Çok kültürcülük: Kolonyalist mirasın emperyalist kullanımı
Cok kültürlülük Batı Avrupa kolonyalizminin bir ürünüdür. 16. Yüzyıldan itibaren Avrupa dışındaki ülkeleri kolonileştirmeye başlayan B. Avrupa ulusları 20. Yüzyılda kolonyalizmin tasfiyesi sürecinde eski kolonilerinin bir çok mensubunun da kolonyalist ülkeye kendileri ile birlikte döndüğünü görmüşlerdir. Kolonilerde Avrupalılaşan bu insanlar, Avrupa’daki kolonyalist ülkelerde ise kendi kültürel kimlikleri ile gettolar oluşturmaya başladılar. 20. Yüzyılın son 30 yılında eski kolonilerden B. Avrupa’daki eski kolonici ülkelere ekonomik ve politik nedenler ile göç devam etti. Böylece B. Avrupa’daki Asyalı ve Afrikalı nüfus artışı devam etti.
B. Avrupa’nın bu Asyalı ve Afrikalı nüfus yoğunlaşmasının yarattığı politik ve kültürel sorunlara cevabı “çok kültürcülük” politikası olmuştur. Özetle, çok kültürcülük post-kolonyalist toplumların, yani eski sömürgelerinden göçmen alan toplumların incelenmesinden ortaya çıkarılmış analiz çerçevesidir. Kymlic-ka’nın izahı ile “çokkültürcü model” , asimilasyoncu modele alternatif olarak, ABD, Kanada ve Avustralya gibi, yerli halkların soykırıma uğramasının ardından nüfusu esas olarak göçmenlerle oluşmuş ülkelerde biçimlenmiş ve hâlâ yığınsal göçlere sahne olan ülkelerde göçmenlerin kültürel taleplerini çözmek için ortaya konmuştur.
Batıda post-kolonyal toplumların da dokusunu izah için üretilen çok kültürcülüğün kaynakları şu başlıklar altında toplanabilir.
a) Koloni halklarının mensuplarına dekolonizasyon süreci sonrasında yurttaşlık verilmesi ile sömürgeci anavatanda oluşan eski koloni nüfusu,
b) İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan bölünmeler neticesinde bazı milliyetlerin bir kısım mensubunun farklı ulus devletlerin yurttaşları olmaları,
c) Dünya ticaretindeki gelişme ile ortaya çıkan nüfus akışı,
d) Batı Avrupa’ya 1960’larda başlayan işgücü akımı sonucunda oluşan etnik gruplaşmalar.
B. Avrupa’nın ırkçı geçmişi ve zihniyeti kendisinden farklı olanı tanımlamada çok kültürcülüğü üretmiştir. Çok kültürcülük, farklılıkların kutsanması ve kurumsallaştırılması üzerine kurulu bu yaklaşımdır. Çok kültürcülük, bir yanda üstün ve saf Batı kültürünü öte yanda ise bu kültür ile asla ilişkisi olamayacak Asya ve Afrika kültürlerini varsaymıştır.
Batı çok kısa süre içinde kendi geçmişinin ürünü olan çok kültürcülüğü dünyanın diğer bölgelerindeki etnik nitelikli sorunların çözümü için bir politik araç olarak önermiştir. Böylece çok kültürcülük sadece bir Batı Avrupa ve kısmen Amerikan fenomeni olmaktan çıkarak etnik sorunlar için küresel bir çözüm önerisine dönüşmüştür.
Batı’nın dünyanın geri kalan bölümüne çok kültürcülüğü neden önerdiğini bir batılı entelektüelin bir başka soruya verdiği cevapta bulmak mümkündür. Son yıllarda B. Avrupa’da çok kültürcülüğe karşı alınan sert ve reddedici tavrı eleştiren Manchester Üniversitesi öğretim üyesi Terry Eagleton İngiliz Hükümeti’ni kastederek, “iktidarın çok kültürlülükten rahatsız olmasının nedeni, çeşitliliğin toplumsal düzeni tehdit etmesi değil. Çeşitlilik tehlikeli, çünkü iktidar ve güç farklı yaşam biçimleri üzerinde hâkimiyet kuramaz; iktidar birliğe dayanır, fazla çeşitlilik içermeyen bir kültür iktidarın işlemesini sağlar” demektedir.
Bu tespiti tersinden okursak ve Türkiye dâhil gelişmekte olan ülkelere, Batı tarafından neden “çok kültürcülük kültürü ihraç” edilmeye çalışıldığının cevabını vermiş oluruz. Etnik sorun yaşayan ülkelerde iktidarı zayıflatmak ve ülkenin etnikleşme sürecini güçlendirmek. Böylece kolonyalist bir mirasın emperyalist amaçla kullanıldığı görülmektedir.
Bir Türk akademisyen olan Nuri Bilgin bu konuda “Farkçı yönde iddiaları bulunan Batı dünyası entelektüelleri, çoğu kez sosyal bütünleşme sorunları yaşamayan bir toplumda bireyler arası farklılar konusunda geliştirilen modelleri komünoteler düzeyine aktarmaktadırlar. Bu metodolojik eksiklik bir yana, bunlar başkasının evindeki farkçılığı teşvik etmektedir” demektedir.
Kolonyalist bir mirası emperyalist amaçlarla batı dışındaki toplumların çözümü için öneren Batı dünyası son yıllarda hızla çok kültürcülükten uzaklaşmaya başlamıştır. Hollanda’da bir müslümanın bir hıristiyanı öldürmesi bu ülkenin çok kültürlülük politikalarına son vermesine neden olmuştur. Büyük Britanya çok kültürlülüğü ulusal güvenliği için tehdit olarak görmeye başlamıştır.
Çok kültürcü politikaların karşısına konulması gereken politika ise hakim kültür çevresinde hem hakim kültür ile hem de kendi aralarında etkileşim içinde bir çok kültürün yaşayabildiği bir kültürel ortamın sağlanmasıdır. Bu yaklaşımın çok kültürcü politikalardan farkı ayrılıkları ve farklılıkları kutsamamasıdır. Ayrılıkları ve farklılıkları geliştirmek değil, bir ulus devletin sınırları içinde yan yana yaşıyan yabancı toplumlar üretmek yerine kendi kültürel özgünlüklerini hakim ve ortak bir kültür ile etkileşim içinde muhafaza eden toplulukların oluşturduğu bir toplumu hedeflemektir. Yeni anayasa yapılırken umarım bu husus göz önünde tutulur.