‘Contingency Planning’ diye bir şey duydunuz mu?

Sayın A. Nail Kubalı, yirmili yaşlarında Amerika’da danışmanlık yaptığı yıllarda başından geçen enteresan bir olaydan bahsetmişti geçenlerde Gözlem Gazetesi’nde. Olay şöyle:
Kansas eyaletinin Wichita kentinde bir kuruluşun yönetim kuruluna sunum yapan sayın Kubalı, toplantı sonrasında, yönetim kurulunun Afrika kökenli Amerikalı olan bir üyesiyle sohbet ederken bu zatın ABD ordusundan emekli bir yarbay olduğunu öğrenir. Üstelik bu Amerikalıyla sohbetlerini Türkçe olarak yapmaktadırlar. Amerikalı, “Türkçe’yi orduda öğrendiğini” söylediğinde Kubalı biraz şaşırarak, “Neden Türkçe öğrenmeyi tercih ettiğini” sorar. Amerikalı’nın gülümseyerek verdiği cevap daha da şaşırtıcıdır:
“Çünkü benim ödev kentim İstanbul!”
“Nasıl yani?”
“Ben, Amerikan ordusu İstanbul’a girdiğinde, Türk sivil savunma ekiplerinin yolumuzu şaşıralım diye değiştirip karıştıracakları sokak tabelalarını yerli yerlerine takmakla görevliyim. Emekli olmama rağmen her yıl ’tatilimi’ İstanbul’da geçiririm. Bunun için ordudan ücret alırım. İstanbul’u en küçük ara sokaklarına kadar bilirim.”
Adeta kanı donan Nail Kubalı’nın ağzından, “Ama biz sizin müttefikiniziz! NATO üyesiyiz!” sözleri dökülünce hala gülümsemekte olan Amerikalı şu cevabı verir:
“Contingency Planning!” (*)
“Anlayamadım... O da nedir?”
“Şöyle ki, ABD silahlı kuvvetlerinin her türlü ihtimale göre böyle yüzlerce planı vardır. Bunlar hazırlanır, yarın uygulanacakmış gibi çalışılır ve öylece bekletilir. Ama bunlar uygulanacak diye bir şart yoktur. Sadece uygulamayı gerektirecek bir durum ortaya çıktığında hazırlıklı olmak içindir.”
İşte bizdeki yandaş medyanın “darbe planı” olarak lanse etmeye çalıştığı çeşitli askeri planlar da birer “Contingency Planning”den ibarettir. Öyle olduğu, aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen bu planların hayata geçirilmemiş olmasından da bellidir.
Şimdi ey okuyucu! Sizin de aklınıza şöyle bir soru takılmıyor mu: Günün birinde Amerikalı savcılar Pentagon’un kozmik odalarını aramaya kalksalar ve orada ABD’nin, müttefiklerini işgal ettiği ya da bir ABD başkanının çıldırarak ülkeyi nükleer savaşa sokmak gibi bir delilik yapmaya kalkışmasını önlemek için hazırlanmış “Contingency plan”ları bulsalar, acaba Amerikan medyası da, “Bak sen şu generallere! Müttefik bir ülkeyi işgal etmek için ve Başkan’ı devirmek için darbe planları yapmışlar!” diye ülkeyi ayağa kaldırır mıydı?..
(*): Dilimizdeki karşılığı “Ne zaman gerçekleşeceği bilinmeyen” olan “contingency” sözcüğü, “plan” sözcüğüyle birlikte “Contingency plans: Olağanüstü durum planları” anlamında kullanılmaktadır. Türkçe’de, askeri yazışmalarda bu planlar, “İhtimalat (olasılıklar) Planları” olarak adlandırılmaktadır.

***

Yeniden ‘tanzim’e doğru
Deniz Baykal’ın CHP Genel Başkanlığı’ndan uzaklaştırılma süreci siyasal açıdan ağır şekilde lekeli olduğu kadar, ülkenin geleceği açısından da tedirgin edici unsurlar barındırıyor
CHP kurultayına dışarıdan, alçakça yöntemlerle müdahale edildi. Deniz Baykal, bir siyasal mücadele, bir fikir tartışması sonucunda genel başkanlıktan düşürülmedi. Kimse bu mümkün değildi onun için bu yola başvuruldu “özrüne” sığınmasın! Bunun özrü olmaz. Bunun doğrulaması olmaz. Bu “özür” anca pişkince yapılmış bir itiraftan başka bir şey değildir. Geçelim. İşin etik yanından daha vahim bir yanı var. Siyasal yanı.
Siyasal açıdan da bu süreç ağır bir şekilde lekelidir.
Rastlantı olamaz
Bu “kaset darbesi”nin açtığı yoldan gidiş, aslında, medyadaki bir takım kalemşörlerin ağız birliği ederek Baykal’ın düşürülüşünü alkışlamaları, komploya direnmesini engelleme çabaları ve hemen CHP’nin başına birini oturtma çabaları çok manidardır. Bunun “merkez medya” denilen yayın organlarındaki bazıları tarafından yapılışı da rastlantı olmasa gerek.
Bir an durup düşünmek gerekmez mi, neden diye?
CHP’yi çok sevdikleri için mi, Türkiye’yi çok düşündükleri için mi “kötü Baykal”dan CHP’nin “kurtulması”na bayram ediyorlar; Gandi’nin (hem de daha düne kadar yerdikleri, alay ettikleri, çekilmesini istedikleri) Önder Sav’ın tam desteğiyle adaylığını alkışlıyorlar, genel başkan seçilmesi için kampanya yürütüyorlar?
Bunlar ne zaman CHP’li oldu? Hangisi hangi seçimde CHP’ye oy verdi? “Baykal gitsin, oyum CHP’nin” diyenler ne kadar samimi?
Dizayn süreci
Bu “kaset darbesi”, Baykal’ın son iki yıldır gayet başarıyla yürüttüğü ulusalcı direniş çizgisinden kurtulmak için tezgâhlanmıştır.
Seçmen tabanında CHP’nin oylarının artacağını varsayalım. Ama zaten “açılım”la girilen süreçte Baykal’ın kararlı direnişiyle CHP oyları tırmanışa geçmişti. “Gandi Kemal”in CHP oylarını daha da artıracağını varsayalım. Peki ama ne pahasına?
Olay, gerek yurtsever başka gözlemcilerin (bir Can Ataklı’nın söz gelimi) dikkati çektikleri; gerekse ABD - AB yanlısı kimilerinin (bir Hasan Köni’nin söz gelimi) rahatça ve açıkça, hiç sıkılmadan, marifetmiş gibi izah ettikleri üzere “CHP’nin yeniden düzenlenme”si / “dizayn edilmesi” girişimidir?
“Gandi Kemal”in CHP için, CHP’nin kaçınılmaz “yenilenmesi” için kişisel bir fikri, tasarısı var mıdır? Hiç duyulmuş mudur bugüne dek?
CHP’nin “devrik” genel başkanı bugün isyan ederken bir kişisel koltuk kavgası yapmak derdinde değildir. CHP’nin AKP’nin “sosyal-demokrat” sürümüne çevrilmesini önleme çabasındadır. Bunu herkes iyi anlamalıdır.
“Kaset darbesi ” tamamen bu hedefe yöneliktir.
“İç savaşı” bitirmeye yöneliktir ve sırada Erdoğan da vardır. PKK elebaşısı da...
Bu “üçlü tasfiye”nin ardından, Türkiye’de en azından bir süre için gerek Erdoğan çizgisindeki dinciler ile laikler; gerekse PKK yanlısı Kürtçüler ile ulusalcılar arasındaki; “devlet içindeki” fiili “iç savaş”ı en azından bir süre için sona ereceği umulmakta ve dahası hedeflenmektedir.
Ancak bu, Türkiye’nin Washington’dan yönlendirilmesinin “yeni bir siyasetçi takımı”yla, “daha yumuşak bir söylemle” devam etmesi demek olacaktır.
l Nazım Güvenç

***

Döneklerden doğru söz çıkmaz
Ertuğrul Özkök, Kenan Evren’le konuşmuş. 12 Eylül’ün yargılanmasına yönelik Anayasa değişikliğindeki kararla ilgili görüşlerini sormuş... Evren’in yanıtı manidar:
“12 Eylül’den sonra, bugünün kalemlerinin o tarihlerde yazdıkları yazıları arşivlere girip okusunlar. Bakın o dönemde neler yazmışlar, görsünler...”
Şimdinin, “ampul pervaneleri” bugünlerde kimleri yağlamakla ballamakla meşguller? O tarihlerde ise kimleri göklere çıkarıyorlardı?.. Kimilerinin, bugünlerde CHP’yi müze yapalım türü “büyük laflar(!)” ederlerken, geçmişte CHP’de bir yerlere gelmek için kimlerin gönlünü kazanmaya çalıştıkları ve neler veciz sözler (!)söylediklerini bellekler unutmuyor... Bellekler unutsa bile, internet
unutmuyor... Bugün kimlere ne için hizmet ediyorlar herkes ibretle görüyor... Halen okumakta olduğumuz bir kitap var. “İnsan suretleri.” (D.Kavukçuoğlu) Literatür yayıncılıktan çıktı. Bir zamanların parkalı, marşlı, postallı sosyal demokratlarının, bugün nasıl “holding sahibi sosyal demokrat” ve “iktidar yanlısı” olduklarından söz ediliyor kitapta.. “Ben gelişerek değiştim” diyen bugünün dönmüşlerine (!) mesajlar verme anlamında hatırı sayılır değinmelerde bulunuluyor... Neylersiniz?... “Döneklik”, günümüzde artık “mazeret” değil “maharet” olarak
algılanır oldu... l Burhan Özbey
E. Tef. Krl. Başk. / Köşe Yazarı

***

Zinayı suç olmaktan
çıkaran kimdi

R.T. Erdoğan; bir yandan Baykal’a ahlak dersi vermeye kalkışırken diğer yandan İslam dininin en büyük günahlar arasında saydığı zina yapmayı, Türk Ceza Kanununda suç olmaktan çıkardığını unutmuş gözükmektedir.
Erdoğan,AB’nin isteğiyle orijinalinde olmamasına rağmen eski TCK’nın ilgili maddesine Atatürk tarafından konulan,zina’yı suç olmaktan çıkarmıştır. Bir Türkiye’de bazı kesimler tarafından dinsizlikle suçlanan Atatürk’ün, birde muhafazakar lider R.T. Erdoğan’ın yaptığına bakın. Sizce hangisi dindar acaba?
Sonra da aynı R.T. Erdoğan,Baykal’ı gidip belden aşağı vuruyor. Kim haklı dersiniz? l Özcan Pehlivanoğlu

***

İstifa etmesi
gereken başka

Ne yapmış Baykal? Hiç bir resmi sıfatı yokken Beyaz Saray’a davet edilip, küresel teröristlerin emrine asker verme pazarlığı yaparken mi yakalanmış? Mahkemeye gitmemek için hastaneden gizli gizli hastadır raporu mu almış? İmralı’daki maşaya “Sayın”, şehitlere “Kelle” mi demiş? Bir Anayasa metni hazırlayıp önce kendi kamuoyuna açıklama yapmak varken, paldır küldür AB-D’den onay almaya mı koşturmuş? Sadece iç kamuoyunu uyutmaya yönelik bir afyon olan AB adlı rezilane macera için, Kıbrıs’ı satan protokollere mi imza atmış? Sanki çok fakirmiş gibi, “Bizim kıza da bi 250 bin lazım”mı demiş? Arap şeyhlerine, sanki babasının malıymış gibi, İstanbul’u mu pazarlamış? Almanya’nın sanık olarak gördüğü Zahit Akman’ı gözümüzün içine baka baka kendi korumasına mı almış, yargılanmasın diye göğsünü siper mi etmiş?
vs. vs. vs.
Çok merak ediyorum; bu memlekete Baykal’ın özel hayatı mı daha çok zarar veriyor yoksa küresel teröristlerin maşası olan memleketin başındaki bu iktidarın yaptıkları mı? Kimin istifa etmesi gerekiyor?
l Bülent Uluçer

***

Gençlere ne verdik
ne isteyeceğiz..

Hayatının üç saatlik bir sınavla şekilleneceğini bilerek sınav mantığı veya tekniği ile verilen eğitim - öğretimle yetiştirilen bir gençlikten daha duyarlı ve daha araştırmacı olmalarını bekleyemeyiz.
Üniversitelerde alkol firmalarının stantlar açmasına müsaade edip alkolle tanıştırdığımız bir gençlikten ne isteyebiliriz? Çağımızın belası uyuşturucunun ilkokul önlerinde veya kantinlerde ulu orta satıldığı ve satın alındığı bir ortamda yetişen bir gençlikten ne isteyebiliriz ki? Daha 13-14 yaşında para karşılığı kendinden yaşça büyük adamlara bir mal, bir eşya gibi sattığımız kızlarımızdan ne bekleyebiliriz? Ya da devletin koruması altında, ahlaksızlardan bir türlü koruyamadığımız gençlerimize ne verdik ki neyi isteyeceğiz? Hiç düşündünüz mü? l Reyhan İşeri

***

Vay sen bize ördek mi dedin
Ne hikmetse! Sadece AKP’yi savunanlar telefonlarda tamamen hukuka ve kanunlara uygun konuşuyorlar.
Onların dışında herkes potansiyel çete, mafya, Ergenekon terör örgütü üyesi.
Sıradan bir şey, örneğin “burada yağmur yağıyor” dediğinizde bile karşınızdakinden uyarı alıyorsunuz “bu işleri telefonda konuşma” diye. Çünkü “vay, sen bize ördek mi dedin” diye alırlar içeri.
Televizyon kanallarında ördeğin aslında ne anlama geldiğini Mehmet Metiner ile Nazlı Ilıcak’a yorumlatırlar. Gittin babanın
kesesinden. Peki, biz ne yapalım kardeşim, konuşmayalım mı? Islık mı çalalım, kuşdili mi konuşalım? Sadece muhalefet partilerinin genel başkanları ve milletvekilleri dokunulmazlıklarına sığınarak konuşabiliyorlardı. Ona da çözüm buldular. Onları gözaltına alamıyorlar fakat “gözetleyerek” susturuyorlar. İşte Deniz Baykal örneği. Ülkenin ana muhalefet partisi lideri siyasi ahlaka, insan haklarına, demokrasiye aykırı bir yöntemle işbaşından uzaklaştırıldı.
(...)
Bu böyle devam edemez.
Bütün Türkiye ruh hastası
olacak. Etraf telefonunu açamayanlar, SİM kartlarını ceplerinde taşıyanlarla dolu.
CHP’nin genel başkanını komployla vuranların, bizi hiç gözleri görmez.
l Settar Kaya

***

‘Dinci neşriyat’ın büyük çelişkisi
Birkaç yıl önce Ankara’da MHP’nin mitingi ile ilgili haber yapmayan Vakit gazetesini aradığımda bana verilen cevap şuydu “MHP’nin mitingini haber yapmak yayın politikamıza aykırıdır!” Kitlelere mal olmuş bir partinin, Ankara’nın göbeğinde yaptığı miting onlar için önemli olmuyor ama uydurma belgelerle, hukuksuzca tutuklanan, savunma hakları elinden alınan insanlarla ilgili karalama haberleri her gün manşetlerini süsleyebiliyor! Merhum Nurettin Topçu yıllar önce bu tür yayın politikalarını ilke edinenlerle ilgili şöyle bir tespit yapmıştı: “Şimdi son yıllarda dini neşriyat serbest olunca ortaya öyle bozuk, öyle çürümüş bir maya çıktı ki. Bu neşriyatın cehalet, ticaret ve düşüklükten berbat bir eser verdiğini hiç çekinmeden söyleyeceğim. Bunlar yirminci asrın buhranlı hayatının, halli fikir ve felsefe meziyetlerine şiddetli muhtaç olan meselelerinin karşısına, ilkçağların insanlarını bile güldürecek bir iptidailikle çıktılar. Kimi küçük çocuklar için masal olacak meseleler bunların sermayesidir. Lakin esas meseleleri ticaret yapmaktadır” (İsyan Ahlakı) Ben bura da Deniz Baykal’ın avukatlığını yapmıyorum bir ilkeden bahsediyorum! Hem manevi anlamda yayın yaptığını iddia edeceksin hem de insanların en mahrem hallerini sayfalarına, ekranlarına taşıyarak, onları sorgulamaya-suçlamaya kamuoyu nezdinde küçük düşürmeye çalışacaksın... l Abdurrahman Akın

***

MİNİ YORUM
Değişim(!)

Yeni tüzük uygulanmayacak; partiyi ‘ikinci adam’ın kayıtsız şartsız hakimiyetine teslim etmiş olan eski düzen devam edecek. Böylece ‘ihtiyaç hasıl olduğunda’, bir tek işaretle dikensiz gül bahçesi yaratılabilecek. Muhalefetin içindeki muhalefetin ipi çekilebilecek. Tek adam değil de ikinci adam sultası olacak. Bu büyük değişim(!)in mimarlarını ayakta alkışlamalı...

Yazarın Diğer Yazıları