Çocuk olsam hesap sorardım!
Saflarımızı, tavırlarımızı belirlerken önce şöyle bir “tehdit ne” diye göz gezdiriyoruz ya çevremize;
Bu tarafın, bu kararın doğru olduğuna kanaat getirirken ölçüm ne, neye göre?
Baktım, yazmaya başladığımdan bu yana, bu ülke;
Neo-mütareke basını...
Neo-Ali Kemal’ler...
Neo-Prens Sabahattin’ler...
Neo-Mustafa Sabri’ler...
Neo-Dürrizade’ler...
Neo-Şeyh Said’ler, Anzavur’lar, Derviş Mehmet’ler...
Neo-Nemrut Mustafa’lar ve dahasının kuşatması altında olunca, haliyle ben de her 23 Nisan’da “egemenlik” vurgusu yapmışım; ille de “Hakimiyet-i Milliye”ye atıfla yazmışım.
***
Çocuk olsam hesap sorardım:
- Hani ben? Alacaklıyım senden!
***
Yok yok; “Dünya Barış Günü” gibi, “Anneler Günü” gibi, “Sigarayı Bırakma Günü” gibi, “Sevgililer Günü” gibi bugünü de tescilletelim, patentlenelim “Dünya Çocuk Günü” olsun türü “iç boşaltıcı” söylemlerle arzı endam eden “tamamen duygusal(!)”, “kapitalist” girişimcilerin ekmeğine yağ sürmeyeceğim.
23 Nisan, elbette alışveriş merkezlerinin “vitrin süsü” haline gelmesin...
23 Nisan, zaten “egemen devlet” gibi “aşılmaz” bir hediyeye sahip olan Türk çocukları için, sevincin “I-pad”lerle, “PS”lerle, “Winx kanatları”yla filan formüle edildiği bir güne dönüşmesin elbette...
Ama bugün “TBMM”ye de hapsedilmesin...
Ama bugün “ümmet” - “millet” kutuplaştırmasıyla da değersizleştirilmesin...
Bugünün “her şeyden” önemli özelliği, Türk çocuklarına kendilerini “birer Türk bayrağı” gibi hissettiren “niteliği”, törpülenmesin...
Birçok kurum, birçok yapı, oluşum, mihrak;
Siyasi iktidar, Cumhuriyet’le “100 yıllık hesaplaşması” olanlar, Atatürk’ü “deccal” sayanlar... Dedim ya birçok kesim kalkışabilir buna ama “Türk kimliği”ne sahip çıkmak boynunun borcu olanlar yapmasın ya!
Bu milletin evlatlarını “Türklük gurur ve şuuruyla” yetiştirmeye andı olanlar, AKP’yle “muhafazakârlık”, “dindarlık” yarıştırma sevdasına, düşmesinler işte bu tuzağa!
Gelmesinler “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” ile “Kutlu Doğum Haftası”nı birbirinin “rakibi” haline getirme tezgahına!
“Kuran-ı Kerim Tilaveti” yarışması mı düzenleyeceksin; bu milletin evlatlarını “İslam ahlak ve fazileti”yle donatmayı da misyon edinmişsin madem, düzenle; kim itiraz edebilir buna.
En “Kutlu Doğum”un hatırasına, Mevlid Kandili’nde düzenle...
Kuran-ı Kerim’in vahyedildiği, “bin aydan hayırlı” Kadir Gecesi’nde düzenle; Allah bilir ama ne sevaplar işlenir hanene!
Ha, o çocuklara iki gün sonra aynı salonda, aynı sahnede en güzel egemenlik şiirlerini de okutacaksan, ellerinde bayrakları marşlarını da söyleteceksen gururla; hiç itirazım yok, Kutlu Doğum Haftası’nda da düzenle...
Ama birini, ötekinin “alternatifi” haline getirme. Bu yapan, bu milleti tam kalbinden bölen, parçalayan çok; senin de tüy dikmene lüzum yok!
Kutlu Doğum Haftası, en nihayetinde, zamanında bir cemaatin girişimiyle başlatılmış, “Mevlid Kandili” kışa denk gelince “ritüel” kısmı hesaplandığı gibi verimli olmuyor diye de Nisan’a “sabitlenmiş”, “sembolik” bir hadise; kaldı ki “iman”ın günü, saati, haftası yok, ezelinden ebedinde yaşıyorsun onu zaten kalbinde.
Ama evladının eline Türk bayrağını tutuşturup “ecdadı”yla tanıştıracağın başka bir gün yok işte; kalmadı, bırakmadılar!
Tekrar söylüyorum; ikisini de kutluyorsun hiç itirazım yok. Ama birini huşu içinde herkesin gözüne soka soka kutlayıp, öbürünü “usulen” geçiştiriyorsan;
Yapma!
Ne olursa olsun varlığını “teminat” gören bu milleti kaygılandırma! Böyle bir “tercih”te bulunma!
Biri bayrağın, diğeri kitabın;
İkisiyle birden varsın;
Biri eksilirse sen de yarımsın; sen de kalmazsın!
Biliyorum; yargısız infaz için ellerini ovuşturan ne çok insan, ne çok çarpıtma tüneli kazıyor şimdi bu yazdıklarımdan;
Kazsın...
Tablo ortada:
Türkiye Cumhuriyeti Devleti okullarında dinlerini mi öğrenemiyorlar Türk çocukları, milliyetlerini mi?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti okullarında peygamberlerini mi tanıyamıyorlar, devletlerinin kurucusunu, milli önderlerini mi?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti okullarında dua mı okuyamıyorlar, andımızı mı?
“Türk’üm” demek mi yasaklandı bu ülkede; “Müslümanım” mı?
Hangi yarısı eksik bırakılıyor o körpe zihinlerin?
Yüreklerinin ne tarafı boş?
Bir darülharp ülkesinde yaşamıyoruz;
Kuran’ı Kerim de, Hz. Muhammed’in Hayatı da resmi müfredatta var; okullarında öğreniyor bunları çocuklar...
Yetersiz mi buluyorsun; her köşe başında Kuran Kursu açıldı, mahalle bakkalından çok artık sayısı...
Alemi sökülen minare var mı?
Ama bir zahmet kaldırırsanız başınızı, fark edersiniz; gönderlerimizde Türk bayrağı kalmadı!
Kimse “Hz. İsa mı, Hz. Muhammed mi” diye sormuyor çocuklarınıza;
Ama “Erdoğan mı, Atatürk mü” diye soruyorlar!
***
Geçen -bunu belirtmek ihtiyacı duymak bile utanç verici ama- beş vakit namazında niyazında, eşinin başı örtülü bir arkadaşımla konuşuyoruz, “Benim annem, eğitimi olmayan, cahil bir kadındı” dedi;
“Ama kendimi bildim bileli, her 23 Nisan’da, bir bayrak aldı, elime verdi, beni törenlere götürdü, izletti; bana ‘Türklük’ mayasının çalındığı yer o törenlerdi...”
Şimdi o mayayı nerede çalacaksınız;
Çalındı!
Sen de “hırsız”a uyarsan, biraz da sen çocukların şuurundan eksiltip, hırsızın heybesine koyarsan, ne olur bu memleketin hali, hiç aklına getirdin mi?
“Dinciliğin” var, ama “kimliksizleştirme” diye bir önşartı yok dindarlığın!
Sorun atanız, dedeniz, “arifleri” bu ülkenin anlatsın!
Ya da gezin Antep’in “kurşun yaralı” camilerini, ibret olur belki;
Bayrağı dalgalanmıyorsa bir ülkenin; an meselesidir ezanının da dinmesi!