Daha nasıl siyasallaşsın

Tarih 14 Şubat 2007, mekan Ankara-Aşkabat yolundaki Başbakanlık uçağı, konuşan Başbakan Erdoğan. Gündemde Orhan Pamuk, Elif Şafak gibi isimler hakkında açılan davaların dayanağı, Batılıların, “Türklüğün aşağılanmasını engelleyen” diye tarif ettiği TCK 301’in değiştirilmesi veya tümden kaldırılmasıyla, bu maddeden dava açılabilmesi için Cumhurbaşkanı ya da Adalet Bakanından izin alınması var. Erdoğan şunları söylüyor:
“Dava açmayı zorlaştıracak düzenleme için çalışma başlattık. Savcıların olur olmaz her şikayeti dikkate alması yanlış... Bir zat var. Kerinçsiz. Şöhret olmak için her şeye dava açıyor. İsabetli yollardan biri değil bu. Bunu önlemek için ne yapılabilir, arkadaşlarla çalışıyoruz...”
“Adı, imzası, adresi olmayan şikâyetlerin kaale alınmaması gerekiyor. Dürüstse, samimiyse, adını da, adresini de koyar. Onu kaale alırım. Koskaca yargı, neden bunları kaale alsın. Benimle ilgili bile çok sayıda şikâyet vardı. Sonra da dosyalar birikiyor...”
“301’inci maddenin bütünüyle kaldırılmasına sıcak bakmıyorum. Alternatif formül olarak önerilen dava açılabilmesinin Adalet Bakanı’nın iznine bağlanmasını doğru bulmuyorum. Adalet Bakanı’nın iznine bağlı olması, bir bakıma olumlu, bir bakıma olumsuzdur. Bu, yargının siyasallaşmasına yol açmaz mı? O gün hangi iktidar varsa, istediğini gönderir. Burada adalet olur mu? Bırakalım yargı sürdürsün...”
Netice; TCK 301 değiştirildi. Orhan Pamuk, Elif Şafak vs. hakkındaki davalar düştü. Dava açılması için Adalet Bakanının izin vermesi mecburiyeti getirildi. Yani Erdoğan’ın ifadesiyle, “yargının siyasallaşmasına” yol verildi, “hangi iktidar varsa, istediğini göndermesinin” önü açıldı, kısacası “adalet katledildi” !..
Başbakanın bu sözlerini esas alırsak; şimdi de önce Habur’da, ardından Genelkurmay hakkındaki imzasız mektupta, “yargının siyasallaşmasının, adaletin katledilmesinin” en somut iki örneğini yaşadığımız sonucuna varmaz mıyız?
* Müyesser Yıldız


++++++

Ona ya gururunu, ya babasını geri ver
Gördüğün gün ağırması değil! Sen her sabah gözlerini güven içinde açabilesin diye kanıyla gökkubbeye bayrak yapanların şerefidir.
Sabah rüzgarı sandığın esinti, “beni unutma” diyen şehidinin son nefesidir.
Gökten iniyor diye, ıslanmamak uğruna tentelerin altına sığındığın damlacıklar, şehidin anasına, anasının şehidine akıttığı gözyaşıdır. Bir karakol baskınında, bir hain mayının patlamasında gitti Mehmetçiğin gözleri, kolları, bacakları... Sağlam gittiği yolculuğundan Gazi döndü... Adı “Gazi” olan Mehmetciğe “sakat” demeyi reva görenler oldu.
O mayını yerleştiren eller, o karakolu basıp Mehmetçiğine kurşun sıkan eller... Bayrağına uzanan, bayrağını yakan eller kırıldı mı?
Ben son gördüğümde bir otobüsün üstünde el sallıyorlardı...
Beşikteki bebekten, “vatana ihanet etmem” diye direnen dededen akan kanın hesabı soruldu mu?
Değilmiş zamanı diyorsan eğer... Eğer sanıyorsan; barış dediğin bir güvercin kanadı ve onu uçurunca tüm yaraların kapanacak? O zaman neden biçtin, şehit analarına mahrumiyeti, gencecik fidanlara toprağa mahkumiyeti...
Herşeyi unuttun diyelim... Diyelim ki, sildin her acını, kahrını... Vatanı kutsal bilmekten, bayrağına aşkla bağlı olmaktan geçti yüreğin...
Öyle bile olsa;
Şehidinin toprağa düşerken bıraktığı emaneti, şehit çocuklarını düşün... Düşün ki, bir daha “baba” diyemeyecek...
Kimin için?
O babasını toprağa verirken... Vatanı “babası” bildi...
Babasının şerefle hizmet ettiği bayrağı emanet aldı...
Vatan Baba, sende vazifeni yap!
Şehidinin emanetine sahip çık!
Ona ya babasıyla duyduğu gururunu geri ver ya da babasını geri ver!
* Hatice Topcu

++++++

Söyledikleri ile yaptıkları farklı
Her yazılarına Devlet Bahçeli şöyle dedi, geçmişte şu tarihi tespiti yapmıştı diye başlayan arkadaşlara, kısa bir süre önce kongre süreciyle ilgili Devlet Bahçeli’nin yaptığı ve şu an partinin resmi internet sitesinde de bulunan “mensuplarımız hiçbir telkin ve tasalluta fırsat vermeyen hür iradeleri ile yörelerinde yöneticilerimizi belirlemektedirler” şeklindeki açıklamasını hatırlatarak başlayalım. Ve şu basit soruları soralım Devlet Bahçeli’ye: Madem delegeler hür iradeleriyle seçim yapacaktı; En son, kongreden üç gün önce bütün ilçe başkanlarını apar topar Ankara’ya çağırmanızın sebebi neydi? Sizin adayınızı desteklemeleri için, ilçe başkanlarına her hangi bir “telkin” ve “tasallut” ta bulundunuz mu? Bir önceki seçimde aday olmuş ve çok az bir farkla seçimi kaybetmiş olan adaya, aday olmaması için ne gibi bir “telkin” de bulundunuz? Mevcut yönetimin MHP’nin tek başına iktidarına hiçbir katkısı yokken, bu yönetimin devamında ısrar etmenizin sebebi nedir? Bu soruları daha da artırmak mümkündür... Bu kongre sürecinde yaşananlar bir daha göstermiştir ki Devlet Bahçeli’nin söyledikleri ile yaptıkları, gece ile gündüz kadar birbirinden farklıdır.
* Tamer Okyar

++++++

Abdullah Gül’ün sırdaşı teşrif etti
Colin Powel son dört aydır Türkiye gündemini işgal eden Kürt açılımının tohumlarını atan adam olarak biliniyor. Görevi döneminde mevkidaşı Abdullah Gül ile gizli bir mutabakat imzalayan Powel, 2 sayfa 9 maddelik metinde bölücü terör örgütüne siyasallaşma yolunu açan taleplerini dayatmıştı. Gizli anlaşmayı Abdullah Gül ağzından kaçırmıştı. 24 Mayıs 2003 tarihli Vatan gazetesinde Sedat Sertoğlu’na açıklamalarda bulunan Gül, bir soru üzerine şunları kaydetmişti. “Ben bu gezileri yapmadan önce şimdi senin oturduğun koltukta (eliyle koltuğa vurarak) ABD Dışişleri bakanı Powel oturuyordu. Onunla 2 sayfa 9 maddelik bir plan üzerinde anlaştık. Ama ben her yaptığımı kalkıp açıklayamam ki.” Amerika ve Avrupa güzel ve hayırlı işlerden memnun olduğunu açıkladı. Colin Powel, ’Türkiye’ye verilen ödevlerin yerine getirilmesinde’eksik var mı diye kontrole geldiğini düşünmek hoş bir şey olmasa da gerçeğe çok yakın duruyor. Şimdi güzel ve hayırlı işler yapanların kimin memuru olduğunu düşünüp karar vermek okuyucuların inisiyatifine kalıyor.
* Süleyman Çelikcan / Mersin Gazetesi


++++++

Biz de ‘45 saniyeliğine kahraman oluruz’
Biz halkız ve cumhuriyet de bizim bayramımız. Soru da sorarız, hesap da. Fakat nefesimizi henüz almışken üzerimizde “supırflay” yerine ay yıldızlı rozetler olmasına rağmen kafamızı bastırılıp zırhlı araçlarla soğuk betonlar arasına atılıyoruz. Sonra dillerine sakız olmuş bire bin katılan sözde bir örgütle ilişkilendirilmeye çalışılıyoruz. Herhangi bir örgütle ilişkimiz saptansaydı bizi de yedi dakika sonra hummer konvoylarıyla ışıklı gösteri meydanlarına götürürler miydi?
“Yapmazlardı” diye cevap verince yanımdaki arkadaşım sesli düşündüğümün farkına varıyorum.
“Neden” diye soruyorum ardından.
Nefes filminden bir cümle takılıyor o anda aklıma “45 saniyeliğine kahraman olursunuz.” Şehitlerin bile bir dakika etmeyen kahramanlık öyküleri ardında dik durmaya çalışanların “kısa ve yarım kalan” sorusu kaç dakikalığına kahraman yapardı ki bizi?
* Alper Göktürk Şafak


++++++

Asimetrik hareket çift taraflı işliyor
Medyada bazı köşe yazarları her konuda uzmandır biliyorsunuz. Her konuda işin ehline bile kafa tutacak kesinlikte yazılar kaleme alırlar. lakin son olayda bakıyorum sadece yandaşlar değil bir iki isim dışında nerdeyse tüm yazarlar şu malum belgenin gerçekten bir üst rütbeli subay tarafından kaleme alındığından emin gibi konuşup; ona göre fikir geliştiriyorlar. böyle olduğunu görünce Genelkurmay Başkanının söz ettiği asimetrik harekat çift taraflı işletilmiş oluyor.
1- Hem millet nezdindeTSK daha da itibar kaybına uğratılıyor.
2- Hem de TSK’nın kendi içindeki subaylar arasında güven bunalımı doğmasına, özellikle üst rütbelerdeki generallerin birbirine kuşkuyla bakmasına sebep oluyor.
Böyle olunca imzasız bir mektubun neden önce medayaya ifşa edildiği daha net anlaşılıyor.
* Cengiz Şerif


++++++

Belge üretim tesisini bulalım
Söz konusu “belge”yi, herhalde ilk günlerde, yani bundan 4,5 ay önce kurtardın, başka türlü olamaz.
“Belge”yi neden hemen o günlerde komutanlara iletmedin?
Komutanlara güvenmediysen, savcılığa intikal ettirmek için neden 4,5 ay bekledin?
Bu 4,5 ay beklemende, “elimde bomba gibi bir ‘belge’ hazır olsun, AKP’nin kamuoyunda çok sıkıştığı bir gün gelir, o gün ortaya çıkarırım, gündem değişir, AKP rahatlar, derin bir nefes alır”, düşüncesi etkili oldu mu?
Söz konusu “belge” de açık olarak “AKP” ve “Gülen” isimlerinin yazıldığı halde bunun bir askerî karargâhta hazırlandığına milleti inandırabileceğini zannediyorsun.
Sen nasıl bir subaysın ki, planlarda hedefin asla açık olarak yazılmadığını bilmiyorsun?
Her şey bir yana, hükümete karşı yapılan bir plana verilecek olan gizlilik derecesi nasıl oluyor da basit bir “gizli” gizlilik derecesiyle hazırlanıyor?
Bir subay, öyle bir planın en azından “çok gizli” gizlilik derecesiyle hazırlanması gerektiğini nasıl bilmez?
Yukarıdaki mülahazalar insanı doğal olarak şu suale götürüyor:
Sen AKP’nin bir subayı mısın?
Görev yerin Genelkurmay karargâhı değil de “Ak parti” genel merkezi mi?
Bu “belgeleri” oralarda mı üretiyorsunuz?
* İsmail Hakkı Cengiz / E. Bnb.


++++++

Hazmetme ayı Kasım’dı; geldi çattı
T.Erdoğan DTP’lilerin zafer gösterilerine “abartmayın” ricası ile kızıyormuş gibi yaparken aslında; acele etmelerine, yaptıklarını topluma hazmettirmesini beklemediklerine kızıyordur. ABD’de, “hazmettire hazmettire” demedi mi? Hele Türk milleti ve devleti bunu bir hazmetsin, bir süre sonra yenileri gelecektir.
Tatlı dilli(!) Bülent Abisi yine onun yerine konuştu, sabredilecek süreyi de söyleyip PKK’yı rahatlattı bak...
Kasım’a ne kaldı şurada?
* Tarık Turan


++++++

Komploya gerek kalmadı
Merdivenleri koşarak çıkıyordu içişleri bakanı. Açılım turlarını bir nefeste bitirdi. Görüşmeler tamamlanmıştı. Açılım otobüsü kalkmak üzereydi. Yetişen biniyordu.
Başbakan kızıyordu açılıma karşı çıkanlara. Onlar kandan beslenenler, analar ağlasın isteyenlerdi.
Tıpkı 2003 yılında bizi Avrupa Birliğine soktuğunda! Kızılay’da havai fişekler patlatan Melih Gökçek gibi başbakana methiyeler düzüyordu. Cumhurbaşkanı zaten iyi şeyler olacağının müjdesini çoktan vermişti.
Muhalefetin her demecinin ardından onlarca televizyon kanalında, ara vermeksizin açık oturumlar düzenleniyordu.
Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Mümtazer Türköne vb.12 adam tarafından alay ediliyordu muhalefetle.
Ahmet Türk ise kıs kıs gülüyordu “cin şişeden çıkmıştır” diyordu.
Sonunda açılım açıldı. 34 PKK lı sınırdan giriş yaptı.
Devletin müsteşarı, valisi sınırda karşıladılar. DTP li milletvekilleri TBMM plakalı araçlarla gittiler, ellerinde çiçekleriyle.
Mahkeme ayaklarına taşındı.
Serbest kaldıklarını öğrenen Başbakan “sevindirici bir gelişme, bunun devamı gelecek” dedi.
Ve millet “ yeter be” dedi ayaklandı;
Başbakan Doğudakilerin tamamını bu işten memnun zannediyordu.
Oysa ilk tepki Elazığ’dan geldi, Malatya, Erzurum takip etti. Karslılar hazırlık içinde. Millet huzursuz, millet rahatsız ve topyekün ayakta.
Milletin tepkisi çığ gibi büyüyünce, gündemi değiştirmekten başka çare olmadığını anladılar. Çareyi bilinen taktiklerinde aradılar. Orduyla kavga et, mağduru oyna. Islak imza tartışmasını attılar ortaya.
Güya ordu bunları iktidardan uzaklaştırmanın yollarını arıyormuş, bunlara komplo hazırlıyormuş.
Türk ordusu komplo hazırlamaz. Yapacağını da söyleyeceğini de erkekçe söyler.
Hem ordunun komplo hazırlamasına gerek kalmadı. Kendi sonunuzu kendiniz hazırladınız,12 kötü adamın aklına uyarak.
* Settar Kaya

++++++

Cumhuriyet olmazsa...
Sağcı-solcu-ortayolcu, türbanlı-türbansız, verdiği oya sahip çıkan çıkmayan, makarnacı-nohutçu, ilerici-gerici Atatürk’e ve cumhuriyete sahip çık. Cumhuriyetin olmazsa sen de olmazsın. Düşünmeye vaktin kalmadı. Yarın çok geç olacak.
* Nihal Tabak


++++++

MİNİ YORUM
II. Cumhuriyetin isim babası

Mehmet Altan değilmiş iyi mi? Meğer Aziz Nesin sokmuş fikir dünyamıza bu kavramı. Hem de 26 Mayıs gecesi. Hem de Akşam gazetesine attığı manşet ile... Dönemin Yazıişleri Müdürü, sonrasında olanları da anlatmış detayıyla. Ama bugünlük Mehmet Altan’ın “deha”sının ürünü olarak pazarladığı tek mamülün de çakma olduğunu aktaralım yeter. Yazık, travma üstüne travma yaşamasın....

Yazarın Diğer Yazıları