Çocuğunuza mukayyet olun terörist olabilir
Çocuğunuza mukayyet olun terörist olabilir
Öyle bir ülke ki, Genelkurmay Başkanı da terör örgütüne üyelikten yargılanıyor, KESK duruşmalarını takip eden kadınlar da, siyasi eğitim veren sendikacılar da, parasız eğitim için pankart açan öğrenciler de...
ODTÜ’lüler bu yılki mezuniyet töreninde “Sağlam kafa, sağlam cezaevinde” , “Tebrikler çocuğunuz Sincan F-Tipi’ni kazandı” gibi pankartlarla yürüdü.
Türkiye, teröristi rakısından meşhur bir ülke haline geldi.
Şaka diye söylemiyorum:
Bir araştırmaya göre dünyayı kasıp kavuran 11 Eylül’den bu yana geçen 11 yılda dünyada toplam 35 bin kişi terör suçundan hüküm giymiş.
Bunların 12 bini Türkiye’deymiş.
Yani dünyadaki her 3 teröristten 1’ini biz yetiştirmişiz.
Bu skorla, “terörist yetiştiren ülkeler” sıralamasında Çin’i sollayarak 1 numaraya oturuyormuşuz.
Düşünün ki, daha mahkumiyet bekleyen tutuklular bu hesaba dahil değil.
Terörist adaylarını da katarsak (İlker Başbuğ’dan Büşra Ersanlı’ya, Mustafa Balbay’dan Hopa protestocularına kadar genişleyen) liste, terörist istihsalinde dünya toplamını aşar tahminimce...
***
Bu şöhreti hakikaten altyapıdan yetişen teröristlere mi borçluyuz; yoksa elindeki “terörist” damgasını her iddianameye fütursuzca basan iktidardaki zihniyete mi?
Ben, ikincisi olduğuna inanıyorum.
Asıl “terör eylemi” de budur:
Fikrini beğenmediğin her muhalifi “terörist” diye içeri tıkmanın adı, “devlet terörü” dür.
Asıl mesele, bununla nasıl baş edeceğimizdir.
Aslında iyi bir yol var:
Bu korku iklimini yaratanların ana babalarını tek tek arayıp “Çocuğunuza mukayyet olun, devlet terörüne bulaşıyor” desek...
İşe yarıyor mu görsek...
Can Dündar / Milliyet
Balyoz sanıklarına özür borcumuz var
Bak ne diyor savcı Mehmet Berk:
- Bu dava hayatımızı allak bullak etti. Ben Balyoz davasında da çalıştım. Şike davasını açtığımız zaman bunun da Balyoz gibi, 3-4 ay konuşulup biteceğini sandık. Ama yanılmışız, bunun böyle bir noktaya geleceğini hiç tahmin etmedik.
Bu açıklama bir itiraftır.
İtiraftır, çünkü Balyoz davasının bu kadar rahat hukuk kurallarına aykırı cereyan edebilmesinin nedeninin toplumun tepki yetersizliği olduğunu ikrar ediyor.
Savcının açıklamasından anlıyoruz ki, öyle olmasaydı eğer, böyle de olmayabilecekti.
***
Savcının açıklamaları, Türkiye’deki demokrasi ve hukuk devleti yokluğundan asıl kimlerin sorumlu tutulması gerektiğini gösteren bir ithamdır aynı zamanda.
Demek ki Fenerbahçelilerin, Aziz Yıldırım’ın tutuklanmasına gösterdikleri tepki gibi güçlü bir tepki Balyoz davasında da olmuş olsaydı, işler bu noktaya varamayacaktı.
Bu suçlama hepimize yöneliktir.
Demek ki, insanlarımız çeşitli nedenlerle Balyoz davasına yeterli tepkiyi gösterememişlerdir.
Demek ki, basın Balyoz davasını çevresindeki yalanlardan ayıklayarak, kamuoyunu yeterince aydınlatamamıştır.
Biliyoruz ki, medyanın bir bölümü burada zaten tetikçi rolünü üstlenmiştir.
Ama kalanlar, yani bizler de suçluyuz demek ki.
Daha çok üstüne gitmeliymişiz konunun, gerekirse her gün yazmalıymışız.
Şu ya da bu şekilde, yeterince destek olamamışız, o hakları çiğnenen insanlara.
Oysa çiğnenen, bizim demokrasimiz, bizim haklarımızdı aynı zamanda.
Ali Sirmen / Cumhuriyet
Gül gibi rektör...
Gazi Üniversitesi’ndeki rektör adayı seçiminde oylar şöyle sıralanmıştı:
“Prof. Ayşe Dursun 511, Prof. Derviş Yılmaz 495, Prof. Peyami Cinaz 254, Prof. Aydın Karapınar 194, Prof. Süleyman Büyükberber 188 ve Prof. Sacit Turanlı 98...”
YÖK beşinci sıradaki Prof. Süleyman Büyükberber’i üçüncü sıraya yükseltti.
Cumhurbaşkanı da Büyükberber’i birinci sıraya yükseltip rektör atadı...
Seçimde tüm oyların yüzde 10’unu alan Prof. Büyükberber rektör oldu.
Cumhurbaşkanı Gül acaba Büyükberber’de nasıl bir cevher buldu? Acaba bu cevheri neden üniversitenin yüzde 90’ı göremedi?
Melih Aşık / Milliyet
“Özgürlüğün bedelini ödedim. Rövanş istemiyorum. İntikam almak istediğim tek şey var ise bu rövanş duygusudur.”
Mustafa Balbay / Radikal (Ömer Şahin röportajı)
Davutoğlu’nun infilak ederek dağılması
Sayın Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu “Suriye Halkının Dostları” toplantısına katılmak üzere kendisini Paris ’e götüren uçakta “adeta patlamış” .
“Patlamak” ifadesini tırnak içinde kullandım çünkü bana değil, Paris uçağında ağırladığı gazetecilerden Aslı Aydıntaşbaş’a ait.
Geçen cuma Milliyet’teki köşesinde yazdı: “(Bazı solcu, liberal ve hatta İslamcı aydınların) Baas zulmünü eleştirmek yerine eleştiri oklarını hükümete yöneltmesinden bunalan Davutoğlu, bir de üstüne Cumhuriyet gazetesinin Beşar Esad’la günlerdir süren röportajı gelince, uçakta adeta patladı”.
Yazıyı okuyunca Davutoğlu’nun kontrolsüz patlayarak entelektüel tutarlılığını nasıl yitirdiğini görüyorsunuz.
Sayın Bakan, kendisini tenkit edenlerin, insanlık onuru ve özgürlük gibi evrensel ilkeleri savunmadığını iddia edebilmiş.
(...)
Sayın Davutoğlu “rahat uyuyorum” diyor; ben ise şaşıyorum.
(...)
Davutoğlu’nun ülkemizi büyük badirelere sürükleme riskini gittikçe büyüten dış politikasını eleştirenleri, “vatanperver olmamakla” suçlaması büyük haksızlıktır, vicdansızlıktır.
Sorun “vatan” ın kimliği üzerindeki anlaşmazlıktan kaynaklanıyor.
Özgürlükçü, demokratik, çoğulcu, eşitlikçi ve laik bir vatanın perveri olunca ne rahat uyumak mümkün, ne de Davutoğlu dış politikasının peşine takılmak.
Kadri Gürsel / Milliyet
Hillary Clinton’ın asıl derdi!
ABD’nin “şahin” Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Suriye konusunda konferansta, Devlet Başkanı Beşşar Esad rejimini destekledikleri için Rusya’nın ve Çin’in bir bedel ödemeleri gerektiğini söyledi...
Bu tür açıklamaların yaratacağı gerginliklerin bedelini her durumda halklar öder!
Çünkü sonuçta savaş çıkmasa bile, soğuk savaş rüzgarları eser...
Bu da “daha fazla silahlanma” demektir...
Yani; eğitime, sağlığa, hizmete harcanacak paraların, silah baronlarına aktarılması sonucunu doğurur!
Eeee; dünyadaki en büyük silah üreticileri de ABD’de olduğuna göre, Hillary yengenin kime ve hangi amaca hizmet ettiği ortada...
Mustafa Mutlu / Vatan
Prof. Dr. İlber Ortaylı’dan çarpıcı tespit:
“Tarih Vakfı” tarihi bilmiyor!
- Darphane binalarında Tarih Vakfı ile karşı karşıya geldiniz...
Bu Tarih Vakfı benim için çok büyük sorun oldu. Beklemiyordum bunu. Ben de vakfın kurucularındanım, Nazan Ölçer de kurucusudur. Bu arkadaşlar her şeyi bildiklerini sanıyorlar, hiçbir şeyi bilmiyorlar, İstanbul’u da bilmiyorlar, müze de bilmiyorlar. Biz orayı doğrudan doğruya Topkapı Sarayı’nın atölyeleri olarak kullanacaktık. Bugün ise sağda solda barakalar kuruluyor artık atölye diye. (...) Gene aynı şekilde Sultanahmet’teki binaların sorumlu sorumsuz otel olarak verilmesine fevkalade karşıyım, gereği yok. Babıâli’nin arkasındaki arşivi üniversiteye vermek devlet veya vakıf hiç ilgilendirmez lüzumsuz bir şeydir. Yani büyükannemizi bronşunu 12 yaşındaki çocuğa takmamız gibi bir şeydir. Hiçbir toplumun böyle bir lüksü yoktur. Babıâli’yi bir üniversiteye terk etmek hiçbir şekilde akıllı bir seçim değildir. Onun fonksiyonu bellidir.
İstenmediğim yerde kalmam
- Siz mi ayrılıyorsunuz, siyasi bir karar mı yoksa 65 yaş sınırı mı?
65 yaş sınırı benim için kriter değil. Ben üniversiteden kadroluyum. Burada üniversiteden kadrolu başka arkadaşlar da var. Biz 67’ye kadar memuruz. Kontrat her sene uzatılıyor. Ben artık bıktım, anlaşılan bakanlık da bıktı benden. Onun için ben gidiyorum.
- Bu siyasi bir tercih mi?
İstenmemişim, bu kadar basit. (...) Tercih edilmediğim için kalamam.
İlber Ortaylı / Radikal (Ömer Erbil röportajı)
O gazeteleri de sel bastı
Siz selin sadece Samsun’daki TOKİ konutlarını mı bastığını sanıyorsunuz?
Yanılıyorsunuz.
Aynı sel, şu meşhur Yandaş Medya var ya; onu da bastı.
Haberleri vıcık vıcık oldu; gazeteleri çamurlaştırdı.
Vallahi de billahi de Samsun’daki TOKİ faciasının haberini onlardan okurken gazeteciliğimden utandım.
İktidarı korumak adına haberler bu kadar mı bozulur; bu kadar mı çarpıtılır?
Hadi bunu siyasi olaylarda yapıyorsunuz; bari dere yatağına bina yapıp ona bir de olmayan kapıcı dairesini ekleyen; burada insanların boğulmasına yol açan TOKİ’nin yanlışına da bir vurgu yapın.
Ne gezer? İşi, doğal felakete bağlayıp hükümetin rant politikasının yanlışlığını gizlemeye uğraşıyorlar.
(...)
Yandaş Medya; imar yağmacılığının yarattığı facianın suçlusu olarak adını anmadan melek Mikail’i suçlu ilan etti. Hemen bir özel yetkili savcı yağmur işini idare eden melek Mikail hakkında soruşturma başlatmalıdır. Acaba, melekler de hükümeti güç durumda bırakarak “meşru hükümeti devirmek amacıyla” sel mi düzenlediler?
Savcı Zekeriya Öz’ün bu konudaki fikrini çok merak ediyorum doğrusu?
Rıza Zelyut / Güneş
Ahtapot Paul’den almış:
Esad’ın ne zaman gideceğini biliyorum
Herkesin sorageldiği “Suriye’de ne olacak, Beşşar Esad ne zaman gidecek?” sorusunun cevabını ben de merak ediyorum; ama sizlerden bir farkım var: Ben o sorunun cevabını biliyorum: “ABD ile Rusya anlaşana kadar Suriye’de kan dökülmeye devam edecek; Esad da yeni bir Esad bulunana kadar yerinde kalacak...”
Fehmi Koru / Star
Altan Öymen’in o “yazarcığın”
yanında ne işi var
Şimdi de biri tutturmuş veriştiriyor; “Ulusalcı laik faşistler” diye... Ulusalcılık onlara göre suç! Laiklik de!.. Ama faşistlik böyle saçma sapan suçlamalar yapanlara yakışıyor!.. Faşistlik özgürlüğe, insanlığa, çağdaşlığa karşı olmaktır. Ardından işkenceler, acılar, cinayetler, kıyımlar gelir... İktidarın koyu destekçilerinin, daha doğrusu goygoycularının beş on lira daha kazanmak için yapmayacakları yoktur. Paralar gelsin, iktidar bizi kucaklasın!.. Bazı hanım yazarlar var. Daha doğrusu yazarcıklar!.. Dediğimde anımsadım, epey zaman önce bir hanım gazeteci körü körüne Cumhuriyet devrimlerini, atılımlarını kötülediğinde ona “yazarcık” adını vermiştim. Ama İlhan Selçuk daha ileri gitmişti bir yazısında. Açık oturumlarda baş köşedeler... Hatta Altan Öymen gibi ustaların da katıldığı dörtlü konuşmalarda hangi çizgide olduklarını göstermekten çekinmiyorlar! Benim anlamadığım, koskoca Altan Öymen’in bu tür toplantılara, TV’lere nasıl çıktığıdır...
Oktay Akbal / Cumhuriyet