Çok muhabbet tez ayrılık getirdi

Deniz Feneri haberlerini “AKP’ye çamur atmak” sayan Başbakan hedef gösterdi; tetikçiler saldırdı

Almanya’da başlayan Deniz Feneri e.V. davası Türkiye’ye sıçrayınca ortalık karıştı. İddianamede yer alan, ’Türk hükümetinin Almanya’da dernek yöneticilerinin tutukluluğunu engelleme girişimlerinde bulunduğu’ ve derneğin topladığı paranın ’Türkiye Başbakanı’na verilmek üzere’alındığı’ bilgileri Erdoğan’ı çok kızdırdı. Aydın Doğan (öfkenin muhatabı) Başbakan’ın “şantaj” yaptığını öne sürdü.
Yandaş medya Erdoğan’ın “bal gibi hedef gösteririm” sözünden cesaret alıp Doğan Grubu’na saldırırken Doğan’ın yazarları Erdoğan’ı kendi silahıyla; ‘mağdur edebiyatı’yla vurmaya çalıştı. Yolsuzlukları hatırlatıp, “peki ahlaksız kim” dedi? Kavgayı dışarıdan izleyen gazeteler ise ‘konjonktürel çıkarları’ doğrultusunda ‘taraf’ oldu. Oysa bu kavganın ‘haklı’sı yok! Herkes ektiğini biçiyor. Daha bir ay önce ‘Başbakan’la baş başa görüştüm’ diye kasım kasım kasılıp, duruşuna bakışına methiyeler düzenler hakarete uğruyorsa bunun başka izahı olmaz.
Belki baş başa geçirdikleri saatlerde ‘iktidara mecbur işadamı’ değil, her şartta ‘soru sorabilen gazeteci’ tavrı sergileselerdi, bugünkü yaraları böyle derin olmazdı.
Peki Doğan Grubu’nun ‘iktidarlarla iş takibi sicili’ Erdoğan’ın ‘hedef gösterme’sini haklı çıkarır mı? Asla!
Bu restleşmenin tek iyi yanı var: ‘medya-siyaset çıkar ilişkisi’ndeki kirli çamaşırları ortaya dökmeye aday olması.
Bu ‘ipliğini pazara çıkarma’ işleminin medyanın yandaş olan geniş bölümünü kapsayamayacak olması ise hazin.
Ne yapalım, onların karanlığına ışık tutacak bir ‘deniz feneri’ belirdi. Teselli armağanı olsun.
Doğan Holding İcra Kurulu Üyesi, Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök Erdoğan’ın, ’belgeli’ iddiaları dile getiren CHP lideri Baykal ve konuşmasını canlı yayımlayan NTV’ye değil de Doğan Grubu’na saldırmasını kurtla kuzu hikâyesine benzetti:
“Hani akarsuyun alt tarafında su içen kuzuya, ”Suyumu kirletme“ diyen kurdun hikáyesi. Kuzu, ”Ben akan suyun alt tarafındayım, senin suyunu nasıl kirletirim“ diye sorunca kurt ne cevap veriyordu: ”Ben seni yemeye karar verdim. Gerisi bahane... “
Başbakan herhalde basın özgürlüğünü yemeye karar verdi ki, sıra bahane aramaya kalmış.”
Keşke basının özgür olması gerektiği, önemli ihaleler öncesi ‘körler-sağırlar birbirini ağırlar’ tadında röportajlar icat ederken de aklınızın bir köşesinde bulunsaydı Sayın Özkök.


++++++


Savcılığı bıraktı, bekçiliğe başladı
Almanya’daki Deniz Feneri ile ilgili duruşma haberlerini Erdoğan’ın denetimindeki medya verebiliyor mu?
Hayır!
’Dinci medya’ bunları yayınlamaya cesaret edemiyor; çünkü iktidarla göbek bağları var. 1950’lerde böyle gazetelere ’besleme basın’ denirdi.
Deniz Feneri’nin gerçeği ne?
Kanal 7...
Bu kanala kim kol-kanat gerdi; hangi ’yenilikçi’, Erbakan’ı ikna etti?
Erdoğan, başkanlığı döneminde Büyükşehir Belediyesi’nin TV kanalını yandaşları olan Kanal 7’cilere vermedi mi? Altlarına araziyi kimlerin tahsis ettiği unutuldu mu?
Zekeriya Kahraman ve Zahid Akman baştan beri kimin yanındaydı?
Erdoğan’ın yanında AKP’nin ’ışığı’na yönelmediler mi?
’Aksaçlılar’a ihanet edilmedi mi? İlk dönemde Kanal 7’nin Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yürüten, daha sonra FP’ye Genel Başkan olunca ayrılan Recai Kutan (yerine Zekeriya Kahraman getirildi) bugün bu konuda neler düşünüyor acaba?
Bir başka gerçeklerin de ortaya çıkması beklenebilir.
Mübarek ramazanda Tayyip Bey gene sinirlenebilir.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin, bu grubun (Kanal 7) şirketlerine İstanbul Meslek Edindirme Kursları (İSMEK) üzerinden verdiği trilyonluk ihaleler!
Gazeteciliğin gereği olarak haliyle bu haberler daha da gündemde ağırlığını sürdürecek.
Tabii ’işbirlikçiler’in adları ortaya çıktıkça tartışmalar daha da büyüyecektir.
Ve Deniz Feneri’nin Almanya ile Türkiye arasında yürüttüğü bütün yasadışı para işlemlerinde adres AKP’ye ve Erdoğan’ın yakınlarına doğru yöneldikçe bizler daha çok hedef olacağız.
Hani AB’cilerin ’demokratik ve özgür’ basını?
Erdoğan, bu ’karanlık ilişkiler sistemi’nin açığa çıkmasından mı korkuyor?
Deniz Feneri dönüp dolaşıp AKP’yi aydınlatıyor.
Sahi Başbakan, bir yakının söylediği gibi Kocaeli Garnizon Komutanı’nın Kandıra Cezaevi’nde iki paşayı ziyareti nedeniyle mi kendisini tutamadı da bu anlamsız sözleri sarf etti?
Erivan’ı gündemden düşürmek için mi?
Bir söz vardır; keser döner, sap döner, Bağdat’tan hesap döner.
* Yalçın Bayer /Hürriyet


++++++



Paşa paşa yatar mısın Zahid Bey?
Bu arkadaşlar Karagümrük değil de Kasımpaşa ekolünden yetiştikleri için ‘şiir gibi yaşama’ ihtimalleri düşük olabilir
Adı Almanya’daki yolsuzluk iddiasıyla gündemden düşmeyen Deniz Feneri Derneği, Kanal 7 ekranlarında aynı isimle bir yardım programı yapıyordu.
Bu programın yakışıklı sunucusu Uğur Arslan bir de “Karagümrük Yanıyor” başlıklı bir şiir albümü çıkarmış, ününe ün katmıştı...
Albümle aynı ismi taşıyan şiirinde şöye diyordu Arslan:
“Karagümrük yanıyor polis beni arıyor. Karagümrük yanıyor herkes benden biliyor. Ben suçsuzum diyorum kimse beni duymuyor. ”
Şiirin kahramanı olan delikanlı, önce suçunu inkâr ediyor ama sonra Karagümrük raconu aklına geliyor olmalı ki her şeyi itiraf ediyor:
“Şimdi hepiniz merak ediyorsunuz di mi Hakim Bey?
Yaptı mı yapmadı mı diye... Yaptım. Şimdi Hakim Bey: Cezam neyse çekerim. 7 yıl değil 70 yıl bile olsa paşa paşa yatarım. Karagümrüğü yakarım, sonra girer paşa paşa yatarım Hakim Bey...
Paşa paşa yatarım!”
Almanya’daki Deniz Feneri’nin yolsuzluk davasıyla ilgili her haberi okuduğumda aklıma bu şiir geliyor... Özellikle de RTÜK Başkanı Zahid Akman!
Günlerdir bu davayla ilgisinin olmadığını söyledi. Yasa dışı toplanan yardımların Türkiye’ye getirilmesinde kuryelik etmediğini... Almanya’ya girişinin yasaklanmadığını açıkladı... Bu haberleri yazanları da dava açmakla tehdit etti... Ama dün hakkında Alman mahkemelerinin verdiği gözaltı kararının belgesi ortaya çıktı!
Bakalım Akman ve iddianamede adı geçen diğer çooook mühim şahsiyetler de şiirdeki Karagümrüklü delikanlı kadar yürekli çıkacaklar mı?
Bakalım onlar da...
“Girer paşa paşa yatarım Hakim Bey... Paşa paşa yatarım!”
Diyebilecekler mi?
Gerçek hayatla şiir, bakalım bir kez olsun örtüşecek mi?
* Mustafa Mutlu /Vatan


++++++



BİR TAVSİYE
Tuncay’ı transfer edin
Kapatma davasında Başsavcı’yı yerden yere vuran... Ergenekon iddianamesini vesile edip muhalefeti sindirmeye çalışan karşı mahalle medyası yine faaliyete geçti. Diyorlar ki, “İtirafçı muteber değil”.
Mesele buysa, rica etsinler Ergenekon Savcısı’ndan...
Mülteci haham Tuncay Güney’in ifadesine başvurulsun. Deniz Feneri ile ilgili en sağlam (!) bilgiler/belgeler temin edilsin. MİT üzerinden geçirilip Ergenekon dosyasına konulsun. Ergenekon ve Deniz Feneri davaları birleştirilip İstanbul’da görülsün, Almanlar avucunu yalasın.
* Enis Berberoğlu / Hürriyet


++++++



Okyanus feneri lazım bunlara...
Yılmaz Özdil Deniz Feneri Derneği merkezli dolandırıcılık iddiaları yorumlanırken kullanılan ifadeleri eleştirmiş. ’Dolandıran suçlu da, dolandırılanın hiç mi suçu yok’ diye soruyor.
Derneğin “Dindar insanlarımızı kandırarak...”, “Temiz duyguları kandırarak...”, “Hassas yürekleri kandırarak...”, “Vicdanlı insanlarımızı kandırarak...”, “Saf Anadolu insanını kandırarak...” topladığı bağışları menfaate dönüştürmesi kınanıyor ya...
“Para kaptıranlar”a bu kadar yanmayın’ diyor Özdil. “Bu dünyada her türlü katakulliye rıza gösterip, öbür dünyayı makbuz karşılığı satın almaya kalkan... Kaç euroysa ödeyip, cennette tapu kapmaya çalışan Şark kurnazı” olarak tanımlıyor Deniz Feneri mağdurlarını.
Bu kadarı çok acımasızca olabilir. Gerçekten iki garibana yardım eli uzattığını düşünen “saf” insanlarımız vardır aralarında. Ama Özdil’in aşağıdaki isyanına hak vermemek de zor: “Gariban şehit çocuklarının yırtık pırtık çoraplarla gezdiği bir ülkede, Mehmetçik Vakfı dururken, Tanzanya’daki yoksullara iftar vermeye çalışıyorsa ” vicdan sahibi “ Anadolu insanı... Bırakın dolandırsınlar kardeşim!
Sevaptır.”


++++++



Günün Sözü
İhalelere fesat karıştırmak saçı bitmedik yetimlerin hakkını yemek demektir. Allah zalimleri sevmez.
* Mehmet Şevket Eygi


++++++


MİNİ YORUM
3 puanı aldık, gerisi laf (!)
Ermenistan gezisinin sonucu, 2010’a uzanan ilk maçtan 3 puanla ayrılmamız oldu. Gerisi laf... Gazetelere bakarsanız makus talihimizi yendik(!) Soykırım anıtının ışıkları söndürüldü, pek duygulu bir ‘sarı gelin’ resitali sunuldu. İkili görüşmede sözde soykırım anılmadı vb. Ya diğer Ermenistan: İstiklal marşımız ıslıklandı. Gül protestocular arasında yol aldı. Maçı kurşun geçirmez kabinde izledi. Ahmet Cevat’ın Çırpınırdı Karadeniz’ine Ermeni tavernacılar el koydu... Toprak bütünlüğümüz ve soykırımcı olmadığımız vurgulanamayacaksa o görüşme neden yapıldı? 3 puanı biz aldık, daha fazlasını isteme hakkını onlara bıraktık. Gerisi hikâye.
* Selcan Taşçı

Yazarın Diğer Yazıları