​​​​​​​Çini bizimdir Çin'in değil...

Babamın İzmir'de görev yaptığı yıllarda beni il dışına çıkardığı ilk yer Kütahya idi. O yıllarda bu kentin sokaklarında dolaşmak dahi mutluluk verirdi.

Çocuk halimle yolların kenarlarındaki cumbalı ve kafesli evlere hayran kalmıştım. Koca kapılı konaklar sanki üstünüze abanır gibiydi.

Geçmişe özlem

Daha sonraki yıllarda başta seçim gezileri olmak üzere bu kente uğradığım dönemlerde pek farklılık görmediğimi söyleyebilirim. Yerler Arnavut kaldırımıydı. Güneş almayan kesimler ot tutardı. Adım başı bir çeşme ile karşılaşırdınız. Musluk tanımaz lülelerden bilek kalınlığında sular akardı. Her zaman düşünmüşümdür bu şehirde ne çok kanal, ne çok dere var diye.

Çamaşırhanelerin kapısı hep kapalıdır ama camlarından buhar fışkırır. Kazanlar fokurdadıkça ortalığı geniz yakan meşe dumanı sarar. Nalbantlar yine var. Saraç var, mandıracısı var. Eğri büğrü dükkanlarda kırık gözlüklerini telle bağlamış ihtiyar ustalar, eskisi kadar olmasa da yine terlik, pabuç gibi şeyleri tamir ederler.

Sistem aynı

Titreyen elleriyle havyayı tüpe tutar, lehimlenecek kenarı nişadıra bularlar. Belediye hoparlörü sabahın seherinde gümbürder. İkindi namazına müteakip Alo Paşa Camii'nde kılınıp Musalla Kabristanı'na gömülecek ölüleri mutlaka duyururlar.

Mevtalar genelde Şeker Fabrikasından Azot Sanayinden emekli olanlardı.

Kapananlar

Sonra şirin kentin dükkana benzemeyen yerleri de vardı. Sedirlere oturmuş 5-10 kız çini boyarlardı. Vitrinlerde ustasına "Maşallah" dedirtecek tabaklar kuğu görüntülü vazolarda yatardı.

Kütahya'yı şimdilerde tanıyabilene aşkolsun. Ahşap yapıların yarısı yıkıldı. Kalanlar sonlarını bekliyor. Yollar ise kalabalık. Arabalar üstünüze çıkıyor. Bırakın çörekçiyi, mahalle aralarında çiniciler çok azaldı. Vitrinler toz içerisinde. Kepenklerden kırmızı bir pas akıyor.

Düz çizgiden bin motife

"Kimse Çin işi, Japon işi" demesin. Çinicilik Türklerin elinde doğmuştur. Kızılderililer Türk mü değil mi? Orasını bilemem ama atalarımız da Kızılderililer gibi köşeli motifleri seviyor. Üçgenlere, beşgenlere, baklava dilimlerine bayılıyorlar. Çizgiler kilim deseni gibi dümdüz gidiyor, sonra mermi gibi sekip geri geliyor. Anlaşılan büyük büyük dedelerimiz eğilip bükülmekten hoşlanmıyorlar.

Esas olan

Çini kelimesi ne kadar "Çin'den gelen" gibi bir mana taşısa da Türklerin taa 8. yüzyılda muhteşem eserler çıkardıkları ortada. Turfan ve Koça'yı merkez edindikleri biliniyor. Uygurlar, Karahanlılar ve Gazneliler ne kırmızı hamurdan ne de köşeli motiflerden taviz verdiler.

Gel gelelim Selçuklu, kalıplara sığmıyor. Samarra, Bağdat, Tebriz, İsfahan, Kahire üzerinden gelen tekniklere meylediyorlar. "Al hamurdan, ak hamura" geçebiliyorlar. Yedi rengi kullanmakla kalmıyor, ince çalışmalarla süt beyazına, kobalt mavisine safran sarısına, çam yeşili, çim yeşili yakıştırıyorlar.

İznik'ten farkı ne?

Hint'ten Çin'den motif aparıp bunları Konya Sarayı ve Sırçalı Medrese'ye monte ediyorlar. Selçuklu sadece duvar ve kubbe bezemekle de kalmıyor. Sanatlarını vazolar, emzikli ibrikler ve çukur kaselerle konuşturuyorlar.

Beş merkez

Osmanlı çinileri beş merkezde parlamıştır. Şam, Rodos, Haliç, İznik ve Kütahya'da zirveye çıkıyorlar. İlk üçü uzun soluklu olmuyor. 16. yüzyılda nefis eserler veren İznikli ustalar işin püf noktalarını sır gibi saklıyor. Oğullarına bile fısıldamıyorlar. Bu yüzden bazı renkler mesela "mercan kırmızısı" unutulup gidiyor. Ancak Kütahyalılar bildiklerini çıraklarıyla paylaşıp, incelikleri koruyorlar. Hâl böyle olunca sanat gelişiyor ve şehrin adı Çinikent'e çıkıyor.

Medeniyetlerin kavşağı

Kütahya, Etilerden, Lidyalılardan, Friklerden Romalılardan ve Araplardan çok şey kapıyor. Kavim dediğin gelip geçiyor ama iz bırakıyor. Padişahlar dahasını yapıyor yöre çocukları için Horasan ve Buhara'dan ustalar getirtiyorlar. O devrin ifadesiyle "Çinimaçin"in sanatının incelikleri buraya taşınıyor.

Kütahyalılar özellikle cami bezemekte ustalaşıyor. Nefis mimberler ve imrenilecek mihraplar yapıyor. Güzelim hatlardan arta kalan yerleri karanfil, sümbül, lale, şakayık, narçiçeği, erik ve kiraz dallarıyla hançer edalı yapraklardan şaheserler çıkarıyorlar. Tabiri caizse imza atıyorlar.

GÜNÜN SÖZÜ:

Göze göz, tüm dünyayı kör eder. İndira Gandhi

Yazarın Diğer Yazıları