Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Agah Oktay GÜNER
Agah Oktay GÜNER

Cumhuriyet asla zulüm tarihi değildir

26 Haziran 2016 Pazar günü Hürriyet Gazetesi'nin 17. sayfasında "Osmanlıdan Sonra Türkiye'de Bir Zulüm Tarihi Oldu" başlığıyla Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş'a ait bir haber yer aldı. Bugüne kadar ilgili bakandan bir tekzip, gelmediğine göre gazetenin haberini doğru kabul etmek durumundayız. İktidarın Cumhuriyetin temel felsefesiyle kavgalı olduğu artık açık bir gerçektir. Hemen her gün iktidar ve yandaşları Cumhuriyete şu veya bu şekilde saldırıyor, yalan yanlış bir iddiayla o'nu yaralamaya uğraşıyor. Bu iddiaların temel hedefi Atatürk'ü yıpratmaktır. Ne çare ki bütün bu gayretleri sonuçsuz kalmıştır. Yapılan ilmi araştırmalar, yayınlanan eserler, tezler hepsi bu iddiaların kofluğunu ortaya koymuştur. İşin acı tarafı bu efendiler durmadan yalan söylediğimiz yüzümüze vuruluyor, şu söylediklerimizi bir tetkik etsek demek zahmetine katlanmamış, okumadan, araştırmadan bu boş sözleri bir saksağan idrakiyle tekrar edip durmuşlardır. Şimdi bakınız Sayın Bakan ne diyor: "Osmanlıya ait şeyler gerici, yanlış bu milletin önünü tıkayan şeylerdi. Öyle algılanırdı. Elitler tarafından öyle anlatılırdı. Türkiye'nin tahayyül dünyasını onarması en önemli meselesidir."

Türkiye'de ciddi ve tutarlı tarih araştırmaları, tarih kongreleri Cumhuriyet'ten sonra başlamıştır. İslam'dan önceki Türk tarihi ve İslam'dan sonraki Türk tarihini bir bütün olarak ele alan, milleti bütünüyle kucaklayan tarih anlayışı Cumhuriyetin eseridir. Osmanlı tarih anlayışı 40 atlıyla geldiğimiz bu topraklar diyerek çok cılız, yetersiz bir anlayışla Osmanlı tarihine eğilir. Türk kültürünü değerler sisteminden asla kopmadan ve korkmadan geliştiren anlayış Cumhuriyetin ürünüdür. Türkiye'de tahayyül dünyasını onarmaktan Sayın Bakan neyi kastediyor, doğrusu anlayamadım. Tahayyül dünyasından önce düşünce dünyamızı içine düştüğü çarpıklıktan kurtarıp onarmamız lâzım. İlmi düşünce, tarafsız ve objektif olmayı emreder. Lehteki ve aleyhteki bütün deliller toplandıktan sonra hükme varılabilir. Aksi halde kulaktan dolma malumatla Atatürk düşmanı bazı kişilerin sohbetleriyle gerçeğe ulaşmak mümkün değildir. Bu saçma sapan malumatı gerçek sanmak, savunmak bizi çok komik hallere götürür. Bakan Kurtulmuş: "Eskiden merkezde cami vardı. Ancak Osmanlı'dan sonra Türkiye'de maalesef bir zulüm tarihi oldu. Bunun adını açık koymak lâzım. Öyle oldu ki camilerimiz ahır oldu, yıkıldı, tahrip oldu. Camilerde namaz kıldıracak adam olmadı. Doğru dürüst cemaat yok, imam yok çok şükür o zamana göre değişim oldu. 120 bin çalışanı olan, her mahallede imamları olan büyük bir teşkilat oldu" demiştir.

Ne yazık ki Sayın Bakan'ın iddiaları kütüphanelerde yer alan raflar dolusu kitaplarla çürütülmüştür. Prof. Dr. Mehmet Temel'in "Atatürk Dönemi Din Hizmetleri" başta gelen araştırmalardandır. Bu eserde gerçekler Osmanlı ve Cumhuriyet arşivinde yer alan belgelere dayanılarak gören gözler için ortaya konulmaktadır. İnsanlar körse, nankörse, vicdanları sakatsa, fazilet göstererek hakikate teslim olmaları mümkün değildir. İstanbul camilerinin bazıları Balkan Harbi felaketiyle yurdundan yuvasından olan, varlığını kaybeden muhacirlere tahsis edilmiştir. Başka çare var mıydı? Aynı durum Doğu Anadolu'dan gelen muhacirler için Elazığ, Çorum, Gümüşhane, Malatya'da bulunan camiler için de geçerlidir. Bu göçmen akını Konya'ya kadar uzanır. Alaaddin Camii, İplikçi Camii ve diğer eserler muhacirlere barınak olarak tahsis edilir. Bu şartlarda o günün Osmanlı Hükümeti'nin yaptığı tahsis ve yerleştirme tamamen bir çaresizliğin ifadesidir. Camilerin korunması, uğradığı tahribatın onarılması için Cumhuriyet elinden geleni yapmıştır. Osmanlı I. Cihan Harbi sonunda mağlup sayılmış ve ağır bir harp tazminatını ödemeye mahkum kılınmıştır. Genç cumhuriyetin sırtında bu yüklere ilaveten Kurtuluş Savaşı yıllarının ağır külfetleri, kayıpları ve onarılacak yaraları vardır. Cumhuriyet bunlardan şikayet etmez. 16 yıla yakın süren savaşların getirdiği maddi yoklukların yanında frengi, verem, trahom ve sıtma gibi salgın hastalıkları vatan coğrafyasından siler, temizler. Ondan sonra tarihi eserlerin askeriyenin kullanmakta olduğu ecdat yadigarı yapıların onarımını ele alır. İstanbul'da bulunan 50 cami Ankara'daki 18 cami, Bursa'daki 16 cami, Edirne'deki 10 cami, diğer vilayetlerdeki 48 cami için (toplam 142 cami için) 6 milyon liralık kaynak ihtiyacı hesaplanmış ve listelere girmediği halde tamire muhtaç diğer camiler de dikkate alındığında ihtiyacın 10 milyon liraya ulaşacağı tespit edilmiştir. 1936 yılında yapılan bu proje ve keşif çalışması bütçeden ayrılan kaynaklar ölçüsünde hayata geçirilmiştir.

Ankara'daki camilerden 1936 yılında tamir ve yenileme çalışmalarına başlanılanlar Cenâbi Ahmet Paşa (Mimar Sinan eseri), Hacı Bayram, Zincirli, Kurşunlu, Arslanhane, Abdülhadi, Ahi Elvan, Hacı Musa Leblebici, Alâddin ve Tacettin camileri idi. Bunlar için 1936 yılı bütçesinden 30.000 lira ödenek ayrılmıştı. Vakıflar Genel Müdürlüğü 22 Haziran 1936'da Başbakanlığa gönderdiği yazıda tamir ve yenileme çalışmalarına başlanacak olan eserlerin inşa edildikleri döneme ait tarihi ve mimari tarzlarının yaşatılmasının yanı sıra, çevrelerine güzellik verebilecek şekiller almasına da özen gösterileceğini bildirmiştir.

Bu gayretler aralıksız devam etmiştir. Atatürk dönemi din hizmetleri bu eser çapında olsun dürüst ve samimi bir biçimde ele alınırsa Atatürk döneminin Türkiye'de bir zulüm tarihi değil aydınlık, fazilet, tarih şuuruyla taşların yerine konduğu bir güzellik devri olduğu anlaşılacaktır. Bu kafalarla geldiğimiz çizgi ortadadır. Devlet yönetimi birleştirici, bütünleştirici bir iradeye dayanmalıdır. Konfüçyüs; "En büyük fazilet insanın vicdanını dinlemesi ve iyilik yapmak için çaba harcamasıdır" diyor. O halde ömrünün her günü aydınlık ve hesap altında olan Atatürk'ün büyüklüğü önünde hürmetle eğilelim. Kendi vicdanımızın sesini dinleyelim. Biz hangi iyi ve faziletli işi yapmak istedik de ona engel olanlar çıktı? Kendi küçüklüklerini, zaaflarını görmek ve bunlardan kurtulmaya çalışmak başkalarını küçültme gayretinden daha hayırlıdır.

Politikada ciddi bir muhalefet dönemi yaşamadan iktidar olanlar için bu yanlışlar kaçınılmaz oluyor. Hayata karakteri oluşmadan karışanların, baş döndürücü bir hızla vicdanlarını da kaybettiklerini kör yanlışlıklara düştüklerini ne çok gördük...

Yazarın Diğer Yazıları