dönem Ecevit’in en yakınında olanlara sordum. Dahası ortalığı velveleye veren koruma müdürü Recai Birgün ve Rahşan Hanım’ın ifadelerini ve iddianamedeki ilgili bölümü saatlerce okudum. Raporlarda, teşhislerde Parkinson olduğuyla ilgili tek satıra rastlamadım. Bununla da yetinmeyip bazı bilim adamlarını arayıp bu hastalıkla ilgili bilgi aldım. Bir kere tedavisi yokmuş. Hatta bu hastalıktan muzdarip olanlar için iş yapamaz raporu verilmesi gerektiğini kaydettiler. Şu Haberal’a akıl sır erdirmek mümkün değil. Madem Ecevit’i yıkmak yerine oturmak istiyorsun peki niye bu adama Parkinson hastası raporu vermiyorsun? Adli Tıp’ın durup dururken yazdığı raporun şimdi ne anlama geldiğini çözen var mı?
Başkent Hastanesi’nden çıkarılıp GATA’ya yatırılan Ecevit ile ilgili GATA kayıtlarında da Parkinson yok. Şimdi birileri çıkıp Gatakulli yakıştırmasını yapıştırır. Oysa Ecevit GATA’dan taburcu olup önce evine sonra da başbakanlığa gitmemiş miydi? Alın size Haberal’ı infaz etmek için yeni bir polemik. Ömrü boyunca binlerce canı kurtarmış, on binlere şifa dağıtmış dünya çapındaki bilim adamına bir çamur daha. Hem de Adli Tıp Kurumu’nun alakasız bir raporu referans gösterilerek.
Çukurlarda sadece Haberal’a yönelik infaz yok. Kâğıt israfının hat safhaya çıktığı paçavralardan bazılarında Engin Alan Paşa’ya dil uzatılıyor. Vay efendim, “Yok edilen belgelerde yazıldığına göre” diye başlıyor ahkâm kesilmeye. Maksatları Engin Alan’ın MHP ile yollarını ayırmak ya da ortalığı bulandırmak. Ama yemezler. Şimdi sormak gerek: “İyi de aga hem belgelerin yok edildiğini söylüyorsun, hem de belgelerdeki Alan imzasından dem vuruyorsun, bu nasıl iş?”
Bir dönem bizim ölmüş şahsiyetlerle röportaj fantezimiz vardı. Dergide sayfalarca hem sorar, hem de bıraktığı eserlerden, tarihteki olaylardan çıkardığımız cevapları yazardık. Kendi aramızdaki mavrada, “Ahiretten Haber Ajansı” ydı adı. Bizim gençlik yıllarımızdaki araştırma inceleme gayretlerimizin yerini, “Gaipten Haber Ajansı” almış. Bir de “Belge Üretim Merkezi” var ki evlere şenlik. Bir dakikada 139 numarayı sehven telefona ekleyiverir. Siber saldırılarla gönderilen e-posta virüsleriyle masamızdaki masum bilgisayarımıza bomba niteliğinde kes yapıştırlar ile oluşturulan yazılar yamanır. Hadi benim gibi teknoloji özürlüler bu tezgâhın nasıl kurulduğunu bilmiyor, ama uzmanları, bilirkişileri siber terörün metotlarını ortaya bir bir koyduğu halde halen nasıl delil sayılıyor, anlamıyorum. “Bu konu beni aşar. İtiraz dilekçenizle başvurun” diyerek işin içinden sıyrılmak da hukukun yeni kuralları arasına girmiş.