Dantel masa örtüsü
Bunu kendisi de hatırlamaz, bunca yıl ben de hiç hatırlatma gereği duymamışımdır ama Meral Akşener''le ilk tanışmam aslında profesyonel gazetecilik hayatımdan çok öncesine dayanır.
*
O meşhur "90''lar"da…
Muhtemelen İçişleri Bakanlığı''ndan yeni ayrıldığı sıralardı.
Tekirdağ''da, sahilde, o dönemin meşhur "Tarsal"ında (artık yok), Doğru Yol Partisi''nin düzenlediği bir yemeğe katılmıştı; yanında dönemin bütün "ağır topları".
Ben o zaman daha üniversite öğrencisi bile değilim; özel radyo-TV furyasının henüz başı, biz de küçük şehrin, bu işlere hevesli çocukları…
Eski Emniyet Genel Müdürleri''nden Hamdi Ardalı''nın oğlu Attila Ardalı''nın sahibi olduğu kanalda "bir yerden başlamaya"; hem para, hem tecrübe biriktirmeye çalışıyorum… Çünkü daha üniversite okunacak, yazar olunacak; ohoo iş çok, yol uzun, maliyetli.
*
Rahmetli Attila Abi de, eşi Nurgül Abla da severdi beni (ben de onları); o yemeğe beni de götürmüşlerdi.
Akşener''le ilk el sıkışmamız o geceydi; bir süre aynı masada oturduk. Henüz birçok duygunun törpülenmediği o yaşlara has ayrı bir merak ve dikkatle izlediğimi hatırlıyorum onu. Deve dişi gibi DYP''li abilerin arasında, Türkiye siyaset ortalamasına göre çok çok genç, yine Türkiye siyaset ortalamasına göre çok güler yüzlü bir kadın siyasetçi.
Ne kadar hırpalandığı da belli ama algıda seçicilik; benim o geceden en çok aklımda kalan incecikliğiydi!
*
Neredeyse çeyrek asır sonra, önceki gün, İYİ Parti Genel Merkezi''nde, kadın gazeteciler olarak katıldığımız sohbette, kendisini hedef alan saldırganlığın kökenini irdelerken kendimi o gecede buldum ben.
Aynı hoyratlığın muhatabı, aynı kadındı işte konuşan.
Çeyrek asır önce onu, "Eli kolu kocaman bilezikle dolu… Bir koyun tüccarının karısı olması gereken, kara kuru, kafası büyük, elleri kocaman, esmer kadın..", "Oturduğu apartmanda komşusunun balkona halı silkeleyecek kadın", "Elleri yer silmekten hizmetçiye benzeyen kavruk kadın", "Varoş", "Fakir köylü kızı" diye yaftalayan "Ne haddine bakan olmak"çı kafayla…
Bugün, Türk Milliyetçiliği üzerinden hem "Altılı Masa", hem muhalefet hem de siyasetteki rolünü, işlevini tanzime kalkışan…
Dillendirdiği her hassasiyetin, endişenin, önerinin, talebin hatta düşüncenin önüne "Nankörlük" diye kalın bir barikat kuran…
"Dayatılana razı olmak"tan başka "hak" tanımayan, "hak"larını pervasızca yok sayan…
"Ne haddine"ci kafa arasında hiçbir fark yoktu çünkü.
*
Akşener, anlayana son derece manidar bir metafora başvurdu sohbet sırasında:
-Ben evimde masanın üstünden o danteli kaldırmadım hiçbir zaman.
*
Yani dedi ki -benim anladığım-:
Yıllardır salladığınız o sopa, benim canımı acıtmaz. O taş, kafamı yarmaz. Ben, ne olduğumu, kim olduğumu, nereden geldiğimi, "hangi sınıfa mensup olduğumu" zaten biliyorum. O sınıfla bir derdim yok. Ben o sınıfın, iyi eğitim görmüş, iyi yetişmiş, üniversitede hoca olmuş, yoluna siyasette değil akademide devam etse bugün profesör olmuş olacak kızı olmaktan memnunum. Sınıf atlamak peşinde değilim; sınıfsal geçişkenliği sağlayan Cumhuriyet''te, zaten buna niye gerek olsun? Olduğum kişi olmakta utanılacak, gocunulacak bir şey görmüyorum. Hatta, kendimi "Cumhuriyet"in hedefine vardığının kanıtlarından, dolayısıyla "Cumhuriyet"in vatandaşlarına sunduğu fırsat eşitliğinin teminatlarından biri de görüyorum.
Cumhuriyet benim.
*
Bir de anekdot hatırlattı, yine anlayana:
- Kemal Bey ilk genel başkan seçildiğinde bana dediler ki. "Dikkat etmeniz gereken delegelerin Kemal Bey''i seçmesi; Tunceli''de doğmuş bir küçük memurun oğlunu seçtiler. Babam gibi birini seçtiler yani. Bu Türkiye için çok önemli bir adımdır.
*
Cumhuriyet bu.
*
Ve yazık ki…
Cumhuriyet''e rağmen Cumhuriyet''i "tekele" dönüştürmek hastalığından kurtulamayan bir grup "aydın maydın" sınıfının idrak edemediği de bu.
*
Ne yazık ki…
Muhalefetin savrulmadan alabilmesi gereken en keskin virajlardan biri, bütün kadro ve kurumlarıyla Cumhuriyet''in ikinci yüzyılını tasarlamayı bu devlete dair bütün ilk ve son sözlerin sahibi olmayı, karar vericiliği "sadece kendilerine hak gören", "Cumhuriyetçilikleri" Cumhuriyet''e rağmen, demokratlıkları da demokrasiye rağmen olan bu sınıfın densizlikle neticelenen idraksizlikleri…
Zira pimi çekilmiş bomba gibi, hiç belli değil frenlerinin ne zaman patlayıp da hangi gruba, kesime, sınıfa, kimliğe, tercihe çarpıp parçalayacakları!
Kim, nereden alıyorsa artık bu aidiyetimizi ruhsatlandırmak hakkını…