Çok can yakıcı olacak!
“28 Şubat davası ne Ergenekon’a benzer ne Balyoz’a ne de 27 Nisan’a”
Can Ataklı, eski Turizm Bakanı Bahattin Yücel’in Ertuğrul Özkök’ün şantajı üzerine istifa etmek zorunda kaldığını ima etti. Aydın Doğan “Öyle bir şey varsa Özkök şerefsizdir” dedi. Özkök, “Yaptıysam şerefsizim” deyip Ataklı’nın iddiası ispatlandığı an işleme koyulmak üzere istifa mektubu yayınladı. Yücel, “Yok öyle bir şey” diye neredeyse yemin billah etti.
Peki bu “kavga” nın asıl nedeni neydi? Tek sebep “28 Şubat’la yüzleşme” mi?
İhsan Dağı’nın dün Zaman’da yayınlanan yazısı fikir verebilir belki: “Meseleleri ne o günlerle yüzleşmek ne de gerçekleri kamuoyu ile paylaşmak. İtiraf ve iftira için sıraya girenlerin derdi, dünün 28 Şubat mağdurları olan bugünün iktidar sahiplerinin gözlerine girmek; ‘ben yapmadım o yaptı’ deme sırasındalar...
Özel yetkili savcılık 28 Şubat’ı soruşturmayı sürdürüyor. Her kurumdan belgeler toplanıyor, suç duyuruları kabarıyor, savcılık tarafından birleştiriliyor.
Bu iş ciddi. Ne Ergenekon soruşturmasına benzer, ne Balyoz davasına ve hatta 27 Nisan’ın yargılanmasına... 28 Şubat, fiilî bir darbenin adı; darbe yapıldı, hükümet devrildi, gazeteciler andıçlanarak işlerinden atıldı, bazı şirketler batırıldı, bazıları da ihya edildi, siyasî partiler dağıtıldı, yenileri kurgulandı... 28 Şubat’la ilgili ne bir ‘darbe hazırlığı iddiası’ var, ne de ‘darbeye zemin hazırlayıcı faaliyet suçlaması’; o darbenin ta kendisi... Dolayısıyla bu dava şimdiye kadarki bütün davalardan daha sağlam, daha somut ve sorumlular için muhtemelen daha can yakıcı olacak.
Yargı süreciyle birlikte panik başladı. Çünkü bu işin içinde olanlar biliyorlar ki ‘eylem ve sorumluluk’ net, kaçış yok. Özenli, dikkatli ve temiz bir soruşturma ve yargılama olmalı. Ben diyorum ki, ne Ergenekon, ne Balyoz, ne 27 Nisan; Türkiye’nin temizlenmesi için asıl dönüm noktası 28 Şubat davası olacak.”
***
Pabucun “pahalı” olması bir yana, “son otuz yılın egemen medya güçlerinin tasfiyesi” anlamına da gelen 28 Şubat soruşturması “muhalifleri susturarak” biata zorlanan medyanın tamamen teslim alınmasını sağlayacak! Baksanıza anahtar teslim yarışı şimdiden başladı...
Birand’a 12 Eylül’ü neden sormadın
SEVGİLİ AHMET HAKAN 28 Şubat’ı yargılıyorsunuz. Çok güzel. Elbette konuşulmalı, geçmişten dersler çıkarılmalı.
Ama senden Mehmet Ali Birand’a da şu soruyu sormanı beklerdim. “Mehmet Ali Bey; Siz 12 Eylül’ün de belgeselini yaptınız. Orada basından ve gazetecilerden hiç söz etmediniz. Acaba neden? Siz ki, 12 Eylül üzerine kitap da yazdınız. 12 Eylüle giden günlerdeki gazetelerin manşetlerinden, darbe öncesi ve sonrası yazılan yazılardan tek kelime yok. Orada yok da 28 Şubat’ta gazetecilere bu kadar rağbet niye? 12 Eylül öncesi ve sonrası gazetecilerin hiç mi hatası yoktu?”
Tabii bir de 28 Şubat kararlarının ve uygulama kararlarının altındaki “ıslak imzaların” kime ait olduğunu tartışmaya açmanızı beklerdim.
SEVGİLİ BİRAND Sen ki, andıç mağdurusun; sen ki, o günlerde kendini ve ailenin çektiklerini haklı olarak dile getiriyorsun ve haklısın. Senin gözünün önünde bana, birinci değil, ikinci değil, üçüncü kişinin ağzından bu iftira atılıyor.
Orada en çok senden anlayış beklerdim. Ben senin çektiklerini çok iyi anladım. Umarım bir gün sen de benimkileri daha iyi anlarsın.
Ertuğrul Özkök / Hürriyet
Kin torbası Meclis’te
Masum ve mağdur tanımı öylesine dal budak saldı.
Milet Meclisi kürsüsünde Yunan ordusunu halife ordusuna benzeten, Kuvayı Milliyecilere “haydut” diyeni, elinde Kuran’ı, ağzında ulusal savaş karşıtı salyalar, başı sarıklı bir hoca bile “mazlum ve masum bir Müslüman” diye övülüyor. Kin torbası Meclis’e taşındı bir kere.
Atatürk’e hakaret edecekler, vesile arıyorlar. Üç buçuk kitap okumuşlar. Ulusal Meclis’in kürsüsünden, cumhuriyetin bütün değerlerine ve ulusal savaşın, bağımsızlığın önderi Atatürk’e de her fırsatta saldırıyorlar.
CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce’nin, “terörist kontenjanından” Meclis’e gelen milletvekili dediği kişi bir örnek.
Ulus kürsüsünden, ulusal savaş verenlerden haydut diye söz eden, “Kemalizm diktatörlüğünün katlettiği on binlerce insandan sadece biridir” diye övdüğü başı sarıklı hocayı savunuyor.
Binlerce masum insanı öldüren, öldürmeye devam eden terörist şebekesine bağımsızlık için savaşan gerilla diyenlerin, ihaneti sabit olduğu için 1926’da idam edilen İskilipli Atıf Hoca’ya sahip çıkmasını, elbette olağan karşılamalı.
***
İkiyüzlülük; masum ve mağdur maskesi altında Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki koltukları ve kürsüyü işgal etti...
Ulusal değerlere saldıran yoldaşı tepkiyle karşılaşınca, içlerinde kâğıttan kaplan biri, kürsüye fırlıyor.
“Burada her şey konuşulacak” diye ulusal bilinen her şeye saldıranları savunan, hukuksal her değere saldıracaklarını ilan eden bir konuşma yaparak bu yargıyı kanıtlıyor...
Cüneyt Arcayürek / Cumhuriyet
Tezkereyi reddin ağır bedeli
Eğer tezkere geçseydi ABD’nin Irak’ta işlediği bütün cinayetlere ortak olacaktık...
Bakınız tezkerenin reddinden sonra 18 Nisan 2003’te ABD Büyükelçisi Pearson’un Washington’a gönderdiği “GİZLİ” ibareli telgrafta neler söyleniyor:
“... İrtibatta olduğumuz kişiler, Türk devlet sistemi üzerindeki mevcut askerî hâkimiyette köklü değişiklikler olması kadar, ABD - Türkiye ilişkisinin yeniden dinamizm kazanmasının da, hem katı muhafazakârların istifasını hem de özellikle modern, ileri görüşlü yeni bir subay kadrosunun yetişmesini gerektireceğini tahmin ediyorlar.”
Askeri hâkimiyette (AKP buna vesayet diyor) köklü değişiklik... Yeni bir subay kadrosunun yetişmesi... Son yıllarda bu iki yönde çarpıcı gelişmeler izleniyor.. General kadroları budanıyor... TSK iktidarla uyumlu bir yapıya büründürülüyor. Verilen emri sorgulamadan uygulayacak bir ordu inşa ediliyor. Dikkat buyrun... Türkiye Ortadoğu bataklığına itilirken bugün artık ses seda çıkmıyor.
Melih Aşık / Milliyet
Behiç Kılıç, Altan Tan’ın maskesini böyle düşürmüştü
Altan Tan’ın derdi şu; “Devlet, İskilipli Atıf’ın itibarını iade etsin hatta özür dilesin!..”
Oysa konu “özür” meselesiyse Altan gibilerin şöyle bir kenarda durması lazım!.. Çünkü geçen yıl yaşamını yitiren Yeniçağ yazarı Behiç Kılıç, Tan’daki müthiş dönüşümü gözler önüne sermişti!
Kılıç’ın 9 Haziran 2011’de yayımlanan “BDP adayından dün dündür siyaseti” başlıklı köşesinde; Tan’ın 2009’da çıkan “Kürt Sorunu, Ya Tam Kardeşlik Ya Hep Birlikte Kölelik” adlı kitabında yazıklarına dikkat çekmişti...
Altan Tan, 2009 yılında yapılan bir röportajda ise kendi partisini yerden yere vurmuş:
“DTP, PKK’nın ipoteğindedir. PKK ve statükonun, Kürt meselesi üzerinde militarist ve askeri bir vesayetin kurulmasını istemektedir. DTP’nin ortaya koyduğu politika Türkiye’nin demokratikleşmesine değil, militaristleşmesine hizmet etmektedir.”
Merak ediyorum; Altan Tan bu çelişkileri karşısında acaba “dün dündür bugün bugündür” mü diyecek? Eğer öyleyse ha bre Kemalizme saldırmasının manası ne peki!
Mehmet Faraç / Aydınlık
Tutuklu gazetecilere destek yürüyüşü...
Ümraniye Davası sanıklarından gazeteci Mustafa Balbay’ın tutukluluk süresi 3 yılı geçti, Tuncay Özkan’ın da 3 yıl olmak üzere. İki gazetecide “tek kişilik hücrede” yani “tecrit koşullarında” 1 yılı geride bıraktılar.
Hem Balbay ve Özkan, hem diğer tutuklu gazeteciler, hem de basın özgürlüğü için bir yürüyüş var bugün. Saat 13.00’de Galatasaray Lisesi’nden başlayacak, Taksim Meydanı’nda noktalanacak...
Başbakan’ın karakutusu Star’da
Tayyip Erdoğan cephesinin nabzını tutmak isteyenler için Yeni Şafak’ın Yasin Doğan müstear adıyla yayımladığı yazılar önemli açık istihbarat kaynaklarıydı. Çünkü o yazıların gerçek sahibi Başbakan’ın kara kutusu olarak tanımlanan, danışmanı ve AKP Milletvekili Yalçın Akdoğan’dı. Karakutu açıldı; Akdoğan artık Star’da -adını gizlemeden- yazıyor. MİT krizine gönderme yaptığı ilk yazısı da hayli manidar:
“Birileri işin önünü arkasını düşünmeden veya bir kısım manipülasyonlarla yanlışlar zincirini başlatabilirler, bunun peşine takılmak basiretli bir davranış olamaz. Bir delikten iki defa sokulmamak gibi her oltaya kafa uzatmamak da anlamlıdır.”