Çocuktum, Ülkücüydüm
İşkenceden geçip işkencecisini merak eden, işkence sonrasında ihtilam olduğunda erkekliği duruyor diye mutlu olan bir kuşak... Bekleyişinin rengini, beyninde yaşadığı depremler ve benliğini kasırga gibi sarsan duygusal infiallere bırakan sevdalılar... Hapishaneden çıkıp Karabağ’a gidenler, hapishaneden çıkıp çek-senet tahsiline gidenler... “Ey Ulu Gökalp, Yüce Akçura, Bilge Ağaoğlu” diyenlere inat, “en bedava kimlik” haline geldiği için milliyetçi olan yumurta topuklular... İnsan akınını işleme kapasitesi ve dönüştürme becerisi sınırlı teşkilatlar... 1980 sonrasında, milliyetçiliğe musallat olan liberalizm ve dincilik virüsleri. Seksen sonrası, liberalizmi bir kurtuluş gibi gören eski ülkücülerin arayışları, kahırları, geçmişe veryansın ederek geleceği kurtarma yanılgıları... İdeolojik sarsılmalar, kaymalar, tartışmalar, bütün bunların yol açtığı açmazlar, çıkmazlar, bunalımlar... Şuuru, şuuraltıyla geç tanışanlar, hiç tanışmayanlar, dava kadar hayatın da değerli olduğunun bilincinde olmayanlar... Ayrılan nizamcılar, kalan âlemciler...
Hangi ülkücü ve hangi ülkü? Ülkü birdi de; algılama, anlayış, biçim mi farklıydı? Herkes kendi türküsünü der gibi kendi ülküsünü yazıp yaşayıp, dayatıp oynuyor muydu yoksa?
Bu soruları kaç kişi sordu içinden, bunu bilmiyorum, dışından soranaysa pek az rastladık, sorunca da Arif Nihat Üstad’ın deyimiyle “Lügatlardan çıkardılar niçini, dediler nene lazım.”
Bu çetin ve netameli soruları bir yazar sorabilirdi yüreklice ve de hakkıyla. O yazar vardır, bulunmuştur, gözümüz aydın. Adı: Faruk Kurtbaş. Son yıllarda kana kana, doya doya içerek ve “aziz ol, aziz ol, aziz ol” diyerek okuduğum en güzel romanda soruyor bu çetin ve netameli soruları, yanıtlarını da veriyor kapsamlıca, derince, yolunca, kimi kez aykırıca, alaylıca ve sertçe. Romanın adı “Çocuktum Ülkücüydüm”, Tibyan Yayıncılık tarafından yayımlanmış.
Soran, yoran, vuran bir beyin Faruk Kurtbaş, çevresiyle ve kendisiyle hesabı bitecek gibi değil, her yargısı yeni bir dava doğuruyor. Çözümlemelerinde tarihe başvuruyor sık sık, bu durum çözümlemelerini temelli ve dayanaklı kılıyor. “Eski Ülkücü yeni Jöntürk Cemal” diye tanış ettiği kahramanı, bir ideal ve idol arayışının zorunlu sonu gibi.
Benim ana memleketimden Kurtbaş, Karslı. Ülkemizin şaka ve nükte deposu, tatlı şive kovanı illerimizden olan Kars’ın yöre ağzını ustalıkla yedirip yerleştiriyor satırlarına. Belleğine depoladığı fıkralık olayları iyi karikatürize ediyor, günle bağlantısını kurup iğneliyor, dalga geçiyor, gediğine koyuyor taşı. Olayları ayrıntı kaçırmadan veriyor, insanları kameradan daha net ve de ruhlarıyla betimliyor. Vurgunların vurgun yediği, karaborsa platonik aşklar yanında, tensel doyumların getirdiği doyumsuzlukları gülmece de katarak sergiliyor, sorguluyor.
Faruk Kurtbaş’ı yürekten kutluyorum, kitabını mutlaka okumanızı diliyorum, istiyorum.
Birkaç da olumsuz eleştirim var, onlarla bitireyim: 65. sayfada “ilim-bilim” denmiş, eşanlamlı iki sözcük gereksiz yere bir araya getirilmiş. 8. sayfada “diyerkâmlık” sözcüğünün yerine neden “özgecil” dememiş, şaşırdım ve üzüldüm, daha Türkçe ve Karslıca olurdu. 188. sayfadaki “tebeddül” sözcüğünün yerine de “dönüşüm” ya da “değişim” denebilirdi.