“Cumhuriyetin gerileme dönemi”
Bir iddiaya göre 16, diğer bir iddiaya göre 17 devlet kurmuşuz. Kurduğumuz devletlerden bahsederken duygulanırız, gözlerimiz yaşarır. Dünyayı atlarımızın nalları ile titretmiş, dünya tarihine “Kavimler göçü” nü hediye eden bir milletizdir. Selçuklu’nun kurduğu medreseler göğsümüzü kabartır. Avusturyalı arkadaşlarımızı gıcık etmek için Osmanlı ordusu Viyana kapısına dayanınca en güzel elbiseleri ile surların önüne çıkan Viyanalı kızların hikayesini anlatırız. Nihayette çağlar açıp kapatan bir ırkın efradıyızdır.
Tarihin “şanlı” yaprakları, kurduğumuz devlet nizamının örnekleri ile doludur. Viyana muhasarasını kaybeden Veziriazam Merzifonlu’nun kendisini katledecek cellada “Şu halıyı kenara kaldıralım, devlet malıdır üzerine kan sıçramasın” sözlerini “onlar da Başbakan bunlar da” sükut-u hayali ile anlatırız çocuklarımıza. Sefere çıkan Osmanlı ordusunun geçtiği bağlardaki asma dallarına yedikleri üzümlerin bedellerini astıklarını ballandıra ballandıra anlatırız.
O hikayelerin en muhteşemleri adaletimizle alâkalıdır. İstanbul’daki Ortodoksların “Kardinal külahı görmektense Osmanlı sarığı görmek isteriz” sözleri hepimizin hafızasında hazırdır Osmanlı’nın ne kadar “adil” ve “güvenli” bir devlet olduğunu anlatmak için.
Fatih’i yargılayan Kadı’nın cesareti ve hele hele Fatih’in mahkeme kararının uygulanmasına dönük tavrı belki hukuk fakültelerinde “ders” olarak anlatılmaz lâkin Osmanlı kavgası yaptığımız her ortamda önemli bir malzemedir; hukuk nizamını örneklemek babında. “Kanunî ismini Avrupalı vermiştir Süleyman’a” diye başlar Osmanlı’nın kanunlara saygısını anlatan cümleler.
Geçmişten gelen güzel “hikayelerdir” bunlar. Peki, bu hikayelerin kahramanlarının torunları ve hatta onları takip eden ve dahi dirilteceğini iddia edenler olarak ne anlarız bu anlatılanlardan?
O anlatılanlarda kamu malını talan ettiği iddia edilenleri yargılamak isteyen kadılara devletin müdahale ettiğini görür müsünüz?. Yetimin malını çaldığı iddia edilenler hakkında şek, şüphe ve şahitler varken Kadı’nın “yargılamaya gerek yoktur” kararı okunmaz o hikâyelerde. Hikâye odur ki o mahkemelere herkes girmek zorundadır; Padişah da Şehzade de Vezir de. Tabii ki birileri için bu anlatıların hikâye olarak kalması yeterli. Lâzım olduğu zaman gözyaşları içinde anlatılarak oya tahvil edilecek masallar dizisidir bu anlatılanlar. Başka bir anlam çıkartmaya gerek yoktur!
Adalet mi arıyorsunuz? Açın tarih kitaplarını okuyun, o size yeter!
***
Bu hikâye anlatıcılarının en önemli iddiası Osmanlı’yı diriltmekti. Dirilttiler ama yanlış Osmanlı’yı; Gerileme döneminin o “yozlaşmış” Osmanlısını dirilttiler. Osmanlı’da devlet adamının “rüşvet ve irtikap”, adaletin “iltimas” ile anıldığı, devlette ahengin kaybolduğu gerileme dönemini dirilttiler. Devlet içinde bir “ahenk” problemi olduğu açık. Başbakan bir şey söylüyor, Bakanlar başka bir şey, Köşk varlığını unutturmama gayreti ile her gün konuşmak için yırtınıyor. Sekiz ay önce çıkartılan yasalar, o günkü söylemlere zıt gerekçelerle değiştirilmek isteniyor. Adalette hakkını aramak isteyen bürokrata “kazansan da uygulamam” deniyor. Hükümeti oluşturan unsurların hepsi “devleti ele geçirme” ye güdülenmiş bir halde, hak-hukuk-adalet kavramlarını kendi “ulvi” amaçları için rafa kaldırmış durumda. Din adamı yolsuzluk ve usulsüzlüklere “fetva” bulma cehdi ile yanıp yıkılmakta.
Muhtarlık seçimi yapar gibi kurul seçimleri, gazete manşetlerinde birbirine saldıran yargı üyeleri, “bağımsız” yargının bütün seçimlerine taraf olan dini ve siyasi yapılar.
Son dönemim alametifarikası bunlar.
Osmanlı’yı dirilteceğini iddia edenler mutlu olabilirler, diriltiyorlar. Son aylarda yaşadığımız olaylara, devletin hukuk düzeninden kaymasına, kanun yapımının keyfileşmesine, hükümetin kendi içindeki ahenksizliğine, toplumdaki huzursuzluğa ve devletin bu olaylar karşısındaki tavrına bakınca Cumhuriyet’in de artık gerileme dönemine girdiğini söylemek kehanet değil...
Bunu görmek için tarihe kısa bir göz atmak yeterli...