Dalkavuksan mertsin!

Kafakarıştrologlar iş başında: Seçim kampanyaları döneminde kavram ve terim saptırması örneklerinin doruk noktaya ulaştığını görüyoruz.
Son örnek “mertlik” üzerine:
Hani Köroğlu, “Delikli demir icat oldu, mertlik bozuldu” demiş ya...
Biz de “Politika el attı, mertlik bozuldu” diyebilir miyiz acaba?

***


Duble yolları övüyorsan mertsin...
Duble yolları eleştiriyorsan namertsin.

***


AKP’nin yüzüne gözüne bulaştırdığı “Kürt Açılımını” övüyorsan mertsin...
Eleştiriyorsan namertsin.

***


Hiçbir sonuç vermeyen, tam tersine işleri daha da karıştıran “Ermeni Açılımını” övüyorsan mertsin...
Eleştiriyorsan namertsin.

***


İçi boş bir gösteriden ileri gitmeyen, hemen sonrasında Romanların sürüldüğü “Roman Açılımını” övüyorsan mertsin..
Eleştiriyorsan namertsin.

***

Şifre iddialarına karşın, 1 milyon 700 bin gencin hayalleriyle oynayan ÖSYM’ye güveniyorsan mertsin...
Güvenmiyorsan namertsin.

***


İnternet yasaklarından yanaysan mertsin...
İnternet yasaklarına karşıysan namertsin.

***

2007’de AKP’ye “oy verin” diyen The Economist’i onaylıyorsan mertsin...
Eleştiriyorsan namertsin.

***

2011’de AKP’ye “oy vermeyin” diyen The Economist’i eleştiriyorsan mertsin... Onaylıyorsan namertsin.

***

İktidarın yargı üzerindeki denetiminden yanaysan mertsin...
Bağımsız yargıyı savunuyorsan namertsin.

***

İktidarı öven bağımlı medyadan yanaysan mertsin...
İktidarı eleştiren bağımsız medyadan yanaysan namertsin.

***


“AKP kazanacak” diyorsan mertsin... “CHP kazanacak” diyorsan namertsin.

***

İktidarı övüyorsan mertsin...
Muhalefeti övüyorsan namertsin.

***

Muhalefeti eleştiriyorsan mertsin... İktidarı eleştiriyorsan namertsin.

***

Ve sonuç olarak:
Önce oksimoron, yani zıtdaş bir ifade:
Dalkavuksan mertsin!
Sonra da bir tehdit:
Muhalifsen namertsin, risk alıyorsun, bertaraf olursun!
Emre Kongar/Cumhuriyet

+++

TeReTe

’TRT Konserleri’ne davetiye bulmak için Ankaralılar haftalar öncesinden koşuşturmaya başlar, bir davetiye elde edebilmek için torpil dahil ellerinden geleni yaparlardı. TRT’nin anlaşılan artık haber programları gibi konserleri de izlenmiyor, salon boş kalıyor. Çare mi? Bulundu... TRT’nin 3 Haziran’daki konseri öncesinde kadrolu sanatçılara şu duyuru yapıldı:
“Görevli olmayan bütün sanatçılarımızın konsere izleyici olarak katılmaları gerekmektedir”
Ya gelip de salonu doldurma görevini yapmazlarsa? Onun da önlemi alındı...
“Sanatçılardan konser öncesinde imza alınacağı” bildirildi...
TRT müzik ve demokrasi konusunda hayli anlamlı adımlar atıyor!
Melih Aşık/Milliyet

+++

Kadrolu olanlar muhalefete teşekkür etsin

Muhalefet partileri bastırdı.. Özellikle CHP, ’Sözleşmeli personel olmaz, aynı işi yapanlar eşit olmalı, iktidara gelirsek herkesi kadrolu yapacağız’ dedi..
Bu konuda yıllardır direnen iktidar..
Sözleşmeliden taviz vermeyen.. Bir yıllık sözleşmeli personel anlayışını yerleştiren.. Binlerce öğretmeni mağdur eden hükümet..
Seçime bir hafta kala U dönüşü yaptı..
4-B diye adlandırılan 250 bine yakın kişinin kadrolu olmasına imkân veren düzenlemeye imza attı..
Çok uzun bir aradan sonra muhalefet ilk kez gücünü gösterdi..
Mehmet Tezkan / Milliyet

+++

Ekonomi tıkırında öyle mi

TÜİK verilerinden hareketle hazırlanan rapor “Mayıs 2011-Madde Fiyatları” başlığını taşıyor.
Bazı temel harcama kalemlerinde 2005 ile 2011 yılları arasında gerçekleşen fiyat artış oranları, açıklanan resmi enflasyon rakamlarını fersahlarca geride bırakıyor.
Bu süre içinde ekmek yüzde 77, dana eti yüzde 85, koyun eti yüzde 233, süt yüzde 29, beyaz peynir yüzde 265, yumurta yüzde 93, zeytin yüzde 48, salça yüzde 243, ayçiçek yağı yüzde 72, kuru fasulye yüzde 49, çay yüzde 56, su yüzde 57, elektrik yüzde 65, tüpgaz yüzde 88, doğalgaz ise yüzde 47 oranında zam görmüş.
Yani dar gelirli insanlar açısından ekonomi pek de tıkır tıkır işlemiş gibi
görünmüyor.
Evet, Türkiye bu süre içinde ciddi bir ekonomik büyüme yakaladı. Evet, enflasyon hesaplarında kullanılan paket değişiklikleriyle de olsa enflasyon düştü. Evet, yine hesaplamalardaki yöntem değişiklikleriyle milli gelir arttı.
Bunları inkâr edebilmek mümkün değil.
Ama bu tablo ortaya koyuyor ki gelirleri ancak resmi enflasyon artışını yakalayabilen ücretli ve maaşlılar ile köylünün ve esnafın durumu hiç parlak değil.
Sanıyorum, hükümeti ve Başbakan’ı bu kadar sinirli yapan şey de bu çıplak gerçeğin oy oranlarını etkilemesi olasılığı.
Mehmet Y. Yılmaz/Hürriyet

+++

Kazan kazan...

Seçim sonuçları ile ilgili olarak fikrini sorduğum insanlardan bazıları çok ilginç bir şey söylediler:
-Abi, sen ne diyorsun? Seçim oldu da bitti bile...
-Allah Allah; ne zaman oldu bu seçim?
-Abi elin oğlu atı aldı Üsküdar’ı geçti bile... Baksana hükümet; seçim sonuçlarını ilan etti. Kendileri yeniden iktidar...
-AKP mi kazanacak
diyorsun?
-Onu demiyorum. AKP kaybetse bile kazanacak, diyorum.
-O nasıl oluyor peki?
-Bu 8 buçuk milyonluk yeni seçmen nereden çıktı sanıyorsun? AKP seçimi kazansın diye devreye sokuldu. Acaba 20 sene önce Türkiye’de vatandaşlar, haydin nüfusu 10 milyon artıralım diye topluca çocuk yapmaya mı karar verdiler?
-İstatistiklerde nüfus artışı normal gözüküyor...
-Daha iyi ya... Nüfus artışı normal, seçmen artışı anormal... Bakın Anayasa Mahkemesi’nin üyesi sayısını artırdılar, orayı kazandılar.
Yargıtay’ı artırdılar; orayı aldılar. Seçmen sayısını da artırdılar...
Rıza Zelyut/Güneş

+++

Avrupa seçim bekliyor

Şom ağızlılık yapmayalım ama, bugünlerde Avrupa’dan fazla ses çıkmıyor.
Onlar seçimi bekliyorlar, kendi isteklerine uygun ya da karşı bir sonuç çıkarsa, yine aynı tutumlarını sürdürecekler.

***


Kürt sorunu ve sözde Ermeni soykırımı...
Sırada onlar var; hele ikincisi...
Siz istediğiniz kadar “gelin tarihe bakalım, belgelere bakalım!” deyin, onlar hiç etkilenirler mi?
Nobelli yazarımız bile “Bir milyon Ermeniyi kestik” demişse, gerisi onlar için boş laf!
Ne zamandan beri mi?
500 küsur yıldan beri...
Şimdi diyeceksiniz ki, bu da nereden çıktı? Tarihten...

***

1571 yılında, Osmanlı tahtında “Sarı Selim” vardır, sadrazam da yani başbakan da Sokullu Mehmet Paşa’dır, Fransa’nın Türkiye elçisi de Frabçois de Noay’dır.
Anılarında Osmanlı’yı, Türkleri, İstanbul’u anlatır. O günlerde Fransa’da Saint Barthelemy yortusunda Protestanlara karşı Katolik katliamı yapıldı. Üstelik Protestan ileri gelenlerinin Paris’te, kralın sarayında ağırlanmaları olayın önemini daha da artırır.
O zaman “e-mail” yok, faks yok, cep telefonu yok, ama katliam kulaktan kulağa İstanbul’a gelir, duyulur. Sokullu, Fransız elçisine bu olayı sorar...
Elçi, katliamı kapatmak, küçültmek ister, ama bakar ki Sokullu her şeyi biliyor, anlatır:
“Bunlar da Hıristiyan dininden... Sayıları da onda bir... Hem de kralınızın misafiri olarak davet edildikleri sarayda geceleyin ve müdafaasızken öldürülmüşler. İşte sizin Papa’nın adaleti... Kralınızın annesi İtalyan değil mi? Sancağımızın dalgalandığı uçsuz bucaksız yerlerde, dünyadaki bütün dinlere bağlı çeşitli ırklar yaşıyor. Hepsi de inandıkları şeye serbestçe ibadet ediyorlar. İstanbul’da camilerin yanında kiliseler ve havralar bulunur. Türlü mezhepler ve tarikatlar vardır. Kimse kimseyi rahatsız etmez. Bunları memleketinize dönünce anlatacak mısınız? Hem bu cinayetleri yapanlar bizlerden başkalarıdır, hem de iftiraya ve isnada biz uğrarız.”

***


Aynen bugün gibi...
500 yıl öncesinin Avrupalısı ile bugünkü arasında ne fark var?
Osmanlı sadrazamının dediği gibi...
Hasan Pulur/Milliyet

+++

Düşmanlık hakkı!

...Karaalioğlu’na göre ’düşmanlar’muhatap dahi alınmamalı, Başbakan zaman zaman onlara yanıt veriyormuş, vermemeli.
Sahiden öyle mi?
Demokrasilerde düşmanında var olma hakkı olmalı halbuki.
... Demokrasilerde düşmanlığa karşı iki seçeneği var insanın: Ya bunu kabullenmek ya da düşmanlığın nedenini araştırıp insanları aksine ikna
etmek.
İktidarın ihmal ettiği nokta da bu işte: Karşı tarafı dinlemek, anlamak, empati kurmak, ikna etmeye çalışmak, ikna olmadığı noktada da, inat etse bile saygı göstermek. ’Neden bana düşmanlar’diye onlarla savaşmak değil.
Epey düşmanı olan biri olarak bu konuda tecrübeliyim.
Karaalioğlu gibi ’iletişim’sektöründe çalışan birinin bunu anlaması, anlatması gerek.
Oray Eğin/Akşam

Yazarın Diğer Yazıları