“Cudi’de çiçek toplamak ve Fırat kenarında serinlemek”
“Yıllardır Cudi Dağı’nda çiçek toplamak, Fırat’ın sularında korkusuzca serinlemek istiyorduk, bu hayali gerçekleştirmek için gün geldi...”
Cudi Dağı ve Fırat Nehri tanıdık geliyor mu size de?
Kendi vatanınızın sınırları dâhilinde bir dağ ve kendi vatanınızın sınırlarında doğan bir nehir olduğunu hissediyor musunuz ilk duyuşta veya zaman zaman gazetelerin Pazar eklerinde okuduğunuz dünya üzerinde görülmesi gereken yerler listesinde gördüğünüz dağ ve nehir isimleri mi bunlar?
Ayrıca kime ait olabilir bu sözler, bu hayal?!
Cudi Dağı’nın eteklerindeki Seksenler köyünde doğmuş, çocuk yaşlarda memleketinden ayrı kalmış birinin, uzun yıllar sonra dillendirdiği bir hayal olabilir mi?
Ömrü ve yolu gurbete düşmüş, hâtıralarında Fırat kenarındaki çocukluk günleri, gençlik heyecanları saklı kalmış bir Erzincanlı, Tuncelili, Elazığlı, Malatyalı, Adıyamanlı veya Gaziantepli bir memleket evlâdı olabilir mi bu hayalin sahibi?
Hayır, memleketten ayrı kalınmış bir gurbetin, ya da bir sürgünün hayali değil bu hayal!
Bu hayal bizzat Türkiye Cumhuriyeti devletinin Başbakanının hayali, Başbakanın 22. MÜSİAD Kongresi’nde yaptığı konuşmada paylaştığı bir hayal bu!..
Fırat kenarında kaybolan, boğazlanan kınalı kuzuların, bayram günü evine al bayrakla sarılı dönüşünün anne ve baba yüreklerinde yaktığı ateşi görmezden gelmiş, bu ateşi yakanlarla yüksek bürokratlarını pazarlık masalarına oturtmuş, PKK’lıların ellerini kollarını sallayarak silahlarıyla birlikte sınır dışına çıkışlarına devletin muvafakat edeceğinin garantisini vermiş Türkiye Cumhuriyeti devletinin Başbakanının hayali bu!
Cudi Dağı’nda çiçek toplamayı ve Fırat Nehri’nde serinlemeyi gerçeklikten çıkarıp, bir Başbakan için hayal haline getiren şey nedir?
Cudi ve Fırat kenarı düşman ordularının işgali altında mıydı ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin gücü mü yetmiyordu bu işgali kırmaya? Uçağı mı, tankı mı, topu mu, tüfeği mi eksikti, o düşmanla savaşacak askerden mi yoksundu Türkiye Cumhuriyeti?
Cudi ve Fırat kenarına gitmek için pasaport gerekiyordu da Türkiye Cumhuriyeti devletinin Başbakanına vize mi vermiyordu işgalciler? Başbakan vatan sınırları dâhilinde Cudi’ye ve Fırat kenarına gitmek için kendisini güvende mi hissetmiyordu?
Peki, bahse konu güvenliği kendisi için sağlayamayan bir Başbakan, idâresinden sorumlu olduğu ülkesinin vatandaşlarının güvenliğini nasıl sağlayacaktı?
Ve Başbakanın bugün bu hayalini gerçekleştirebileceği günün gelmesi ne demekti?
Başbakan olarak ‘Cudi’de çiçek toplamak ve Fırat kenarında serinlemek’ hayalini gerçeğe dönüştüren, devletin gücü değil de PKK’nın lûtfedip(!) geri çekilmesi miydi? Başbakanı güvenli kılan ve hayallerini toplumla paylaşmasını sağlayan Kandil’de basın toplantısıyla devleti sigâya çeken Karayılan’ın verdiği teminatlar mıydı?
Bu teminatları devletin Türk Silahlı Kuvvetleri, devletin emniyet güçleri, devletin istihbarat örgütü verememiş miydi Başbakana?
Başbakan tek başına iktidar koltuğunda oturduğu TBMM’den alamamış mıydı bu teminâtı, terörle mücâdele etmek istemiş fakat TBMM kendisine ve hükümetine bu mücadelede destek mi vermemişti? Toplumsal destek mi alamamıştı terörle mücadele için Başbakan?
‘Açılım ve barış süreci’ adını verdiği meçhûl pazarlıkları ve uygulamaları için, Oslo görüşmeleri için, İmralı-MİT-Kandil görüşme trafiği için arkamızda dediği toplumsal ve siyâsî destek, terörle mücadelede yanında değil miydi?
Bütün bunları kâmilen ifâ etti de ‘Cudi’de çiçek toplamak ve Fırat kenarında serinlemek’ için geriye kalan tek yol olarak ‘PKK-İmralı-Kandil ile pazarlık yapmak’ mı kalmıştı? Karşısında ellerinde ağır silahları, tankı, topu, uçağı olan yüz binlerce eli silahlı askerden oluşmuş bir ordu mu
vardı?
Hayır...
Bir ülkenin Başbakanı, kendi vatanının sınırları dâhilinde bir dağda çiçek toplamak ve kendi vatanının sınırları dâhilinde bir nehirde serinlemek için hayal kuramaz, bunu yapmak bir Başbakan için hayal olamaz!..
Bütün bunlar gerçek olamaz, bu bir kâbus ve bu kâbustan bir gün uyanacağız ve ilk pikniğimizi Cudi’de yapıp serinlemek için kendimizi Fırat’ın serin sularına bırakacağız!