"Çocuğunuz bir cinayet işlese"
Etiler’de, 18 yaşındaki Münevver Karabulut’un sevgilisi tarafından öldürülüp parçalandıktan sonra çöpe atılmasının ardından HaberTürk, “Çocuğunuz cinayet işlese ne yapardınız? Onu saklar mıydınız?” diye sormuş.
Soru, milletvekillerine yöneltilseydi, alınacak cevap kahir ekseriyetle, “Asla yardım etmez, delilleri karartmaz, hemen polisi arardım” olurdu. Kamuoyu önünde aksini söylemeleri mümkün mü?
O zaman ikinci soru devreye girerdi:
“- İyi de, partililerinizin yolsuzluklarına şahit oluyor, liderlerinizin yanlışlıklarını görüyorsunuz, peki niye kendi içinizdeki adaletsizlikleri cumhuriyet savcılıklarına aksettirmiyor, aksine, örtmek için çalışıyorsunuz?. Ve niye liderinizin yanlışını düzeltmek için, en azından, ’Şöyle söylemeseniz daha iyi olur’demiyor, diyemiyorsunuz?”
Milletvekilliğinden olmamak için mi?
O zaman üçüncü bir soru akla gelirdi:
“- Milletvekilliğinden olmamak için adaletin tecellisine engel olanlar, çocuğunu cezaevinden kurtarmak için adalete müracaat ediyorlarsa, bunun anlamı, ben vekilliği çocuğumdan fazla seviyor, önemsiyorum, değil midir?”
Dememiz şu.. İki tip insan vardır. Birinciler, nerede haksızlık görürse görsün, kendisi için neye mal olacağını hesap etmeden müdahale eder. İkinciler, haksızlığı kendi veya çevresi yaptığında ona mazeret üretir, polisten, savcıdan, basından gizlemeye çalışır. Suçu başkası işlediğinde ve adaleti başkası çiğnediğinde ise Hz. Ömer kesilir.
Bu bizim gerçeğimiz maalesef.
Adaleti her alanda aramayanların ve adaletten suçlu kaçırmayı siyasette ustalık olarak görenlerin, çocukları cinayet işlediğinde, saklayabilme ihtimali varsa, polise gidebileceğine kim inanır?
Tam bu noktada bir olayı hatırladım.
AKP Mersin Milletvekili Ali Er’e ait otomobil TEDAŞ’ta memurluk yapan 48 yaşındaki 3 çocuk babası Faruk Gündem’e çarptı ve ölümüne sebep oldu, kazaya sebep olan sürücü olay yerini terk etmiş, kayıplara karışmıştı. Bir müddet sonra milletvekili Ali Er karakola giderek, kullandığı otomobille birine çarptığını ileri sürdü. Kaza haberi televizyonlardan verilince işin şekli değişti. Mersin İl Jandarma Komutanlığı’nda görevli Başçavuş Olcay Gözübüyük, er Murat Yıldız’ın kullandığı araçla görevden dönerken kazayı gördüklerini, otomobili Hasan Er’in kullandığını söyledi. Kazadan iki ay on gün sonra Bilkent’te okuyan Hasan Er hakkında Mersin 5’inci Asliye Ceza Mahkemesi’nde, “Taksirle ölüme sebep olmak” suçundan dava açıldı. Dava sonucu, milletvekili Ali Er için de, “Yalan beyan fezlekesi” düzenlenerek TBMM’ye gönderilecek.
Kaza sonucu hayatından olan 3 çocuk babası Faruk Gündem’e ve geride kalanlarına acımamak mümkün mü? Değil. Milletvekili Al Er ve oğlu Hasan Er böyle bir şey olsun ister miydi? Elbette istemezdi, öyleyse onlara da acımak lâzım.
Ama en acınacak şey, adaletin ölümüdür. Çünkü adalet bedende can gibidir. Adaletin öldüğü toplumda hiçbir şey canlı kalmaz. Çuvalın içindeki buğday boşalınca çuval ne hale gelirse, içinden adalet çıkarılıp alınınca, cemiyet de o hale gelir..
Meclis’te çıkan kanunların bir kısmına bakınız lütfen. Pek çoğu iktidar partisi mensuplarının daha önceki görevlerinde işlediği suçları çeşitli gerekçelerle suç olmaktan çıkaran, yahut zamanaşımına uğratan kanunlar değil mi? Kendilerini ve çevrelerini adaletin tecellisinden kurtarmak için her çareye başvuranların çocukları cinayet işlediğinde, adaletin tecelli etmesi için gayret göstereceklerine inanmak kolay mı?
Velhasıl, derdimiz adalet değil. Meselâ... Deniz Feneri Derneği, Deniz Baykal’ı mahkemeye verdi, “Deniz Feneri e.V davasını kullanarak Türkiye Deniz Feneri Derneği’nin kişilik haklarına saldırdı” diye 1 milyon TL tazminat istiyor.
İyi de kardeşim, sen önce, Almanya’da, derneğinizin adını kullanarak gurbetçilerden para toplayıp amacı dışında kullanan kişiler hakkında, “Adımı niye kullandın?” diye bir dava açsana? Niye açmıyorsun? Çünkü onların pek çoğu Deniz Feneri Derneği’nin şurasında burasında olan kişiler..
O zaman ben senin adalet istediğine nasıl inanırım?