Cumhuriyet çocuğu Demirel...
Süleyman Demirel ismi bizim “yitik kuşak” için olağanüstü anlamlar taşır. Cumhuriyet tarihinin en genç Başbakanı olmasına rağmen bizim kuşağın sağcısı-solcusu, ülkücüsü-devrimcisi Demirel’e hep karşı çıktı. Ağır eleştiriler getirdik. Milletin benimsediği “Çoban Sülü”yü “Morison Süleyman” sözü ile hedefe koyduk. O’nun altı defa gidip yedi kez gelmesini de benimsemediğimiz gibi, şapkasını alıp kaçmakla itham edenler bile oldu. Başımızda kavak yelleri eserken günün birinde Demirel’li günleri arayacağımızı, O’nun siyasi hoş görüsünü özleyeceğimizi hesaplayamadık. Toplumsal barışı sağlayabilme adına yaptığı fedakârlıkları göz önüne almadık hiç. Gücünün zirvesindeyken siyasi hırsa kapılmayışının, kibirlenmeyişinin aynı zamanda O’nun tevazusunu, kişiliğini yansıttığına da inanmadık. 70’li yıllardaki Milliyetçi Cephe hükümetlerinde bile eleştiri oklarımızdan nasibini almıştı. Turgut Özal iktidarı ile Türkiye’mizde yerinden oynayan taşları, Demirel’in yeniden oturtacağı kanaatlerine dalga geçtik. Ama başardı. Dilimize yeğeni Yahya’nın yaptığı hayali ihracatı pelesenk edip, O’nun “aile fotoğrafı”na taktık kafayı. Doğrusu Özal’dan ülkeyi kurtardığında keşfetmeye başladık “Baba”yı... Gazeteciliğimin ilk yıllarında bıçkın bir muhabir olarak Demirel’i takip etmek, O’nun aleyhinde haber yapmayı da maharet sayıyorduk. Derken insan ilişkilerindeki hassasiyeti, vefası çekti dikkatimizi. Bir döneme damgasını vuran “Beyefendi” kişiliğine tanık olurken “Bir Bilen”liğin boşu boşuna yakıştırılan bir unvan olmadığını gördük. Demirel asla kin gütmezdi. Aleyhinde yazılanları unutmaz, peşine takılmazdı. Çok az insanda rastlanabilecek hafızası vardı. Mutlaka hatır sorar, ortak bir tanıdığa selam yollardı.
Akılcıydı... Bir dönem Amerikancılıkla suçladığımız Demirel’in aslında “yerli ve millî” olduğunu da bizim kuşak geç fark etti. Kimileri halen bugünkü enkazda sorumluluğu olduğunu iddia etse de bilerek, kasıtla yol verdiğine inanmıyorum. Demirel dönemi aynı zamanda karanlıktan aydınlığa çıkış günleridir. Genç kuşaklar bilmez, ortadakiler hatırlamaz ama ilçelere, köylere elektrik Demirel’in gayretleri ile gelmiştir. Türkiye çok geç kaldığı su gerçeği ile O’nunla beraber tanışmıştır. Her iktidar döneminin geriye bıraktığı şaibeler vardır. Demirel’i acımasızca eleştirdiğimiz dönemlerde giden para bugün ayakkabı kutularından çıkanların yanında masum kalır. Nitekim 90 yıllık ömründe kazandıkları Güniz Sokak’taki ev ile Tuzla’daki yazlıktır. Çam sakızı, çoban armağanı olarak sunulan hediyelerin hepsi memleketindeki müzede. Bir avuç buğday, ilk baraj suyu, temel atma ve açılış törenlerindeki fotoğraflar... Köy muhtarlarının, nahiye (belde) müdürlerinin imdat butonu gibiydi... O’nun başkanlığı döneminde Türkiye nüfusunun yarıdan fazlasının köylerde yaşadığını unutmuş insanımız. Buğdayın, pamuğun, üzüm, incir, fındık, kayısı, tütün ve pancarın ne anlama geldiğini, Türkiye’nin tarım sektöründe ihracat yaptığını inkâr edenler de var. Fabrikaların, barajların, küçük atölyeler, orta ölçekli esnaf kuruluşlarının sağladığı iş istihdamından günümüze nelerin yansıdığını istatistik raporları ortaya koyuyor. Bugün despotizmle karşı karşıya kalanlar “Ahh Demirel 70 yaşında olsa da meydanlara çıkıp şunları sallasa” diye iç geçiriyordu. Türkiye’mizin 50 yılına damgasını vuran çınarı kaybettik. Üstelik O’nun yıllarını en çok aradığımız dönemde. Allah rahmet eylesin... “Hesap vermedin gitti” diyenler utansın! Güle güle Cumhuriyet çocuğu... Cumhuriyetimizin değerlerini yaşatmak için uğraştığını biliyoruz.