“Darbe teşebbüsüne alet edilen yargı ne hallere düştü böyle!”
İstanbul Barosu Yönetiminin, 17 Mayıs’ta Silivri’de yargılanmalarına başlanacak dava paralelindeki gelişmeleri konuşmak üzere gazetecileri davet ettiği Kanlıca Sosyal Tesislerinde en sık tekrarlanan diyalog şu:
- Yanınızdayız!
- Biz sizin yanınızdayız!
- Hayır, biz!
- Biz!
Çarpıtmaya ayarlı “kara vicdanlı” ların mal bulmuş mağribi gibi “İşte, ‘darbeci baro’ ile işbirliği itirafı” diye atlayacağı bu tablonun tek nedeni, bütün bu insanların Diyojen’den farklı olarak ellerindeki fenerle “adalet”in izini sürmeleri! (Birçoğu “iş durumu”ndan sanık yapıldılar!)
***
Olağan olan, “meslekleri” sanık sandalyesinde oturan gazetecilerin, “ileri demokrasi”nin “avukatlığı” yargılama safhasına geçişini herkesten önce ve kolay kavraması/anlaması, buna, “kamu yararı” (Sürecin ürkütücü sonucu tekelleşen yargı zulmüne karşı toplumu savunmasız bırakması) adına bir itiraz geliştirmesi değil mi?
Dünkü gazeteleri okurken hâlâ, devranın ne hızlı döndüğünü gördükten sonra bile “ibret” almayıp, bu “itiraz” ı geliştirmemekte direnenlerin olduğunu görmek şaşırttı beni. Kişilere/kurumlara karşı hıncı, intikam tamtamlarını onaylamasam da anlarım. Ama “kara propaganda” yoluyla, -illaki bir gün kendilerine de lazım olacak- “adalet” in tesisinde şart olan ayaklardan birinin baltalanmasına meşruiyet kazandırmaya çabalamak... Bunu “intihar” dan başka bir kavramla izah etmek mümkün gelmiyor bana.
Bir de siz okuyun bakalım, Ekrem Dumanlı’nın dünkü Zaman’da yayınlanan ve benim anlamlandırmakta hakikaten zorlandığım şu cümlelerini:
“İstanbul Barosu’nda sular durulmuyor. Balyoz Davası sanıkları için avukat görevlendirmeyerek davayı tıkamak isteyen, her fırsatta Silivri’ye giderek Ergenekon sanıklarına destek veren Baro, tepkilerle yüz yüze gelmişti. Şimdi haklarında açılan davalar nedeniyle yönetim kurulu üyeliği düşmesi gereken yönetimdeki kişiler, olağanüstü genel kurul toplantısı yapmaya karar verdi. Bu bir kaçış; kanundan kaçış. Ne hallere düştü koca Baro? Gerek var mıydı ki!”
(Bu ironisi bol bir “yediğimiz içtiğimiz bizim olsun gördüğümüzü, duyduğumuzu anlatalım” yazısı olacakken, yukarıda aktardığım ifadeleri düzeltme sevdasına kurban edildi. Ne olacak bizdeki şu “toplumun yalan yanlış bilgilendirilmesine mani olma azmiyle yanıp tutuşma” halleri!)
1. “Suların durulmadığını” ileri sürebilmek için görülür, duyulur, hissedilir bir kaynamanın, fırtınanın, savrulmanın vs. olması gerekir. Önceki gece gözlemlediğim o ki “sular” gayet “dingin/duru” İstanbul Barosu’nda. Soruşturmayı açan savcı izindeyken dosyanın apar topar başka savcıya transferi, davaya bakacak hakimenin davayı açan başsavcının eşi olması, davanın 3. Yargı Paketi’nde öngörülen ceza değişti diye (demek ki asıl olan suç değil ceza) suç duyurusunda bulunulan kanun maddesinden açılmamış olması, avukatların yasaya aykırı olarak Bakanlık izni alınmadan ifadeye çağrılması gibi “garip” olaylara sahne olan süreç “kenetlenme”ye yol açmış avukatlar arasında. İktidara yakın duran (Baro yönetimi düştü iddiasında bulunan AKP milletvekili de bu grubun üyesi) Hukukun Üstünlüğü dışındaki bütün “rakipleri” görünürde Kocasakal yönetiminin, özde ise “meslek onurları”nın yanında saf tutmuş durumda. Son Genel Kurulu, bütün rakiplerinin toplam oyuna fark atarak, yüzde 60 gibi rekorla, kendi deyimiyle “organik komünist-sosyalist-ülkücü-milliyetçilerin milli mutabakatıyla” kazanan Kocasakal, şimdi her zamankinden güçlü hissediyor kendisini ve ekibini. Öyle ki, bugün seçim olsa “yüzde 80” ile kazanacağı inancında.
2. Bir mahkeme düşünün. Müvekkilini savunmak durumunda olan avukat söz istiyor. Mahkeme Başkanı hiçbir gerekçe göstermeden “Vermiyorum” diyor. Bunun hakkı olduğunu hatırlatan avukat bu kez “Vermiyorum ne yapacaksın”cevabıylakarşılaşıyor. Duruşmalardan men ediliyor. Bu mahkemeden “savunmanın kısıtlanmaması”nı istemek “davayı tıkamak” mıdır, yoksa yargılamanın bütün unsurlarıyla yapılabilmesini sağlamak üzere “davanın önünü açmak” mı?
3. Bir mahkeme düşünün. Savcı “Hooop sen yerine otur” diye avukat azarlıyor. Bir kadın avukat “Elin kolun oynamasın” diye rencide ediliyor. Avukatlar itilip kakılıyor. Bir meslek örgütü olan Baro’nun bu mahkemeden “Meslek onurumuzu zedelemeyin, zedelenmesine izin vermeyin” talebinde bulunması “Ergenekon sanıklarına” destek vermek anlamına mı gelir yoksa görevi gereği üyelerine yani “avukatlara” sahip çıkmak mı?
(Kaldı ki, Baro’ya açılan davanın gerekçesi, “Balyoz Davası”nın görüldüğü mahkemede yaptıkları açıklama.Bunun “Ergenekon” ile ne alakası var? Dumanlı’nın “Ergenekon” genellemesi bilgisizlikten mi, dikkatsizlikten mi, yoksa bir zihin operasyonu amaçlamasından mı? )
4. Dava Mayıs ayında başlayacak. Ne zaman sonuçlanacağı belli değil. “Düşme”ye neden olabilecek “4 yıl” istenen cezanın üst sınırı. Ceza alıp almayacaklarının, alsalar dahi bunun üst sınırdan olup olmayacağının meçhul olduğu bugünden, kim, nasıl, Baro Yönetimi’nin başına “haklarında açılan davalar nedeniyle yönetim kurulu üyeliği düşmesi gereken” tanımını yerleştirebilir? Davanın bizim bilmediğimiz bir “peşin hükmü” mü var?
5. “Er meydanı” olan Genel Kurul’a gitmek nasıl “kaçış” sayılabilir? İktidardan merhamet dilemek, biat etmek yerine, “Avukatları Bu davalara neden girdin?, Müvekkiline neden susma hakkını hatırlattın? diye sorgulayan kafayla mücadele devam edeceğiz. Cumhuriyeti ve üniter devleti korumaya devam edeceğiz.” diyerek, akıbetlerini delegelerin iradesine teslim etmek tam tersine “cesaret” gerektirmez mi?
Merak ediyorum, demokratik yollarla işbaşına gelmiş İstanbul Barosu’nun “taban”a kulak vermek istemesini “kaçış” olarak değerlendiren bu “cesur” zevat, neden “seçimle geleni seçimle gönderme” yoluna başvurmaz da, Kocasakal’ın tanımlamasıyla “darbe teşebbüsü”nde bulunur acaba?
***
Baro yönetimindeki hukukçuların size aktarmamız umuduyla anlattıklarını “Türkiye’de darbelerle hesaplaşıyoruz maskesi altında yargı eliyle bir sivil darbe, karşı devrim yapıldığı, eğer planlandığı gibi yargı da savunma dahil bütün unsurlarıyla ‘majesteleri’ne boyun eğdirilirse, bu ülkede yaşayan hiçkimsenin hukukla garanti edilebilir bir güvencesinin kalmayacağı” biçiminde özetleyebiliriz. Hukukçuların “İleri faşizm” adını verdiği bu tür bir rejime razıysanız; “çoğunluğun tiranlığı” da demokrasinin ürünü; siz bilirsiniz!
( Not: Gazetesinin yargı muhabirleri Dumanlı’yı yanlış bilgilendirmiş olmalılar. Aksi halde “Ne hallere düştü koca Baro” demek yerine, “Bir intikam uğruna yargı ne hallere düştü böyle” diye sorması gerekirdi.)