Çuvaldan ağır
Önceki yıllarda “her şeye rağmen umut”la yazılırdı “bayram” yazıları. Bu kez baktım ne gazetelerde, ne de sizlerin mesajlarında, bloglarında, yolladığınız mektuplarda “iyimserliğin” kırıntısı yok. Anlayacağız “acı gerçekler”le dolu olacak bu haftanın “Sizden Gelenler” köşesi.
İlk yazı gazeteci Müyesser Yıldız’dan... Bakalım sizi de sorgulamaya sevk edecek mi hatırlatma ve karşılaştırmaları:
“Daha 1995’te dönemin ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Holbrooke, Kongre komite toplantısında Türkiye için “cephe ülke” ifadesini kullandı. Holbrooke, “Oturduk ve Soğuk Savaş sonrası dönemde Türkiye’nin bizim için ne anlam ifade ettiğini tartıştık. White House ve Pentagon tarafından tamamen desteklenen yeni bir konsept geliştirdik. Buna göre, Türkiye Batı için yeni cephe ülkeydi ve bu anlamda Soğuk Savaş döneminde Almanya’nın aldığı rolü alıyordu” dedi.
Bugün ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Türkiye’nin IŞİD’le mücadelenin “ön cephesinde” yer alacağını söylüyor.
***
ABD Irak’ın kuzeyine 36’ncı paraleli çekip, “Barzanistan”ın temellerini atarken, merhum Erbakan’ın kurmayı olan Abdullah Gül, hem Çekiç Güç’e, hem “paralele” sert bir biçimde muhalefet edip, Meclis’te şöyle haykırıyordu:
“32’nci ile 36’ncı paralel nedir? Var mıdır böyle bir Birleşmiş Milletler kararı?.. Yoktur böyle bir şey. Olan şey sadece şudur; Amerikan, İngiliz ve Fransız üçlüsünün, bu bölgeyi bölmek, bu bölgedeki petrol hakimiyetini devam ettirmek, İsrail’in güvenliğini temin edebilmek için bu bölgeye baskı kullanmaktır... Türk Hariciyesi ve Hükümet, çok tehlikeli bir yöne sevk olunmuştur... Eğer siz, BM kararlarıyla hiç ilgisi olmayan, üç ülkenin böyle yaptırımlarını, başınıza taç yaparsanız, yarın aynı şeylerin Türkiye’nin başına gelmeyeceğini kim garanti edebilir? Yarın Türkiye’nin şu bölgesinde, Amerikan ve İngiliz Kuvvetleri, ’siz uçak uçuramazsınız’dediğinde, ‘evet’mi diyeceksiniz?..”
Bugün Suriye’de uçuşa yasak bölgeyi bizzat Gül’ün kurucusu olduğu, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığını yaptığı AKP iktidarı istiyor.
(...)
1 Mart tezkeresi pazarlıklarında hem Gül, hem Erdoğan, ABD’ye, “Kürdistan kurulması bizim kırmızı çizgimizdir. Irak’ın bölünmesine razı olamayız” resti çektiklerini, ABD’den de “No Kurdish state- Kürt devleti olmayacak” sözü aldıklarını açıkladılar.
Bugün ne AKP iktidarı, ne ABD’nin ajandasında “No Kurdish state” var mı? Aksine Suriye’nin kuzeyindeki “Kürt koridorunun” IŞİD’e karşı korunup, kollanması konuşuluyor.
***
Irak’ın işgâlini öngören 1 Mart tezkeresi krizinin çok fazla konuşulmayan noktalarından birisi İngiltere’nin sürece dahliydi. Türkiye, İngiltere’nin bölgeye dönmesini istemiyordu. Nitekim dönemin Başbakanı Abdullah Gül, “İngiliz askerini bölgeye sokmamamızın nedeni tarihi hassasiyetlerden mi?” şeklindeki soruyu şöyle cevapladı:
“Başta böyle bir istek söz konusu oldu. Ama sonra bu mesele kapandı. Herhalde İngiliz askeri konusundaki tarihi hassasiyetimizi algılamış bulundular.”
Bugün İngiltere sessiz-sedasız ama gırtlağına kadar işin içinde. NATO’ya bin uçak ve gemi teklifinde bulundu.
(...)
1 Mart tezkeresi çıkmayınca ABD, Süleymaniye’de TSK’nın başına çuval geçirdi. Çok ağırımıza gitti. Bugün TSK ile PKK-PYD’nin Suriye’de omuz omuza getirilmek istenmesi, kendi ellerimizle ikinci “Kurdish state” kurdurmaları, çuvaldan daha ağır değil mi?”
Öğretmeninden “Milli Eğitim Bakanı”na mektup
Denizli’de yaşayan emekli öğretmen Mehmet Halil Arık nasıl hitap edeceğini bilememiş Milli Eğitim Bakanı’na;
“Sayın Nabi Avcı...
Sevgili Nabi...
Nabi...”
Son tahlilde “Sen bunu, 40 yıl öncesine giderek, öğretmeninin sınıfta sana doğrudan hitabıymış gibi algıla... Gelebilecek farklı kaba-saba yorumlara takılma... Dinle onu” diyerek başlamış Avcı’ya mektubuna;
“ (...) Görevde bulunduğun dönem içinde, seni unutturmayacak çok şeyler oldu da, iyilikle yadedilmene vesile olacak, aydınlığa çağdaşlığa dair, eğitim adına bişeyler oldu mu!?
Müfredat programları mı daha çağdaş hale getirildi örneğin!?
Öğretmenlik mesleği daha saygın hale mi getirildi!? Sürgünler mi bitti!? Kayırmalar ve kadrolaşmalar mı sona erdi!? Sadakatın yerini liyakat mı aldı!? Eğitimde fırsat eşitliği özlemine çareler mi bulundu?
Fizik, kimya, matematik branşlarında bilgi düzeyleri yükseldi de Uganda’nın, Angola’nın, Afganistan’ın önüne mi geçtik!.. Felsefe dersleri öğretim programlarında, dünya ölçülerinde yer alır mı oldu!?
Okullaşma oranı mı arttı!? Kapatılan köy okulları yeniden mi açıldı!? Taşımalı eğitim ucubesiyle, tamamen öğretmensiz bırakılan köyler, köy imamlarına teslim edilmekten mi kurtarıldı!?
Şaibesiz, dertsiz tasasız sınavlar mı yapılır oldu!?.. Say say biter mi!?..
(...)
Bugün, karar verme konumundan çok; biat adına dayatmaları uygulatma konumunda taşeron rolünde oluşun üzüyor ve kahrediyor senin öğretmenini.
Sınıfın gönüllü sözcülüğüne soyunan 44 yıl önceki o Nabi Avcı’yı görmek istiyor hâlâ o. O gün, olumsuzluklara karşı, sınıfın hakkını savunan Nabi’nin, bu gün de 76 milyonun yanında, dayatmalara karşı durmasını bekliyor o senin öğretmenin!..
Mantığıyla, okuyarak kazandığı edinimlerle, toplum yararına olmayan gidiş ve girişimlere, akıl dışı davranışlara, haksız uygulamalara, bilimde, pedagojide, sosyolojide, psikolojide yeri olmayan eğitim adı altındaki karanlık dayatmalara cesaretle karşı duracak Nabi Avcı’yı özlüyor o senin öğretmenin. Bulamadıkça da kahroluyor o senin öğretmenin!.
Dönüp yine soruyor... Nabi bu mu? Her adımıyla, çözüm yerine, milli eğitimde yeni kaoslara sebep olan, bilim adamı Nabi!!..?... ”
Fuzuli şagil
Eski Vali, 23. Dönem Mersin Milletvekili Behiç Çelik mevcut iktidarın uygulamalarının hukuken “yok hükmünde” olduğunu savunuyor. Bakın
neden:
“Mali mevzuatımızın önemli başlığını teşkil eden bu deyim herhalde siyasi hayatımızın en son haline oldukça uyum göstermektedir. (...) Fuzuli şagilden hareketle bu kavramın siyasette karşılığı yok mu? Yani Devlet kurumlarını işgal eden bir güruh, siyaseten fuzuli şagil olamaz mı? Elbette olur. Usulüne göre iktidar olmayı bir kenara itmiş bir siyasi grubun tüm eylem ve işlemleri siyaseten fuzuli işgal olarak nitelendirilebilir. Dolayısıyla bu işleri yapanlar da fuzuli şagildirler.
(...)
Devletin temel mekanizmalarının ayarlarını bozan; makamı işgal eden zevatın bu karar ve icraatları temel hukuk düzenimize göre yok hükmündedir.”