Cihangir tarikatının putları
Biatçı aydın tipinin mimarı, kendisine peygamber muamelesi yaptıran entelektüellerin ilki Murat Belge kavuğunu Ahmet İnsel’e devrederken liberal medyadan bir saltanat hikayesi...
Ben yazı hayatıma Cihangir çevrelerinde başladım diyebilirim.
Adeta belli bir ‘kulübe’ üye olunca, belli figürlere biat edince meslek vizesi veriyorlardı.
Bu düzen ister istemez kendi dokunulmazlarını ve putlarını da yaratıyordu.
Pek çok kriter de tabii ki şahsi ilişkilerle belirlenmişti: İzzet Çapa’dan bahsetmek yadırganır, ama Ece Bar her fırsatta övülür; Barış Pirhasan el üstünde tutulur, ama Osman Sınav görmezden gelinir. Anladınız işte.
Biat etmeyen dışlanır
Elbette inkar etmeyeceğim, bu insanların arasına genç yaşta düşmüş biri olarak ‘biat’a elimden geldiğince dahil olmaya çalıştım. Kabul görmek, bir şeyler yapmak isteyen birinin başka bir çaresi de yoktu.
O etkiyi üzerimden atmam uzun bir arınma-detoks sürecini gerektirdi sonradan.
Yolu Cihangir’den geçen ve hayatının tamamını orada geçirmemeye karar vermiş herkes için buranın ‘cemaatçi’ ve ‘tarikat’ benzeri yapısı fazlasıyla belirgindir. Bu sahte cemaatin parçası olmayanlar da doğal olarak bir tür ‘dönek’ diye yaftalanır.
Cihangir’e ‘dışarıdan’ baktıkça bu çevrelerdeki yapılanmanın tıpkı İslamcılarla yoğun bir benzeşme içinde olduğunu görmek de mümkün oldu.
Ortak bir düşünceyi dillendiren, ortak bir siyasi duruşa sahip ve herhangi bir farklılığa yer vermeyen bir ‘bütünlük’ oluşturmuşlar kendi aralarında. Orwell’in ‘Hayvan Çiftliği’ne benzer ortamda elbette bütün hayvanlar eşit, ama tabii ki bazıları daha da eşitti.
Bugün yansımalarını liberaller arasında gördüğümüz bu daha eşitler doğal olarak Cihangir Cumhuriyeti’nin putlarıydı. Sistemin devamlılığı için de düzenin yeni putlar yaratmasına katkıda bulunmak gerekiyordu.
Müritlikten tanrılığa
Bu konuda bir parantez açmam zorunlu:
Bugünlerde bakıyorum müritlikten tanrılar katına geçişi tamamlamak üzere yeni bir put daha parlatılıyor. ‘Sözde’ sosyalist olarak tanımlayacağımız ama daha çok İslamcı gazetelerde yer alan liberallere benzeyen Ahmet İnsel.
‘Ergenekon davası siyasi bir hesaplaşmaya dönüşmesin’ mealindeki Birikim’deki yazısı İstanbul entelijansiyasında İncil muamelesi görüyor, adeta bu kutsal metne tapınılıyor.
İçinde orijinal ve yeni hiçbir şey yok. Bunları söyleyen insanlara birkaç ay öncesine kadar ‘Ergenekoncu, darbeci’ gibi etiketler vuruluyordu. Ama şimdi İnsel söylediği için rüzgar döndü, alkış tutuluyor.
Sistemin dişlilerinin nasıl döndüğüne bundan daha güncel bir örnek olamaz.
Düşünüyorum, acaba ‘kavuk’ ona mı bırakılacak diye...
Tabii ki bütün bu sistemin kurucusunun, bugün tanrılar katının en kıdemli ve iktidar sahibi üyesinin kavuğu. Biatın mimarı, kendisine peygamber muamelesi yaptıran entelektüellerin ilki, Murat Belge’nin kavuğu...
* Oray Eğin / Akşam
++++++
“Sızmalar” kabak tadı verdi
Ergenekon soruşturmasındaki “sızmalar” artık kabak tadı vermeye başladı!
Onlarca kez yazdım: Yasalarımıza göre soruşturma sürecinde, “gizliliğe” büyük bir titizlikle uyulması; savcılık makamı iddianamesini hazırlayıncaya kadar, “şüpheliler” hakkındaki hiçbir iddianın, belgenin veya tanık ifadesinin üçüncü kişilere aktarılamaması gerekiyor...
Ama bu temel hukuk kuralına uyulmuyor...
Sadece savcıların ve görevli güvenlik kuvvetlerinin bileceği konular, bazı “özel gazeteciler”e sızdırılıyor...
Şüphelilerin gizli kalması gereken özel hayatları, günlerce tefrika edilen haberlere konu ediliyor.
Ve işin ilginci; koskoca “hukuk devleti”, “adlarının gizli kalmasını isteyen yetkililer”e dayanarak bu haberleri yapan ve yayınlayan gazeteleri, televizyonları engelleyemiyor!
Bu olayların son örneğini, Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu yaşadı... Bir süre önce; evinin aranacağını bile polislerin gelmesinden saatler önce TRT-1 Televizyonu’ndan öğrenen Kanadoğlu, bu kez yine iktidara yakın bir başka medya kuruluşundan “gizlice ifade vermeye davet edileceğini” okudu. Tam ifade vermek için “davet edilmeyi” bekliyordu ki; o “adlarının gizli kalmasını isteyen yetkililer”, bu kez de devletin resmi haber ajansının muhabirine bilgi sızdırarak, “Şu an için böyle bir kararımız yok; Kanadoğlu’nun ifadesini almayı şimdilik düşünmüyoruz” dediler...
Neden bu bülbüllerin “bilmediğimiz bir planın uygulayıcıları” oldukları gözardı ediliyor?
Neden aylardır bu kişiler tespit edilip susturulamıyor?
Neden soruşturmayı “yanlış yönlendirmeleri” engellenemiyor?
Bu haberlerden kim ya da kimler; ne gibi bir yarar umuyor?
* Mustafa Mutlu / Vatan
++++++
Bardakçı’dan ‘Finoluğa geçenlere’ lazımlık yazı
Aslında Murat Belge’ye hak vermiyor değilim... Sen neredeyse otuz sene boyunca uğraş, didin, kendini entelektüel, üstad, barışsever, şehir tarihçisi, alim-i yegane, vesaire diye pazarla ama günün birinde birisi çıksın ve hakkında “Şu söylediğin palavra, bu yazdığın yanlış” deme cüretini göstersin!
Murat Belge için böyle yazdım ya, ne tetikçiliğim kaldı, ne hanedan finoluğum...
Kendilerini “dokunulmaz” ilan eden, çevrelerinde buna inanan birkaç mürid bulbilen ve kerametlerine en nihayet kendilerini de inandıran aydın olma iddiasındaki bu zevatın hali pür-melali budur: Onlar için sözün bittiği yerde hakaret başlar.
“Filolog” Murat Belge de böyle yapmıştır ama unutmaması gerekir: Terbiye sadece sulu köfteye veya işkembeye değil, entellik pazarlamacılarına da lazımdır.
Hemen her vesileyle “Ben buradayım’ Ben de tarihçiyim” diyerek isbat-ı vücut etme heveslisi ordinayüs Doçent Halil Berktay’a gelince: Birşey söylemek isteyen ama derdini bir türlü anlatamayan, hemen her yazısı bir munkabızlık destanını andıran, histerik çığlıklarla Hüseyin Rahmi’nin romanlarındaki Suriçi kadınlarının didişmelerine bile rahmet okutan ama 32 sayfalık bir sergi broşürünü bilimsel eser gibi pazarlamasının cevabını vermekten aciz kalan bir adamı muhatap almak sadece vakit israfıdır. Hele üç nesil gazeteci olan bir aileden gelen beni “diplomat çocuğu” yapıp başka ülkelerde Osmanlıca konuşulduğunu zannederek “Arapça ve Osmanlıca’yı dıyarıda öğrendi” diyecek derecede kültür fakiri bir zavallıya cevap vermeye kalkmak, israftan da öte haramdır..
Bu yüzden Murat Bey ile güllabicisi Doçent’e Can Yücel’in Murat Bey’den söz eden şiirini hatırlatıyorum:
çok İngilizce bilir / ama Helsinkiyle güvey girer / özel üniversite randevucuları / Belgeli Murat/adları lazım değil esasında / kendileri lazımlık
* Murat Bardakçı / Haber Türk
++++++
Taraf daha uygun kurtarıcı bulamazdı
Cingöz Recai!
İki yıl içinde bilmem kaçıncı kere “krizden çıktılar.” Önce ki “kurtarma paketleri”nin mimarları bankalar, Alkım yayınlarını promosyon olarak veren veya el altından “tiraj katkısı” yapan yandaşlar, ilan veren okurlar, gazetenin on yılını garantilemesini sağlayan Mehmet Betil, AB ve ABD’deki fonlar olmuştu. Bunca ‘dış’ desteğe karşın Taraf hakkındaki yazılar hep “Çalışanların maaşlarını dahi veremeyen cefakar gazete” edebiyatının etkisinde kaldı. Taraf vitrinini ‘makbuz karşılığı’ pazarlanan en pahalı ihraç markaları kullanarak dekore ettiği halde...
Korkum o ki Taraf “buharlaşan yardımlar” konusunda Deniz Feneri e.V.’yi sollayacak...
‘Batmayacaklarını’ açıklayan son isim Yasemin Çongar oldu. Çongar hem “kaynağını vermediği” kredi hem de “promosyon” stratejisi ile toparlandıklarını ilan etti. Kitap kampanyasına geri dönmüşlerdi. Ama kimliklerine çok daha uygun bir ürünle: Cingöz Recai.
Hem ‘polisiye’ tercihi sayesinde gazetenin köşeleri ile uyumu yakalamışlar... Hem de ‘hırsızlığı meslek edinmiş’ bir karakter seçerek, sızdırılan gizli bilgi ve belgelerle besledikleri bir kesimin ‘gıdasız’ kalmasını önlemişler...
Yine de dikkat: Kendi çapında “namuslu hırsız” olan ve haksız güç sahiplerinden çalan Cingöz Recai ile güçsüzü sömüren Obamagiller kervanı arasında doku uyuşmazlığı yaşanabilir...
++++++
MAYIN İHALESİ
Yüce Divanlık suç
Abdüllatif Şener’e göre mayın temizleme işinde yapılan şey, Yüce Divan’lık suçtur.
Araziyi mayınları temizleyen şirkete vermeyi öngören bir yasa geçirmeye çalışması ise “Yüce Divan’dan kurtulmak için alınmış bir tedbir” dir.
Şener geçmişte Şüpheli gördüğü ihalelerin kararnamelerini imzalamadığı için o işler, tıpkı mayın tasarısında olduğu gibi kanun geçirmek yoluyla halle çalışılmıştır.
* Güngör Mengi / Vatan
++++++
Haberden başka herşey var
Sabah kalkar kalkmaz salona televizyona koştum. NTV açılacak ve ben o gece yarısı oynanan NBA maçının sonucunu öğreneceğim. Bir gün evvel bütün gün tanıtım yaptı.. “Bu gece canlı yayın” diye..
Şimdi o NTV’nin alt yazılarından öğreneceğim sonucu..
Bendeki saflığa bakar mısınız?
Sabahın köründe kim kalkacak da, alt yazıları değiştirecek. Bir gün evvelki alt yazılar aynen geçiyor ve NTV’nin naklen yayınladığı maçın sonucu NTV’de yok..
Haber TV’leri, “Haber”den başka her şey TV’si oldu. Oysa hiç değilse bu alt yazılarda “Haberci” kalmalılar.
* Hıncal Uluç / Sabah
++++++
GÜNÜN SÖZÜ
Almanya’da bir stadın altında 18 adet patlamamış bomba bulunmuş.
O civarda “Schengenekon” diye darbeci bir örgüt olmalı...
* Haldun Ertem
++++++
Adalet Bakanı Sadullah Ergin, “Maalesef cezaevlerindeki vatandaşların yüzde 60’ı yargılanmayı bekliyor” dedi.
++++++
MİNİ YORUM
Babıali Şenlikleri...
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin bu yıl ikincisini düzenlediği Babıali Şenlikleri Sultanahmet Meydanı’nda devam ediyor. Nezaketen siyasiler geliyor, bürokratlar, yargı mensupları... Ama en çok ‘gazete okuyucusu’... Hepsi “medya”dan şikayetçi. Bu anlamda Babıali’yi canlandırma çabasının karşılığı “kalemşörlerden gazetecilik geleneğine dönüş” olacaksa mükemmel... Ama Babıali diye canlanan “İstanbul basını” olur da, mandacı iktidar medyasının gücü pekişirse yandı gülüm keten helva...