Cumhuriyet kurulduğu yerde çökene kadar "kin kapısı"nı açmayacaklar!..

Bir tanesi çıkmış, “Sadece 19 Mayıs’ı değil, 23 Nisan’ı, 30 Ağustos’u ve 29 Ekim’i kutlama yöntemini de yeniden düzenleyeceğiz” diyor...
“Yetmez ama evet” diyenler mesut olsun; Yetti mi şimdi!
19 Mayıs, Türk Milleti’nin -bugün kamu kurumlarında asılı duran resimlerine dahi tahammül edemedikleri- Mustafa Kemal önderliğinde, müstemleke değil de bağımsız bir devlet olma tercihini somut olarak ortaya koyduğu, “kurtuluş” için savaşı fiilen başlattığı gün.
23 Nisan, işbirlikçilerin, gaflet, ihanet ve dalalet içindekilerin “saltanat” sürebilme imkanının tümden ortadan kalktığı ve “hakimiyet”in “millet”e devrinin yapıldığı gün.
30 Ağustos, “başkomutan” ve emrindeki ordunun vatan topraklarını işgalcilerden geri aldığı gün.
29 Ekim, “en büyük bayram”; “Türk Milleti ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak, azimkarane yürüyüşü neticesinde, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti” nin ilan edildiği gün. (İçinde bu kadar çok “Türk” barındıran bir tariften sonra, zaten nasıl düşünülebilir ki ebed müddet göz yumacakları bu “ilkeliğe” !!!)


En doğru alternatif kutlama adresi İskilip’ti
Haliyle, madem ki “alternatif” kutlama yapacaklar, “Ahali! Ankara ihtilal içindedir. Mustafa Kemal Paşa üç yerinden yaralanmış biçimde doktorlar elindedir. İsmet Paşa ortadan kaldırılmıştır. Dindar paşalarımız hükümeti ellerine geçirmişler, şeriatı kurmak üzeredirler. Korkacak bir şey kalmamıştır” diye düzmece müjdelerle(!) Kuvayı Milliye baltacılarına moral aşılamaya çalışan İskilipli’yi anıtlaştırmakla en doğrusunu yaptılar. (“Putlaştırılmış” olmanın “hocaları”nın kemikleri üzerindeki tezahürünü hesap etmişlerdir umarım!)
Malum evvelce de “Kuva-i Milliyeciler kudurmuş haydutlardır!” diyen Mustafa Sabri Efendi adına vakıf kurmuştular. Kambersiz düğün olur mu; “iade-i itibar” faslında en gösterişli yeri devlet düşmanı, hain, ajan, işbirlikçi “Şeyh Said”e ayırdılar.


Sırada hangi hain var...
Cumhuriyet’e söven, Atatürk’e hakaret eden, Milli Mücadelecileri hançerleyen, bu vatanın Kemal Bey gibi, Nusret Bey gibi kahraman evlatlarını darağaçlarına gönderen zihniyetin hortladığına şahitlik eden birçok kişi gibi ben de “sırada hangi hain var” diye soruyorum elbet;
“İngilizlerin, Fransızların, ve sair devletlerin İstanbul’dan çekilip gitmelerini ancak Kemalistlerin idam ettiği Türk aklı kabul edebilir” diyen Damat Ferit mi?
“Kürdistan” adına Türkiye Cumhuriyeti’ne “eylem koyan” Seyit Rıza mı?
Vatan toprağı işgal altındayken askerin cephanesini denize döken Anzavur mu?
“Allah adına” Anadolu Türkmenleri hakkında katliam emri veren Dürrizade mi (Olmaz demeyin, Ebusuud’u “kahraman” yaptılar bile...)?
Kubilay’ın kafatasından kan içerken tasvir edilecek bir “abide” ile anılmayı hak eden(!) Derviş Mehmet mi?
Cumhuriyet’in sadece ahlaksızlık getirdiğini savunan Ziaeddin Efendi mi?
Etmez miyim, elbette merak ediyorum ama zerre kızmıyorum başımıza “musibet” saydığım şu işleri açanlara!
Neden kızayım, onlar inançlarının, vârisi oldukları davanın gereği neyse onu yapıyorlar.
Onu yapmak üzere iktidardalar.
Bunu saklamadılar;
Cumhuriyet’e “düşman sistem” diyerek, milliyetçiliği “ırkçılık” kabul ederek/ettirerek, rejimin garantörü olan “değiştirilemez maddeler”i “ilkel” olarak nitelendirerek geldiler...
Suriye’deki iktidarı “Baas” diye hedef gösterince ayaklanan sözde en sağduyulu kalemler bile balık hafızalı olduğu için, vaktiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetim şeklini de böyle gördüklerini “unutturarak” geldiler...
Ülkeyi “Türklük tanımını kaldırarak demokratikleştireceklerini” vaat ederek geldiler...
“Türkiye Türklerindir” diyenlere “ahlaksız, hayasız” diye hakaretler savurarak geldiler.
Tıpkı “Sakın milli bir ad isteme. Milli bir ad istediğin anda Osmanlı’nın yıkılmasına neden olursun” diyen Tanzimatçılar gibiydiler.
“Türküm derseniz Türkiye’yi bölersiniz, çünkü Türkiye’de sadece Türkler yaşamıyor; Kürt’ü var, Laz’ı var, Çerkez’i var...” diye diye zavallı Türk’ü “vatanımı kaybederim” korkusuyla “Vallahi Türk değilim” diye yemin billah ettiği 19. Yüzyıla gerilettiler...


Hesap sormazsak yeniden yaparlar
Şuur altlarındakini çok net, çok anlaşılır, şüpheye yer bırakmayacak açıklıkta ifade ettiler:
“Hesap sormazsak yeniden yaparlar!”
Maazallah; Allah bu millete yeni bir “kurtuluş savaşı” vermeyi nasip etmesin! Toplum sinsin, teslim bayrağı çeksin!
Hani Patrikhane, Osmanlı’ya ihanet ettiği belgelenen Patrik Gregorius’un idamından sonra “aynı yerde bir Türk devlet veya din adamı asılana kadar” kin kapısını kapattı ya suratımıza; o misal bunlarınki de...
Cumhuriyeti ilan edildiği yerde çökertecek yetkiyi “ele geçirene” kadar inzivadaydılar.
Evet bu ülkede yaşadılar, bu devletin vatandaşıydılar, kanunlarla kendilerine verilen her türlü haktan yararlandılar; ama bir gün dahi bu rejime aidiyet duymadılar. Bu rejime ait sembolleri görünce “şeytan” görmüş gibi oldular; mübalağa etmiyorum, durum bu olduğu için ilk fırsatını bulduklarında “taşlamaya” başladılar.
Bayraklar, heykeller, resimler, andlar, marşlar; bu rejime ait bütün göstergeler “yenilgi”lerinin kanıtıydı; yenilmediklerini göstermek için bu kanıtları ortadan kaldırmalıydılar!
Bakmayın tarihe “kapandı/kaldırıldı” diye kayıt düşüldüğüne, her birinin zihni, bir “kayıtdışı medrese” halini aldı; kinlerini tebliğ ile nesilden nesile aktardılar; köyümüzde, kasabamızda, mahallemizde, apartmanımızda, kripto hainler yetiştirdiler...
Dünya hali; dönüyor tabii yerinde durmuyor ki... “Değişim”den onlar da nasiplerini aldılar; mesela artık İngiltere değil ABD’nin kuklasıydılar.
Halkın arasına hafiyeler saldılar, “darbeci” kod adıyla “Neo-İttihatçı”lar aradılar, ah bir de Talat’ı katletme zevkini Ermenilere kaptırmasaydılar!..
Gördükleri her üniformalıyı Enver Paşa’nın yerine koydular...
Üşenmediler sil baştan bir Bekirağa Bölüğü inşa ettiler... (Yine de Nemrut Mustafa gibi darağacı kuramayacak olmak sanırım hep bir ukde olarak kalacaktır içlerinde...)
Ne diye kızayım ki onlara;
Dedim ya “davaları”nın gereği neyse onu yaptılar. 100 yıldır yazdıkları iddianamedeki bütün suçları, bütün suçluları bir bir cezalandırmaya başladılar!


O Türk genci kadar olamayanlar utansın
Benim kızgınlığım bütün bunlar olup biterken Alper Ayhan kadar olamayanlara...
Hemen hemen bütün gazeteleri taramaya çalıştım dün, hepsini olmasa da büyük bölümünü okudum köşe yazarlarının...
“Kusura bakmayınız, 19 Mayıs’ın doksan üçüncü yıldönümü nedeniyle benim içimde herhangi bir coşku yok” diyen var da...
Yargının bir denetim mekanizması olduğunu unutan, “yasama eliyle dönüşüm”e dur demesini garipseyen ve “Bırakalım o zaman bakanlığı da idari yargı yönetsin” diyen var da...
‘Türk Gençliği’nin kendisini istiklal mücadelesini başlatan ruhla özdeşleştirmesini “Hopla zıpla Atatürkçülüğü” diye aşağılayan var da...
İnanır mısınız, o gencecik çocuk gibi “Birinci vazifem Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini muhafaza ve müdafaa etmektir” deme cesaretini gösteren bir kişi yoktu taradığım onlarca gazete sayfasında!
Hakimiyet-i Milliye gazetesinin Kurtuluş Savaşı’ndaki rolünü düşününce, geleneğinde “uyurgezeri uyandıran bir ruh doktoru” gibi mücadele olan Türk basınında, kimsenin kanına dokunmadı “Herkes ayağını denk alsın!” şantajı!
Kimse şu soruyu soramadı:
Almazsa ne olur?
Hapsettiniz, itibarsızlaştırdınız, ahlaksızca özel hayatlarını didiklediniz, yatak odalarını röntgenlediniz, karılarını-kızlarını öç malzemesi ettiniz, kalemlerini kırdınız, üniformalarını lekelediniz, bedenlerini çürüttünüz; öldürdünüz...
Bunca “ibretlik” zulme rağmen yine de biri çıkar da karakterini sizin tornanıza sokmayı reddederse daha ne yapabilirsiniz?
Bir kişi de çıkıp yüz yıldır iyice küf tutmuş o kafaya meydan okuyamadı:
Bu millete Türklüğünün hesabını sormaksa niyetiniz; sormazsanız adam değilsiniz!



BASINDAN SEÇMELER


Atatürk’ü "siyasi simge" sayanlara hodri meydan
Sıkıyorsa kazıyın adını!

Bu ülkenin en yüksek “tepesi” neresi?
Çankaya... Çünkü Cumhurbaşkanlığı Köşkü orada...
Gidin oraya; daha güvenlik kulübelerinden başlayarak sayın:
Çalışma odalarında, ziyaretçi kabul salonlarında, koridorlarda en az 500 adet Atatürk fotoğrafı bulursunuz!
Peki; “Atatürk fotoğrafı siyasi simgedir, Cumhurbaşkanlığı Köşkü gibi siyaset üstü bir makamda olmaması gerekir” der misiniz?

***


Türkiye’de kaç tane anaokulu, ilköğretim okulu ve lise var?
Ben söyleyeyim 71 bin civarında...
Peki; okullarımızda siyaset mi yapılıyor ki, Atatürk fotoğrafları her yere asılıyor?

***


Üniversiteleri, hastaneleri, kışlaları, karakolları, cezaevlerini, adliyeleri, hakim ve savcı odalarını, mahkeme salonlarını, tapu dairelerini, belediyeleri gözünüzün önüne getirin...
Hepsi milyonlarca Atatürk fotoğrafıyla, onun en güzel sözleriyle dolu...
“Siyaset” mi bu?

***


Peki; bu ülkenin evlerinde de mi siyasi propaganda yapılıyor?
Birçok evde de başköşededir...
Komidininin üzerine mutlaka bir Atatürk fotoğrafı koyar Türk kadını... Aile büyüklerinin tam yanına! Her sabah tozunu alırken de, gözlerinin içine bakarak konuşur onunla... Dert yanar!
İnanın; öz babasıyla dertleşmez o kadar!

***


“Nüfusumuz 75 milyonu buldu” diyorlar ya... Saymak kolay!
Hadi sıkıysa bir de bu ülkedeki Atatürk’ün fotoğraflarını, resimlerini, heykellerini, gravürlerini, kabartmalarını, masklarını, büstlerini, rozetlerini, kalemlerini, kalemliklerini, saatlerini, anahtarlıklarını, kolyelerini sayın...
İnsanlar son on yıldır arabalarına bile onun imzasını taşıyan çıkartmaları yapıştırıyorlar, onları sayın...
Kadınlarımızın bileklerindeki, boyunlarındaki, omuzlarındaki dövmeleri sayın...
Onun, “Yurtta barış, dünyada barış” sözünü küpe yaptırıp, kulağına takan kadın bile gördü bu gözler; elbette onu da sayın!
Madem Atatürk simge; gücünüz yetiyorsa kazıyın o dövmeleri, yok etmeye kalkın o resimleri, çıkartmaya kalkın o küpeleri!
Mustafa Mutlu / Vatan




İbadet sorunu yok; ahlak sorunu var

Zannedersiniz ki;
Ülkede iki grup var.. Biri dinine bağlı öteki dinsiz!
Biri ötekinin ibadet alanını ahır yapmış..
Depo yapmış.. Satmış, savuşturmuş.. İbadet yapamaz hale getirmiş..
Daha da ötesi ibadeti yasaklamış.. Nesiller dinini öğrenememiş, ibadet yapamamış..
Memlekette bi sorun var ama bu ibadet sorunu değil..
Ahlak sorunu var..

*


Şu gerçek; çoğu kişi camide başka, cami dışında başka.. İbadet anında başka, ibadet dışında başka..
Adam namazında niyazında.. İbadetini eksiksiz yapıyor, kusursuz yapıyor..
Gelgelelim çalıyor, çırpıyor, önce cebini düşünüyor, kazık atıyor, dedikodu yapıyor, başkasının hakkını yiyor, haksız kazanç sağlıyor, uzatmayalım dinin yapma dediklerini yapıyor..
Dinin ahlak kısmını dikkate almıyor..

*


Birileri çıkıp yüksek sesle ’din ibadetten ibaret değildir’demeli..
Zamanı geldi..
Mehmet Tezkan / Milliyet




CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdoğan Toprak, “Ulusalcı solla ilişkimizi kesmeliyiz” demiş.
Atatürk’e sıra ne zaman gelecek Erdoğan Bey?
Fahrettin Fidan / Milliyet (Açık Pencere)

Yazarın Diğer Yazıları