Çöpçünün saygınlığı ve çağdaş yaşam!
Kültür ve Turizm Bakanı sayın Ertuğrul Günay, Ergenekon operasyonunun 12. dalgası için, “...çok saptırıcı bir şey oldu. (...) Şu anda süreç, AKP’nin aleyhine işliyor” diyor. Türkan Saylan için de, “Velev ki işin içinde olsun. Onu görme ya... Daha neler var, onu görme ya!” ilavesinde bulunuyor. Söze nereden başlasak acaba?
Bakan, devlet adamıdır. Bir devlet adamının ilk endişesi, partisi değil, devleti olmalıdır.
Bir Kültür Bakanı’nın ya’lı yu’lu konuşmasını artık yadırgamıyoruz, çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı bile böyle konuşuyor artık.
Bakanlar, devlet adına, icraatlarını, halka hizmet için yaparlar. Öyleyse ülke ve kurumlardaki her gelişmeden illâ bir endişe duyacaklarsa, bu endişe, devletten sonra, parti için değil de, halk için olmalı değil midir?
Hadi bütün bunları geçtik, yani böyle şeylere millet olarak hasret bırakıldık.
İyi de, “Velev ki işin içinde olsun, görmeyiver ya!” yaklaşımına ne demeli? Bu, hukukun siyasallaşmasını istemekten başka bir şey midir?
Hukukun siyasallaşması adaletin felç olması demektir ve adalet mülkün, yani devletin temelidir. Devletin ve adaletin parti adına karar vermesi beklentisi içerisinde olmak herhalde, egoizmdir. “Partim zarar görüyor, bu süreç böyle gitmesin” demek, aslında, “Biz bu işten zarar görüyoruz” demektir. Psikologlara da sormak lâzım, bütün bunlar alt şuurda tohumlanan, “Bu iş böyle gitmesin, bu işten ben zarar görüyorum” endişesinin “biz” ve “parti” rengiyle sese ve söze dönüştürülmesi olabilir mi?
Belki şöyle denecektir: “- O kişi, topluma hizmet etmiş, saygın bir kişidir, hukukun ona yaklaşımı diğer insanlardan farklı olmalıdır!” Böyle düşünenler varsa onlar için her söz israf sayılır.
Son dönemlerde bir de bu “saygın kişi” lafı çıktı. Duydukça, acaba diyorum, Türkiye Cumhuriyeti Devleti hâlâ güçlü kalıntıları olan bir zamanların Hindistan’ı gibi bir kastlar sistemine mi sahip? Yani bu ülkede kanun karşısında insanlar eşit değil mi? Hepimiz anayasanın aynı haklara sahip bireyleri değiliz de, biz mi farkında değiliz? Bir çöpçü, bir işçi, bir profesör kadar saygın değil mi? Çöpçüyü saygın kılmayan, üç kuruşa bize tertemiz sokaklar hazırlayan emeğimidir, işçiyi saygın olmaktan uzaklaştıran karnımızı doyuran ekmeği yapan, oturduğumuz evi inşa ederken alnından akıttığı teri ve nasır tutan elleridir Peki, toplumdan saygın olmayan kişiler yok mudur? Elbette vardır, olacaktır. Onlar toplum değerlerini açıkça çiğneyen ve nesilleri buna yönlendirenler, devletin kasa ve tapusunda birikmiş, yaşayan ve gelecek nesillere ait olan yetim hakkını, siyasi ilişkilerle zimmetine geçiren sefillerdir. Bunlara saygı duyulmaz amma bunlar için bile adalet mekanizmasından hukuk dışına çıkması istenemez, onlar için bile istenmesi gereken, yalnızca adalettir.
Ayrıca, “Çağdaş Yaşamı” yüceltiyoruz diye, hedefe İslâm’ın konulması, cehaletten değilse, kasıttandır. Türk milletine “Çağdaş Yaşam” diye bir Alman, bir İngiliz, bir Yunan gibi yaşamasını dayatmak ve “Çağdaş Yaşam” diye Türk insanını tarihi kökleri ve inandığı değerlerden kopartmaya çalışmak, milleti tasfiye etmektir. Yunan yahut İtalyan halkı, devlet ve sivil toplum eliyle Türk ve Müslüman gibi olsun diye zorlanıyor mu, böyle bir şeye şahit olan var mı? Şayet birileri bu düşüncede ise, onlar bu milleti ve benzemeye çalıştıklarını tanımamış, tanıyamamış, acınası kişilerdir. Çinlinin, Japon’un böyle bir derdi var mı? Bilelim ki, benzeyerek değil, benzeterek saygın olunur. Başkalarının değerlerini bu millete taşımak için çırpınanlar o kültürün misyonerleri, bu milletin hak ve değerlerini başkalarına taşıyanlar da Türk milletinin değerleridir.
Evet, bilgi, medeniyet ve teknoloji insanlığın ortak ürünüdür, ilim Çin’de dahi olsa, yitik malımızdır, gider alırız, amma taklit etmeyiz, kendimizi küçük görmeyiz; çünkü biz küçük değiliz, onlar ise asla büyük değil.